İslam’da Evliliğe Mani Durumlar

İslam hukukuna göre evlenme engelleri nelerdir?

Çeşitli hukuk sistemleri arasında evlenme engelleri konusunda benzerlikler vardır. Mesela kilise hukuku ile İslâm hukukunun evlenme engeli saydığı haller arasında esaslı benzerlik olduğu gibi, dinî hukukla beşerî hukuklar arasında da bu konuda önemli yaklaşımlar vardır.

Evlenme engelleri sürekli veya geçici olmak üzere ikiye ayrılır. Sürekli olanlar, hiç bir zaman ortadan kalkmayan ve ölünceye kadar süren engellerdir. Kan, süt ve evlilikten doğan sıhrî hısımlıkta bu nitelik görülür.

EVLENME ENGELLERİ

1- Sürekli Evlenme Engelleri

Bu engeller Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyetinde topluca zikredilmiştir:

Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz, eşlerinizin anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz karılarınızdan olup da evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile (nikâhlanıp da) gerdeğe girmemişseniz, kızlarıyla evlenmenizde size bir sakınca yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleriyle evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikâhlamanız da size haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir. Şüphe yok ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”[1] Bu âyet-i kerîmede üç grup hısımlığın sürekli evlenme engeli doğurduğu belirtilmektedir.

1) Kan hısımlığı:

Buna göre, bir kimse usulü (anne-büyük anne), fürûu (kız ve torunlar), kardeşleri ve bunların çocukları, hala veya teyzesi ile evlenemez. Dedelerin kız kardeşleri olan büyük hala ve büyük teyzeler de yasak kapsamına girer. Kadını esas aldığımız zaman, aynı hısımların erkek olanı ile evlenmesi caiz olmaz. Baba, dede, oğul, torun, erkek kardeş ve bunların erkek çocukları, dayı veya amca ile evlenememesi gibi.

Bu hısımlardan usûl, fürû, kardeşler ve kardeşlerin fürûu ile evlenmenin yasak oluşunda eski ve yeni hemen bütün hukuk sistemleri ittifak hâlindedir.

Ancak amca, hala, dayı ve teyze ile yeğenler arasındaki evlenme konusunda değişik hal tarzları vardır. Alman hukuku ile Kuzey Avrupa devletleri hukukuna böyle bir evlenme engeli girmemiştir. Katolik kilise hukukunda eskiden yedinci dereceye kadar kan hısımları arasındaki evlenme yasak idi. Sonradan bu da dördüncü dereceye kadar indirildi. Bu; usûl, fürû ve kardeşlerle bunların fürûu arasında cereyan eden yasaktır. Mûsevîlerde bir kimsenin yeğeni ve yeğeninin çocukları ile evlenmesi de serbesttir.[2]

2) Sıhrî hısımlık:

Evlenme ile oluşan bazı hısımlıklara “sıhrî hısımlık” denir. Boşanma veya ölüm bu çeşit hısımlığı sona erdirmediği için sürekli bir evlenme engelidir. Bunları dört grupta toplayabiliriz.

  1. a) Üvey kızlar: Bir erkek, eşiyle cinsel ilişkide bulunduktan sonra artık bu eşinin başka erkekten olma kızı veya torunları ile evlenemez.
  2. b) Kayın valideler: Burada eşle cinsel birleşme şartı aranmaz. Mücerret nikâh akdi ile, kayın valide ve onun annesi ile evlenme engeli doğar.
  3. c) Baba ve dedenin karıları: Bir kimse babasının veya dedelerinin karısı ile evlenemez.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak daha önce geçen geçmiştir. Şüphe yok ki o, bir hayasızlıktı, Allâh’ın hışmına bir sebepti. O, ne kötü bir yoldu.” [3]

  1. d) Fürûun hanımları: Bir kimse oğlunun veya torunlarının eşi ile evlenemez. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın eşi... (ile evlenmeniz size haram kılındı)”[4]

Evlatlık alınan çocukla bunu alan kimse ve diğer hısımları arasında bir evlenme engeli doğmaz. İslâm hukuku evlâtlık müessesesini kaldırmıştır. Hz. Peygamber’in evlatlığı Zeyd (r.a.) eşi Zeynep binti Cahş (r. anhâ)’dan boşanınca, câhiliyye örfüne göre Zeynep, Allah Elçisinin gelini olarak kabul edildiği için bu durum Rasûlüllah ile aralarında evlenme engeli sayılıyordu. Ancak bu anlayış şu âyetle kaldırılmıştır:

“Şimdi mademki (Zeyd) o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Tâ ki evlâtlıklarının kendilerinden ilişiğini kestikleri eşlerini almakta mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allâh’ın emri yerine getirilmiştir.” [5]

Hz. Peygamber, evlâtlığı Zeyd, eşi Zeyneb’i boşayıp iddeti bittikten sonra onunla evlenmiş ve bir câhiliyye örfü bu şekilde sona ermiştir. Bu ve aşağıdaki âyet inmeden önce Zeyd b. Hârise’yi toplum “Zeyd b. Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd)” diye çağırırlardı. Aşağıdaki ayetle akrabalığın ancak nesep bağı ile olabileceği şöyle belirtildi:

“Allah, evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu sizin ağzınızla söylediğiniz boş sözdür. Allah gerçeği söyler ve O doğru yolu gösterir. Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” [6]

  1. e) Süt hısımlığı:

Süt hısımlığının başlangıcı câhiliyye devrine kadar uzanır. Eski Araplar, çocuklarını genellikle iki yaşına kadar süt anneye bırakırlardı. Bu, çocuk daha sağlıklı olsun ve fasih Arapça konuşulan bir ortamda yetişsin diye yapılırdı. Hz. Peygamber’in de küçük çocukluğunu Mekke’den uzakta süt anne yanında geçirdiği bilinmektedir.

Kilise hukukunda da mânevî hısımlık diyebileceğimiz buna bezer bir hısımlık vardır. Hristiyanların “vaftiz” âdeti, vaftiz baba ve vaftiz ana ile vaftiz edilen çocuk arasında mânevî bir hısımlık doğurur ve bunlar birbiriyle evlenemezler. Bu konudaki ilk yasağı Jüstinyen getirmiş, daha sonra vaftiz ana ve baba ile çocuğun asıl ana) babası arasında da hısımlık ve dolayısıyla evlenme yasağı doğacağı kabul edilmiştir.[7]

İslâm’da süt yoluyla bir takım evlenme engelleri doğacağı esası getirilmiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur”... Sizi emziren süt analarınız ve süt kardeşleriniz (size haram kılındı)”[8] Âyette başka süt hısımlarına yer verilmemiş, Hz. Peygamber’in şu hadisi bu konudaki genel prensibi belirlemiştir: “Nesepçe haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar.” [9]

Süt hısımlığının doğması için sütün emme süresi içinde emilmesi gerekir. Bu süre Ebû Hanîfe’ye göre iki buçuk yıl, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve diğer mezhep imamlarının içinde bulunduğu çoğunluğa göre ise iki yıldır. Bu konuda Ebû Hanîfe’nin delili:

وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلٰثُونَ شَهْرًا “...Çocuğun ana karnında taşınması ile sütten kesilmesinin süresi otuz aydır.” [10] âyetidir. Ona göre, otuz ay, hem gebeliğin hem de sütten ayrılmanın ayrı ayrı süresidir.

Çoğunluk ise şu ayetin açık anlamına dayanırlar:

“Emzirmeyi tamamlatmak isteyenler için, anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” [11] Buhârî’de rivayet edilen şu hadis de ayeti açıklamaktadır: “Süt hısımlığı, ancak iki yaş içinde emzirilen sütle teşekkül eder.” [12]

Emme miktarının az veya çok olması mümkündür. Çoğunluğa göre azı için sınır yoktur. İmam Şâfî’ye göre ise, beş doyurucu ve fasılalı emiş şarttır. Bundan azı hısımlık doğurmaz.[13]

Süt hısımlığında evlenme engeline giren hısımları belirlerken şu prensipten hareket edilebilir: Süt emen çocuğu süt emziren kadının öz çocuğu gibi kabul ettiğimizde, öz çocuk o aileden kimlerle evlenemezse; süt emen çocuk da evlenemez. Çünkü öz çocuğun nesep hısımları süt çocuk bakımından süt hısımı olur. Süt anne, süt baba, süt dede, süt nine, süt kardeş, süt hala, süt teyze gibi.

2- Geçici Evlenme Engelleri

Sürekli veya mutlak evlenme engelleri hiç bir şekilde ortadan kalkmadığı halde, geçici evlenme engelleri belirli hallerde ortadan kalkabilir. Din ayrılığı, dört kadınla evli olma, üçlü boşama, iki hısımla birlikte evlenme bunlar arasındadır.

1) Din ayrılığı:

Müslüman kadın veya erkek, müşriklerle evlenemez. Müşrik kapsamına Allah’tan başka şeylere yani aya, güneşe, tabiat güçlerine tapanlar girdiği gibi; ateistler, Bahâiler ve Kâdiyânîler de girer. İslâm’ın altı îman esasından birine inanmayan kimse de aynı hükme bağlıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

(Ey îman edenler!) Allâh’a ortak koşan kadınlar îman etmedikçe onlarla evlenmeyin! Bu Allâh’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse bile, mü’min bir cariye Allâh’a ortak koşan kadından daha hayırlıdır. Allâh’a ortak koşan erkekleri de îman etmedikçe, mü’min kadınlarla evlendirmeyin. Allâh’a ortak koşan erkek hoşunuza gitse de, mü’min bir köle müşrik bir erkekten daha hayırlıdır.”[14] Bu yasağa uymadan yapılacak bir evlilik bâtıl olur.

Müslüman bir erkeğin Hristiyan veya Yahudi bir kadınla evlenmesine ise cevâz verilmiştir. Çünkü ailenin reisi kocadır ve doğacak çocuklar babanın dininden sayılır. Diğer yandan ehl-i kitap kadınlarla evlenmek İslâm’ın yayılmasına yardımcı olur.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“... Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere (size helâl kılındı.)”[15]

Hz. Ömer (ö.23/643), yukarıdaki ayete göre İslâm ülkesi vatandaşı olan ehli kitap bir kadınla, Müslüman bir erkeğin evlenmesini caiz görmekle birlikte, Medâyin’e vali olarak gönderilen Huzeyfe İbnu’l-Yemân’ın (ö.36/656) bir Yahudi kızı ile evlenmesi üzerine, bu evliliğin Müslüman kadınların aleyhine sonuçlar verebileceğini düşünerek yasaklamış ve ayrılmalarını istemiştir. Huzeyfe’nin “Bu evlilik geçerli değil mi?” sorusuna ise, “Onların iffetsiz olanına düşmenizden korkarım.” diye cevap vermiştir.[16] Hz. Ömer’in bu konuda toplumun maslahatını gözeterek “sedd-i zerâyi (kötülüğe giden yolu kapama)” deliline dayandığı görülür.

Günümüzde özellikle askerlik mesleğinde olanlar için ülke güvenliği bakımından yabancı bayanlarla evlenme yasağı bulunduğu bilinmektedir. Hz. Ömer’in uygulaması da bunun benzeri bir önlemdir.

Ashâb-ı kiramdan yalnız Abdullah İbn Ömer (ö.74/693) ehl-i kitap kadınla evlenmeyi caiz görmemiştir. Ona bunun sebebi sorulduğunda, “Allah müşrik kadınları mü’min erkeklere haram kılmıştır. Ben bir kadının “Rabbim İsa’dır” demesinden daha büyük şirk bilmiyorum.” demiştir. Ancak İbn Ömer’in bu sözü haramlığa değil, kerâhete hamledilmiştir.[17]

İslâm toplumuna düşman olan harbî ve ehli kitap kadınla evlenmek ise mekruhtur. Bu konuda görüş birliği vardır.[18]

Bugünkü Hristiyanlar ve Yahudiler ehl-i kitap mıdır? Kur’ân-ı Ke­rîm’de aşağıdaki âyetler bu konuda tereddütlere yol açmıştır.

“Yahudiler “Uzeyr Allâh’ın oğludur”, Hristiyanlar da “İsâ Allâh’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri cahilce sözlerdir.” [19]

“Andolsun ki “Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih: “Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a kulluk edin. Biliniz ki Kim Allâh’a ortak koşarsa, şüphesiz ki Allah ona cenneti haram kılar ve onun varacağı yer ateştir ve zalimlerin için yardımcıla yoktur.” demişti. Andolsun “Allah üçün üçüncüsüdür.” diyenler de kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer söyledikleri sözlerden vazgeçmezlerse, içlerinden inkâr edenlere, elbette can yakıcı bir azap dokunacaktır.” [20]

Bu âyetlerin açık hükümlerine göre, bugünkü Hristiyan ve Yahudilerin Allâh’a ortak koşmaları sebebiyle müşrik sayılmaları ve Müslümanlarla evlenmemeleri gerektiği öne sürülebilirse de, ehl-i kitap kadınlarla evlenmeyi serbest bırakan Mâide Sûresi 5. âyet bu hükmü tahsis etmiştir. İslâm fakihlerinin çoğunluğu bu görüştedir.[21]

Şâfiî ve Mâlikîlere göre ehl-i kitap kadınla evlenmek mekruhtur.

Ehl-i kitap kadınla evli bulunan Müslüman bir erkek onu kilise ve havraya gitmekten ve evde içki içmekten alıkoyabilir; hayız, nifas ve cünüplük sebebiyle onu yıkanmaya zorlayamaz.[22]

Müslüman kadının müşrik veya ehli kitap bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Çünkü bu yasak âyetle belirlenmiştir[23] 20 nci yüzyılda çıkarılan İslâm aile hukuku kanunlarının hemen hepsinde bu hüküm açıkça ifade edilmiştir.[24]

2) Üç defa boşamadan doğan evlenme engeli:

  1. a) Hulle ve dayandığı deliller:

İslâm’da kocaya, eşini üçe kadar boşama yetkisi verilmiştir. Karısını üç defa boşamışsa artık kadının bir başka erkekle geçerli bir şekilde evlenmesi ve bu ikinci evliliğin talâk, fesîh veya ölümle sona ermiş olması gerekir. Koca ile eski karısı arasında mevcut bu geçici yasağı ortadan kaldırmaya yönelik muameleye “tahlil (helâl kılma)” veya kısaca “Hulle” adı verilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allâh’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inanırlarsa, yeniden evlenmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur.” [25]

Üç talakla boşanan kadın, ikinci bir erkekle evlenince, bununla cinsel birleşmenin meydana gelmesi şarttır. Aksi halde bu ikinci evlilik herhangi bir şekilde sona erse de kadın eski kocasına dönemez, Useyle hadisi bunun delilidir. Hz. Âişe’den (r. anhâ) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rifâa el-Kurezî’nin (r.a.) karısı Hz. Peygamber’e geldi ve şöyle dedi: “Ben Rifâa’nın eşi idim, beni üç talakla boşadı. Ondan sonra Abdurrahman İbn Zübeyr ile evlendim. Ancak o benimle cinsel birleşmede bulunacak durumda değildi.” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Rifâa’ya dönmek istiyor musun? Sen Abdurrahman’ın, o da senin balcığından tatmadıkça bu olmaz.”[26]

Geçerli bir hullenin şartları şunlardır:

  1. Bir defada veya ayrı ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın, iddetini tamamlayacak;
  2. Kadın bundan sonra başka bir erkekle sahih nikâhla evlenecek;
  3. Evlendiği ikinci erkekle cinsel birleşme meydana gelecek;
  4. Ölüm veya normal bir boşanma yahut nikâh feshi yoluyla bu evlilik sona ermiş bulunacak;
  5. Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.
  6. b) Anlaşmalı hulle ve hükmü:

Üçlü boşama ile karısını boşayan koca, başka bir erkekle anlaşır ve o da ikinci evlilikten hemen sonra kadını boşayacağına söz verirse, bu şekilde anlaşmalı bir evlilik kadını ilk kocasına helâl kılar mı?

Hanefîlere ve bazı Şâfiîlere göre, tahrîmen mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Hulle için konuşulan şart yok sayılır. Hadîs-i şerîfte; “Anlaşmalı nikâh yapana ve kendisi için böyle bir nikâh yapılana Allâh’ın Rasûlü lânet etti.”[27] buyurulmuştur.

Bu hadiste, anlaşmalı nikâh yapana “muhallil (helal kılıcı)” deyiminin kullanılması akdin geçerli olduğunu gösterir. el-Evzâî’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Anlaşmalı nikâh yapan ne kötü iş yapmıştır, ancak bu nikâh geçerlidir.”[28]

Diğer yandan anlaşmalı evlilik ilk kocaya gerekli teminatı sağlamaz. Çünkü ikinci erkek fikir değiştirerek evliliği sürdürmek isterse boşamaya zorlanamaz. Ancak böyle bir evlilik durumunda kadın nikâh akdi sırasında talak yetkisi alırsa, istediği takdirde onun da bu evliliği sona erdirme hakkı doğabilir.

İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre anlaşmalı evlilik bâtıldır. Karı bununla önceki kocasına helâl olmaz. Dayandıkları delil, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, anlaşmalı evlilik yapana ve yaptırana lânet etmesi ve birincisine “kiralık teke” ifadesini kullanmasıdır.[29]

3) İddete bağlı evlenme engeli:

Evliliğin ölüm, boşanma veya fesih sebeplerinden biriyle sona ermesi halinde kadının yeniden evlenebilmek için beklemek zorunda olduğu süreye “iddet” denir. Bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi İslâm hukukunda da evliliğin sona ermesi halinde doğacak çocuğun nesebini belirleme ve kadına yeniden evlenebilmek için bir düşünme süresi sağlama gibi nedenlerle iddet şartı ve prensibi getirilmiştir.

İslâm’da iddet, evliliğin sona erme nedenine göre değişik sürelere bağlanmıştır.

Evliliğin kocanın ölümü ile sona ermesi halinde kadının bekleyeceği iddet süresi dört ay on gündür. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına dört ay on gün beklerler.” [30] Bu bekleme süresi; hem kadın hem de yakınları için bir teselli, alıştırma ve psikolojik bakımından da yararlı bir uygulamadır. Doğacak çocuğun nesebinin karışmasını öneleme ve yeniden evlilik konusunda zaman kazanma gibi hikmetleri söz konusudur.

İslâm’da yas tutmaya bir sınırlama getirilmiştir. Ümmü Seleme’den (r. anhâ) rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allâh’a ve âhiret gününe îman eden bir kadının, vefat eden kocası için dört ay on günlük iddeti dışında, herhangi bir kimse için üç günden fazla yas tutması helâl değildir.” [31]

Evlilik hangi nedenle sona ererse ersin, kadın gebe ise iddetin süresi doğuma kadardır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

وَاُوۨلَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ “Gebe kadınların iddetlerinin sonu, çocuklarını doğurmalarıdır.”[32] Ashâb-ı Kirâm’dan Sübey’atü’l-Eslemî (r. anhâ) ölüm iddeti beklerken doğum yaptı, ancak dört ay on gün geçmemişti. Durumu Allâh’ın Rasûlüne sordu: Rasul-i Ekrem (s.a.v.) doğumla iddetinin bittiğini ve dilerse yeniden evlenebileceğini kendisine bildirdi.[33]

Hz. Ali ve İbn Abbas’a göre, kocası ölen hamile kadın iki iddetten uzun olanı uygular.

Kadın evlilik dışı cinsel birleşme sonucu hamile kalmışsa, eğer kadın suç ortağı olan erkekle evlenecekse iddete tabi olmayıp hemen evlenebilir. Altı ay geçtikten sonra çocuk dünyaya gelirse nesebi bu erkekten sabit olur. Altı aydan önce doğum olduğunda, koca zinadan söz etmeyerek çocuğun kendisinden olduğunu söylerse, yine neseb bu ikrar nedeniyle sabit olur. Burada daha önceki bir nikâh akdinin varlığı veya şüpheye dayalı bir cinsel birleşmenin vuku bulduğu düşünülür. Çünkü Müslümanın prensip olarak iyi olduğu kabul edilir ve kötü olabilecek hali örtülür.

Zina eden kadın zina etmeyen bir erkekle evlenirse, Hasan el-Basrî (ö.110/728) gibi bir grup bilgine göre, nikâh akdi feshedilir. Ancak çoğunluk müctehitlere göre böyle bir evlilik câizdir. Bu konuda delil şu âyettir:

“Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek evlenir. Bu mü’minler üzerine haram kılınmıştır.”[34]

İlk grup bilginler âyetin açık anlamını esas alarak haramlık anlamı verdiler. Çoğunluk fakihler ise âyetin bu işin çirkinliğini anlattığını, dolayısiyle “kötüleme” anlamı taşıdığını söylediler. Çoğunluğun dayandığı deliller şunlardır: Hz. Âişe’den (r. anhâ) rivayete göre, Hz. Peygamber’e (s.a.v.), bir kadınla zina eden ve onunla evlenmek isteyen kimsenin durumu sorulmuştu. O şöyle cevap verdi: “Öncesi sifah, sonu nikâhtır. Ancak haram helâli haram kılmaz.” [35] İbn Abbas’a da (r.a.) bunun benzeri bir soru sorulmuştu. O şöyle dedi: “Öncesi sifah, sonu nikâhtır. Bunun benzeri şudur: Bir adam, birinin bahçesine girip ürünlerinden çalıyor. Sonra bahçe sahibi gelince, bu ürünleri parasını verip satın alıyor. Çaldıkları haramdır, fakat satın aldıkları helâldir.”[36]

Hanefîlere göre, zina etmemiş bir erkek, zina eden, fakat hamile olmayan bir kadınla evlense, nikâh akdi sahih olur. Eğer kadın hamile ise, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre, yine nikâh geçerli olur, fakat cinsel birleşme doğuma kadar geciktirilir.[37] Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allâh’a ve âhiret gününe îman eden kimse, suyunu, başkasının çocuğu üzerine akıtmasın.”[38] İmam Züfer’e göre ise, zinadan hamile olan kadınla evlilik akdi geçerli değildir. Çünkü bu gebelik cinsel temasa engel olup, akde de engeldir. Nitekim hamilelik zina yoluyla olmasa da evlilik akdine engeldir.

Boşanan kadının iddeti üç defa hayız görüp temizlenmesidir. Âyette şöyle buyurulur:

“Boşanmış kadınlar kendi başlarına üç hayız ve temizlenme süresince beklerler.” [39] Buna göre, kadın temizlik günlerinde boşanmışsa, üçüncü hayızın bitiminde iddet tamam olur. Hayızlı iken boşanmışsa; içinde boşandığı ilk hayız dışındaki üç hayız sonunda iddet bitmiş olur. Ancak hayızlı iken boşama bid’attır.

Hayız görmeyen küçüklerle, hayızdan ümit kesen yaşlıların iddeti üç aydır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Kadınlarınızdan artık âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyen küçük kadınların iddeti konusunda tereddüt ederseniz, biliniz ki onların bekleme süresi üç aydır.” [40] Buna göre, ergen olmayan veya 55 yaşını geçen kadının iddet süresi üç aydır.

Diğer üç mezhebin aksine Mâlikîlere göre, henüz cinsel birleşmeye tahammül edemeyecek kadar küçük olan veya kocası cinsel organdan yoksun bulunan kadın için iddet bekleme zorunluluğu yoktur.

4) Sıhrî civar hısımlığından doğan evlenme engeli:

İki kız kardeşle veya eşinin teyzesi veya halası ile aynı zamanda evlenilemez. Aksi halde sonraki tarihli evlilik geçerli olmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“İki kız kardeşi bir nikâh altında toplamanız da size haram kılındı, ancak câhiliyye devrinde geçen geçmiştir.” [41] Bu yasak, hadîs-i şerîflerle genişletilerek, kadının halası ve teyzesi de yasak kapsamına alınmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Karı ile hala ve teyezsi bir nikâh altında toplanamaz.” [42] Erkek ve kız kardeşinin kızları da bu yasak kapsamına girer.

Birbirine çok yakın olan kadınlarla aynı anda evlenmenin yasaklanmasının sebebi, daha çok ahlâkîdir. Gönüllerinde karşılıklı sevgi ve saygı bulunması gereken iki kız kardeşi veya yeğen ile teyze veya halayı aynı zamanda nikâhlamak, onlar arasında bir kıskançlık ve rekabete yol açar ve sila-i rahim kesilir. Süt kız kardeş, süt hala ve süt teyzelerin durumu da böyledir.

Yahudilikte, iki kız kardeşle aynı zamanda evlenmek önceleri meşrû iken sonradan neshedilmiştir.[43]

5) Başkası ile evli olmaktan doğan engel:

İslâm, kadın için tek evlilik prensibini benimsemiştir. Bu nedenle kadın için evli bulunmak aynı anda bir başka evlenmeye engel teşkil eder. Âyet-i Kerîme’de şöyle buyurulur: “Savaş esiri olarak sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlarla (evlenmeniz de size haram kılındı)” [44]

Evli kadın kocasından boşanır veya kocası ölürse, iddetini tamamladıktan sonra, başka bir erkekle evlenme yasağı ortadan kalkar. Bu bakımdan evlilik kadın açısından geçici evlenme engeli teşkil eder.

İslâm’da aile ve toplum şartlarının gerektirmesi durumunda birden çok kadınla evliliğe izin verilmekle birlikte, eşler arasında adaletin sağlanmasının güçlüğüne dikkat çekilmiş ve tek kadınla evlilikle yetinilmesi istenmiştir.[45]

Bulaşıcı ve bir takım ağır hastalıklar İslâm’da evlenme engeli sayılmamıştır. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî’ye göre hastanın evlenmesi caizdir. Ancak erkekteki bazı hastalık ve kusurlar nedeniyle kadının mahkemeye başvurarak evliliği sona erdirmesi mümkündür.

Hac’da iken ihramlı olmaktan doğan evlenme engelini Hanefî mezhebi kabul etmemiştir. Ancak böyle bir durumda zifaf, ihramdan çıktıktan sonraya geciktirilir. Diğer üç mezhep imamına göre ise ihramlı iken evlenen kimsenin nikâhı bâtıldır.[46]

Dipnotlar:

[1] Nisâ’, 4/23. [2] H.A.K. mad. 20-32; Döndüren, age 212, 213. [3] Nisâ’, 4/22. [4] Nisâ’, 4/23. [5] Ahzâb, 33/37. [6] Ahzâb, 33/4,5. [7] bk. Halil Cin, age, s. 105; H.A.K. mad. 29. [8] Nisâ’, 4/23. [9] Buhârî, Şehâdât, 7; Müslim, Radâ’, 1. [10] Ahkâf, 46/15. [11] Bakara, 2/233. [12] Buhârî, Nikâh, 21. [13] İbn Rüşd, age, II, 31; Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Terc., VII, 368-370. [14] Bakara, 2/221. [15] Mâide, 5/5. [16] bk. Mâide, 5/5; Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, Âsitâne, 1338, II, 397. [17] Sâbûnî,Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm, 2. baskı, Dımaşk, 1977, II, 564. [18] İbnü’l-Hümâm, age, II, 372. [19] Tevbe, 9/30. [20] Mâide, 5/72-73. [21] Cassâs, age, II, 15-20; Kâsânî, age, II, 270; İbn Rüşd, age, II, 37 vd. [22] el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 281. [23] Bakara, 2/221; Mâide, 5/5. [24] bk. H.A.K., mad. 58. [25] Bakara, 2/230. [26] Buhârî, Talâk, 7, 37; Ebû Dâvûd, Talâk, 49; Nesâî, Talâk, 9; İbn Mâce, Nikâh, 32. [27] Ebû Dâvûd, Nikâh, 15; Tirmizî, Nikâh, 27; İbn Mâce, Nikâh, 33. [28] Sâbûnî, age, I, 341. [29] bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 15; Tirmizî, Nikâh, 27; İbn Mâce, Nikâh, 33. [30] Bakara, 2/234. [31] Buhârî, Cenâiz, 31, Hayz, 12, Talâk, 46-49; Müslim, Radâ, 125, 126, 129-133; Ebû Dâvûd, Talâk, 43, 46; Tirmizî, Talâk, 18; Nesâî, Talâk, 58, 59; İbn Mâce, Talâk, 35. [32] Talâk, 65/4. [33] Cassâs, age, Beyrût, t.y., I, 3. [34] Nûr, 23/3. [35] Taberânî, Dârekutnî; Sâbûnî, Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm, Dimaşk 1977, II, 50. [36] Kurtubî Tefsîri, XII, 170. [37] Zühaylî age, VII, 149; Döndüren, age, s. 232. [38] Tirmizî, Nikâh, 35; Ebû Dâvûd, Nikâh, 44; A. b. Hanbel, IV, 108, 109. [39] Bakara, 2/228. [40] Talâk, 65/4. [41] Nisâ’, 4/23. [42] Buhârî, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 33, 34, 36, 40. [43] bk. Ahd-i Atik, Tekvin, XXIX, Levililer, XVII, 18. [44] Nisâ’, 4/24. [45] Nisâ, 4/3. Çok eşlilikle ilgili olarak bk. Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstabul 1967, II, 112 vd.; M.Es’ad, Târih-i İlm-i Hukuk, s. 74, 97, 139, 141, 149, 165, 173; M. Sibâî, el-Mer’etü Beyne’l-Fıkh ve’l-Kânûn, s. 210 vd.; Tevrat, Samuel, 2/12, 7/8. [46] İbn Rüşd, age, II, 36, 39; Kâsânî, age, 264, 272.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’DA EVLENME ENGELLERİ

İslam’da Evlenme Engelleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.