İslam'ı Korku Malzemesine Dönüştürüyorlar

Çağımızın belalarından biri olan İslamofobi, “İslam korkusu” üretmek anlamına geliyor ve İslam’ı bir korku malzemesine dönüştürüp, insanlarla İslam’ın arasına uçurumlar koymaya çalışıyor. 

Meselenin tahliline tersinden başlayabiliriz. Yani tebliği olumsuz etkileyen, bir tür “Negatif tebliğ” denebilecek olan şeyden...

İslamofobi konusu bunun için çok çarpıcı bir alandır.

Çağımızın belalarından biri olan İslamofobi, “İslam korkusu” üretmek anlamına geliyor ve İslam’ı bir korku malzemesine dönüştürüp, insanlarla İslam’ın arasına uçurumlar koymaya çalışıyor. İslamofobinin ana malzemesinin, Müslüman toplum veya kişilerde gözlenen ve insani ölçüleri zorlayan davranışlar olduğu söylenebilir. Bunlar hiç olmasa, İslamofobi merkezleri malzeme bulamaz mı, yalan – dolan üretimler yapamazlar mı? Tabii ki yapabilirler. Ama Müslüman kişi ve toplumlarda görülen, yani islami hüviyetle yapılan ama insani ölçüleri gözardı eden davranışların İslamofobi için hazır malzeme sunduğu da bir gerçektir. Mesela, kameralar önünde gerçekleştirilen gırtlak kesme eylemleri İslam adına yapılırsa, birileri de onu alıp “İşte İslam’ın cihadı budur” diye hesabı kesebilirler.

Öyleyse şunu söylemek mümkündür:

Hayatın hangi alanında olursa olsun, Müslüman kimliği içinde çarpık davranışlar sergileyen her insan, İslamofobi senaryolarının gönüllü aktörü olmuş demektir. İslamofobi üretim merkezleri, bu senaryoları bizzat yazıp, bizzat sahneye koyabilirler de... O, kamera önünde boğaz kesme gösterileri yapanların böyle bir senaryonun aktörü olduklarını görürsek şaşırmamalıyız.

İSLAM'IN İKİNCİ İNSANA TAŞINMASI

Tebliğ... İslam’ın ikinci bir insana taşınması...

Bu, bizzat Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellemin Veda Haccında her bir Müslüman’a emanet ettiği bir görevdir.

İslam’ın cihanşümul mesajının en uç ufuklara taşınması için de, her Müslümanın bir “Taşıyıcı” olarak kendisini sorumlu hissetmesi şarttır.

Bu sorumluluk insanın birebir ilişkide bulunduğu mesela aile ortamından, iş arkadaşlığından, eğitim ortamlarından, devlet – toplum ilişkisinden başlayıp, tüm insanlığa ulaşacak bir mesaj boyutuna gelebilir.

İslam’ın mesajı söz ile taşınır, hal ile taşınır.

Kur’an’ı anlatırsınız, Rasulullah (s.a.v.)’ın ölçülerini anlatırsınız, “İslam bu güzellikleri getiriyor insana” dersiniz. Bu hiç şüphesiz bir tebliğdir. Kur’an’ın gönüllere şifa gibi akması, çağlar boyunca insanlarla İslam’ın buluşmasının ana vasıtalarından birisi olmuştur.

Fakat İslam’ın inşa ettiği insan, toplum ve müesseseler, hem İslam’ın getirdiği ölçülerin ete kemiğe bürünebilme potansiyelini ortaya koyar, hem de çok daha elle tutulur bir nümunesini - misalini gözler önüne serer.

İslam’ın nasıl bir insan, toplum ve medeniyet inşa ettiğini görmek isteyenler, onun müşahhas örneklerine bakarlar.

Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem, Peygamberlikle görevlendirilip de, Hira’da ilk vahyi alıp evine geldiği zamanı düşünelim. Peygamberlik, vahiy... Zevcesi Hazreti Hatice’ye bunları anlatacak... Mekke insanına bunları anlatacak. “Ne oldu?” diye soran gözlerle bakan Hazreti Hatice’ye ilk sözü şu olur?

-Şimdi bana kim inanır?

Hazreti Hatice’nin cevabı şudur:

-Ey Allâh’ın Elçisi! Sen’i (evvelâ) ben kabûl ve tasdîk ederim. Allâh yoluna önce beni dâvet et!”

Hazreti Hatice bunu, çok sevdiği zevcinin gönlünü rahatlatmak için söylemiş değildir. Hazreti Hatice’nin bütün kalbiyle inandığı çok önemli gerekçeleri vardır. “Allâh’a yemin ederim ki, Allâh Sen’i hiçbir vakit mahcûb etmez.” dedikten sonra gerekçelerini sıralar:

-Çünkü Sen, akrabânı himâye edersin, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fukarâya infâk eder, kimsenin yapamayacağı kadar iyilikte bulunursun, misâfire ikrâm edersin, Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde (halka) yardım edersin…

İSLAM'I GÜZEL TEMSİL ETMEK

Bunlar o zamanlarda erdemli bir insanın özellikleridir. Yani şayet her Peygamberin olduğu gibi Rasulullah (s.a.v.)’ın “İslam daveti”nin önüne de bir takım engeller çıkacaksa, bunları ortadan kaldıracak olan ilk sebepler, Abdullah oğlu Muhammed’in, zaten “Peygamberane” bir kişilik sahibi olmasıdır.

İşin sırrı da budur.

Çarpık bir kişilikle güzelliğe davet edemezsiniz. İlk tepki “Sizde neden yok o güzellik” sorusu olur.

Hazreti Muhammed (s.a.v.) yüce bir ahlâk üzeredir. (Kalem suresi, 4)

Necip Fazıl ne güzel söyler! “Ufuk Pevygamberdir O!” İnsani bütün güzelliklerin ufkudur. İnsan olmak için O’na yönelinir, O’na benzemeye çalışılır. İnsanlığın güzellik önderidir, örneğidir O (s.a.v.).

Ve o hüviyeti ile gelmiştir, insanlığın önderliği hüviyeti içinde. Kırbaçla hükmeden değildir O, bir hükümdar, mütehakkim, zorba değildir (Gaşiye suresi, 22), bir ahlâk bayrağıdır. Erdem bayrağıdır. Rahmet bayrağıdır.

Din sadece bir fikriyat değildir. Kuşkusuz bir zihin dokusu mahiyeti vardır, ama o da hayatı tanzim eden bir ilahi çerçevedir. Bir hayat disiplinidir, ve ölçüler hayat haline gelmek için gelmiştir.

Kur’an Rasulullah’ın şahsiyetinde ete-kemiğe bürünmüştür.

Ve Rasulullah, Rabbin lütfu keremi ile ölüden diriyi çıkarırcasına Mekke toplumu içinden bir “Rahmet toplumu” çıkarmıştır.

Herkes, vahiy öncesi Mekke insanı gibi kalmış olsaydı, vahyi işitip de hiç işitmemiş gibi olmaz mıydı? “İşitmedikleri hâlde, “işittik” diyenler gibi de olmayın.” (Enfal suresi, 21) buyurulmuyor mu Kur’an-ı Azimüşşan’da?

Müslüman, kendi şahsiyetinde İslam’ı güzel temsil etmeye özen göstermelidir. Ona bakanlar şayet onun şahsında İslam hakkında hüküm verecek iseler, bunun ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu idrak, bir Müslüman için hayati meseledir.

Müslüman bilinen kişinin şahsında, İslam’ı yanlış okumak, yanlış Müslüman olmak riski...

İnsanların ona bakıp, “İslam bu ise...” gibi yanlış çıkarımlara yöneltme riski.

İslam’a yönelişin önünü kesme vebali.

Dünyada Müslüman olarak bir tek siz kaldınız ve insanlar İslam’a sizin Müslümanlık kıvamınıza bakarak yönelecekler, gibi bir sorumluluktur kişiliğimizin İslam’ı temsil etmesi...

Böyle baktığımızda;

Müslüman toplum başlı başına bir tebliğdir. Şayet Rasulullah (s.a.v.)’ın inşa ettiği toplumla benzeşirse...

Müslüman bir aile başlı başına bir tebliğdir. Şayet Kur’an’ın ölçülerini ve Rasulullah’ın aile hayatını çağlara taşırsa...

Müslüman bir genç başlı başına bir tebliğdir. Gençliğin savrulduğu bir zamanda, Hazreti Peygamber’in elini tutan gençlerin yürek kıvamı ile kuşanırsa...

Müslüman bir anne, Müslüman bir baba, Müslüman bir evlad başlı başına bir tebliğdir. Annenin anne şefkatinden, babanın baba sorumluluğundan, evladın rahmet kanatlarıyla donanmaktan kaçındığı zamanda, şefkati karakter haline getirirse...

Müslüman bir devlet başkanı, Müslüman bir işadamı, Müslüman bir öğretmen başlı başına bir tebliğdir. Yüklendikleri sorumlulukları, “Yaratılanlara şefkat” mahiyetinde icra ederlerse...

Müslüman...

Yani İslam’ı bihakkın yaşayan insan... Hangi sosyal kimlik içinde bulunursa bulunsun, İslam’ın güzelliğini taşır üzerinde ve o niteliği ile tebliğde bulunur, yani İslam’a çağırır.

ANA İNSANLIK KRİTERİ

“Tebessüm sadakadır” buyuruyor Allah Rasulü (s.a.v.)

Yüzünde hep tebessüm taşıyan insan ve toplum. Birbirinin yüreğine sevinç taşımayı en güzel mümin olma kalitesi olarak gören insan ve toplum.

Yolda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmayı insanlık kalitesi olarak gören insan ve toplum.

Hayvana ağır yük yüklemeyi, hatta hayvan üzerinde sohbet yapmayı hak ihlali gibi gören, karınca yuvasını yakmayı insanlık dışı değerlendiren, savaşta bile yaşlılara, kadınlara, çocuklara, ibadetleri ile meşgul olanlara dokunmayı, ağaçları kesip yakmayı yasaklayan insan ve toplum...

Bunların her biri Peygamber öğüdü niteliği taşıyor.

Allah Rasulü (s.a.v.) böyle, gergef gergef güzellikler halinde işlemiş İslam insanını ve toplumunu.

Yani baktığınızda serapa bir “insanlık kalitesi” görüyorsunuz o toplumda. İnsani kaliteyi yakalamak için Müslümana ve İslam toplumuna bakıyorsunuz.

“Mekke – Medine kriterleri, ya da Kur’an – Sünnet kriterleri “ana insanlık kriteri” oluyor bütün çağlar boyunca.

Müslümanlar “Hukukun üstünlüğü kriteri”ni almak için bilmem hangi Avrupa komisyonuna başvurma düşüşünü değil... Mahşer aydınlığını hayata taşıyan ilahi hukuk standardına müracaat onurunu yaşıyorlar.

İşte o insanlar bir yere gittiklerinde adeta Peygamber eliyle yoğrulmuş gök insanı gibi algılanıyorlar.

“Tebliğ ve temsil” gibi bir meseleyi dert edinenler, öncelikle ortaya koydukları davranış ve modellerin, İslamofobi’ye malzeme teşkil etmesinin vebalinden ürkerler.

Ve evinde, işyerinde, sokakta, kitle iletişim araçlarında, sanki İslam hakkında sıfır bilgiye sahip birisi, bir çocuk mesela, bakir bir göz - gönül, akıl mesela, onu görecek de İslam hakkında yanlış bir algıya yönelecek... Bunu İslam’a yapılmış en büyük kötülük olarak görürler.

Ve “Ey Ali senin vasıtanla bir kişinin Müslüman olması, senin için dünyalar dolusu zenginlikten daha önemlidir” buyuran Allah Rasulü (s.a.v.)’nün, hal ve davranışlarıyla bir kişiyi İslam’a ısındırmanın tadını hep yüreklerinde hissederler.

Sanki Rasulullah elimizden tuttu da her birimize “Ey Ahmed, ey Mehmed, ey Hasan, Hüseyin... senin vasıtanla bir kişinin Müslüman olması...” demiş gibi...

İş, Rasulullah’ın bu sözüne muhatap olabilecek Müslümanlık kıvamına sahip olmak...

Rabbim güzel Müslüman olmaya muvaffak kılsın bizleri. Bizi, herhangi bir kimsenin yolunu şaşırtacak davranışlardan korusun. Amin.

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 371. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.