İslam'da Edebin Önemi Nedir?

Edep, İslâm nazarında o kadar ehemmiyetlidir ki, onu kısaca târif etmek için “İslâm, edepten ibârettir.” denilebilir. Çünkü İslâmî emirlerin tamamı, aynı zamanda edep îcâbıdır. Yasaklar ise edebe muhâlif olan şeylerdir.

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- şöyle buyurur:

“Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek ve yasaklarından kaçınmaktır.”

Mü’minin edep ve ahlâkının güzel olması, îmânının da son derece kuvvetli olduğunun bir göstergesidir.[1] Yani edep, aynı zamanda kâmil îmânın bir aynasıdır.

EDEP VE GÜZEL AHLÂK

Edep, güzel ahlâkın zirve noktasıdır. Allâh’ın bir kimseye verdiği en hayırlı ve en kıymetli nîmet, güzel ahlâktır.[2] Kıyâmet günü mîzanda en ağır gelecek sevap, yine güzel ahlâktır.[3] Allah ve Rasûlü’nün en çok sevdiği ve cennette Peygamber Efendimiz’e en yakın olacak kimseler, âhlâkı güzel olan edepli kimselerdir.[4] O hâlde güzel ahlâk, ebedî saâdete ermeleri için insanlara bahşedilen bir nevî cennet vizesidir.[5]

Edep, hayvânî vasıflardan kurtulup insânî meziyetlerle ziynetlenmektir. Edep, her işin usûlüdür. Edep noksanlığı ile gerçek insanlık seviyesine ulaşmak, mümkün değildir. Zira insan, bedeniyle değil, asıl yüksek rûhî vasıflarıyla insandır. Buna binâen Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“Kişinin edebi, zehebinden daha hayırlıdır.”[6] buyurmuştur. Yani, kişinin edepli olması, sahip olduğu bütün dünya servetinden daha hayırlıdır.

Edep, şeytanın düşmanıdır. Bu sebeple evlâdına edep öğretmeyen ana-baba, şeytana bir dost kazandırmış olur. Edepli insan, maddî ve mânevî her türlü belâdan ve şeytanın şerrinden muhâfaza olur. Şâir ne güzel söyler:

Edep bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan,

Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan…

Bunun içindir ki, asırlarca tekke ve dergâhların duvarlarını süsleyen îkaz levhalarından biri de أَدَبْ يَا هُو: Edeb yâ Hû!..” olmuştur.

Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:

“Güzel edep, Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür.”

Allah dostları demişlerdir ki:

“İbadet insanı cennete götürür, ibadette edep ve tâzîm ise Allâh’a götürür, Hakk’a yaklaştırır.”

AHLÂKIN EN MÜKEMMELİ

Ahlâkın en mükemmeli ve edebin en üstünü, dinde edep, yani Allah Teâlâ’ya karşı gösterilen edeptir ki, tasavvufun en mühim gâyesi de budur.

Allâh’a karşı edepten sonra, O’nun Rasûlü’ne gösterilecek edep gelir. Bu edepleniş, üstâda, ana-babaya, mü’minlere ve silsile hâlinde bütün mahlûkâta uzanır.

Ecdâdımız, sergilediği edep, iffet ve nâmus ile bütün dünyanın hayranlığını kazanmıştır. Nitekim son derece mutaassıp bir Protestan papazı olan Salomon Schweigger, ecdâdımızın edep hâline dâir bir müşâhedesini Seyahatnâme’sinde şöyle ifâde etmiştir:

“Adamlar hamamda bile bir örtü kuşanıyorlar. Ne kadar edepli insanlar. Bu edep ve nâmusu bu barbarlardan(!) öğrenmemiz lâzım.” (İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s. 88)

Müslüman bir genç; konuşmasında, hareketlerinde, her türlü insânî münâsebetlerinde Peygamber Efendimiz’in edebiyle edeplenmelidir. Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- Allah Rasûlü’nün edep ve ahlâkını şöyle anlatır:

“Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kesinlikle hakâret etmez, mübârek ağzından kaba bir söz çıkmaz ve lânet etmezdi. Birimizi azarlayacak olduğunda sadece:

«–Allah iyiliğini versin, ona ne oluyor ki!..» derdi.” (Buhârî, Edeb, 38, 44)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:

“Alçakça söylenen bir söze karşılık vereyim deme! Çünkü o sözün sahibinde onun gibi daha nice düşük sözler vardır. Sana yine onlarla cevap verir.”

Edebi terk etmek, insanı hayvandan da aşağılara düşüren ve nihâyetinde helâke sürükleyen büyük bir gaflettir. Zira edepsizlik, dipsiz bir kuyu gibidir ki, nihâyetine erilmez. İnsan gittikçe daha derinlere doğru batar. Nefsinin bir hevâsını tatmin ettiğinde, daha ileri ve daha kötü bir hevâ zuhûr eder. Bu minvâl üzere insan, nefsinin peşinde koşarken helâk olup gider. Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bildirdiğine göre:

“Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

Yusuf Has Hâcib şöyle der:

“İnsanlara kaba söz söyleme! Kaba söz, alev alev yanan bir ateştir. Onu ağzından çıkardığında, evvelâ kendin yanarsın.”

MÜMİN BİR GENÇ VE EDEBİ

Mü’min bir genç Kur’ân lisânıyla konuşmalıdır. Kaba ve sert ifâdelerden kaçınmalıdır. Zira sert ve kaba ifâdeler, muhâtabı yaklaştıracak yerde uzaklaştırır, fayda sağlayacak yerde karşı cepheler açar. Kur’ân lisânıyla konuşmaya dâir birkaç misal şöyledir:

قَوْلًا لَيِّنًا Zâlime karşı yumuşak söz,

قَوْلًا مَيْسُورًا Yoksula karşı kolaylaştırıcı, ferahlatıcı söz,

قَوْلًا كَر۪يمًا Anne babaya karşı iyilik dolu ve güzel söz,

قَوْلًا سَد۪يدًا Bütün insanlara karşı doğru ve dürüst söz,

قَوْلًا مَعْرُوفًا Yetimlere ve muhtaçlara karşı gönül alıcı söz,

قَوْلًا بَل۪يغًا İnsanlara doğru ve yanlışları anlatırken açık, akıcı ve hikmetli söz söylemek...

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

İnsanlara güzel söz söyleyiniz!” (el-Bakara, 83)

Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler!” (el-İsrâ, 53)

Sözün özü, altın ve gümüşün zenginliği gider, lâkin edebin zenginliği dâimâ bâkî kalır. Dolayısıyla müslüman bir genç, her şeyden önce edep kâidelerini öğrenmeli, bunlara ehemmiyet vermeli ve başkalarına da bizzat yaşayarak örnek olmalıdır.

Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle buyurur:

“İblis’in ilâhî kapıdan kovulması, Hakk’ın karşısında edepsizce konuşmasındaki cür’etindendir.”

“Eğer şeytanın başını ezmek istersen, gözünü aç ve gör; şeytanı kahreden, edeptir. İnsanoğlunda edep bulunmazsa, o gerçekte insan değildir. Zira insan ile hayvan arasındaki fark, edeptir.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları


[1] Bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, 15/4682.

[2] Bkz. İbn-i Mâce, Tıb, 1.

[3] Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 7/4799.

[4] Bkz. Tirmizî, Birr, 71/2018.

[5] Bkz. Tirmizî, Birr, 62/2004.

[6] Doç. Dr. Abdülaziz Hatip, Hz. Ali’den Hikmet Parıltıları, İstanbul 2006, s. 22.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.