İslam'a Göre Din Duygusunun Kaynağı Nedir?

İslam'a göre din duygusunun kaynağı nedir? İslam'ın insan ve din tanımı nedir?

İslâm’a göre insanlığın ilk dini, tevhid dinidir. Dinin kurucusu, Yüce Allah'tır. Allah, kainatı, insanı yaratmış, kitaplar ve peygamberler göndermiştir. İnsanlar, bir erkek ve bir kadından yaratılmıştır. Hz. Adem'e her şeyin ismi öğretilmiş ve kendisi ilk peygamber olarak görevlendirilmiştir. Hz. Adem, Allah'tan aldığı vahiy ve ilham ile kendi devrindekileri irşat etmiştir.

HAK DİNE DAVET

Zamanla bu insanlar tevhid esaslarını unutup, Allah'tan başka şeylere, tabiat kuvvetlerine, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapınmaya ve bunları Allah'a ortak koşmaya yöneldikçe; Allah da peygamberler gönderip onları "hak dine", “hak yola” davet etmiştir. Hak din, Allah'ın gönderdiği peygamberler ve kitaplar yoluyla akıl ve irade sahibi insanlara bildirilmiştir. Bunun için önce tevhid akidesi varolmuş, çok tanrıcılık (şirk ve politeizm) daha sonra insanların bozulmasıyla ortaya çıkmıştır.

Allah, insana gerçekleri ve vazifelerini öğretmek üzere zaman zaman elçiler ve kitaplar göndermiştir. Bazılarına kitap da verilen bu elçiler, gönderildikleri  insanlara uyarı ve irşat vazifelerini yeri­ne getirmişlerdir. Yüce Allah, insana kendisini bulması, gerçeği anlaması için akıl, emrettiği yolda yürümesi için irade, yanıldığında yolunu düzeltmesi için ilahî ölçüler lutfetmiş ve insanı yeryüzünün halifesi kılmıştır.

İslâm, evrimcilerin anlattığı şekilde insanların ve dinlerin evrimini kabul etmez. Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın, insanı en güzel biçimde[1]  ve inanma ihtiyacı içinde[2] yaratmış olduğunu bildirmektedir. İnsan, en güzel biçimde ve fıtratında Allah'ı arama duygusu içinde yaratılmış olmasına rağmen, kendi başına  bırakılmamış,  peygamberlerle desteklenmiştir.

Bu konuda, Kur'an-ı Kerim'de şöyle denilmektedir: "Biz, seni müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Geçmiş her millet içinde de mutla­ka bir uyarıcı bulunagelmiştir."[3] Bu "uyarıcı"nın vazifesi, "Andolsun ki her ümmete Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının diyen bir elçi göndermişizdir."[4] şeklinde açıklanmıştır. Bu konuya açıklık kazandıran bir başka âyetin anlamı da şöyledir: "Biz bir elçi göndermedikçe (hiç kimseye) azap etmeyiz"[5]. Yine Ra'd sûresi'nde "Her milletin bir yol göstereni vardır." [6] denilmektedir.

Zikri geçen elçilerden bazılarının adları Kur'an-ı Kerim'de verilmek­te ise de, aslında elçilerin sayısı bunlarla sınırlı  değildir. Bu husus, Nisa sûresinde şu şekilde açıklanmaktadır: "...Müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını sana anlattık, bir kısmını da anlatmadık."[7] Bu ve benzeri bazı âyetlerden Hz. Muhammed Mustafa’ya (a.s.) kıssası bildirilen peygamberler yanında bildirilmeyenlerin de bu­lunduğu anlaşılmaktadır.[8] Nitekim bir hadiste 124.000 peygamber gönderildiğinden bahsedilmektedir.[9]

İNSANLIĞI ÇAĞIRAN ELÇİLER

Peygamberler; yollarını değiştirdiklerinde, insanları yeniden tevhide ve hak dine çağıran elçilerdir. Kitaplar, peygamberlerden sonra, onların getir­dikleri hükümlerin devamını sağlamıştır. Ancak belirli peygamberlerin ki­tapları vardır. Diğerleri onlara tabi olmuşlardır. Kitaplardaki hükümler iyi korunmayıp değiştirildikçe, bir sonraki kitap öncekini düzeltip tamamlamış, yenilemiştir. İnsanlar çoğalıp toplumlar geliştikçe, dinin hükümlerinde de durum ve ihtiyaca göre gelişmeler olmuştur.

Kitaplar, önce "suhuf" (sahifeler: tabletler, levhalar, papirüsten sahifeler) halinde iken, sonra kitap haline dönüşmüş ve Kur'an-ı Kerim ile son şeklini almıştır. Ancak suhuf'tan kitaba, dar çerçeveli hükümlerden daha kapsamlı hükümlere doğru gelişme devam ederken tevhîd ve imanla ilgili öz değişmemiştir. Çünkü vahyin kaynağı Yüce Allah'tır, peygamberler de aynı esasları tebliğ etmişlerdir.

Görüldüğü gibi, İslâm'a göre, dinin kaynağı ilahîdir. Bir ibtidaî durumdan  çok-tanrıcılığa, ora­dan da tek-tanrıcılığa geçiş değildir.[10] İlk insandan bu yana, Yüce Allah'ın bütün elçileri aynı tevhid esasını tebliğ etmişlerdir. Bu tebliğ, anlaşılsın ve tatbik edilsin diye her peygam­ber kavmine, kendi dili ile gönderilmiştir.

İslâm, diğer dinler arasında, adını kendi kutsal kitabından alan yegane dindir.[11] Kur'an-ı Kerim'de Allah Teala, "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için  din olarak İslâm'a razı oldum."[12] demekte ve İslâm'dan başka bir dinin kabul edilmeyeceğini[13] bildirmektedir. Dolayısıyla İslâm'la din müessesesi ikmal edilmiş, Yüce Allah'ın, insanlara olan nimeti tamamlanmıştır.

Hz. Muhammed (s.a.), Allah'ın elçisi ve son peygamberidir. Bir âyet-i kerîmede Hz. İsa'nın şöyle dediği bildirilmektedir: "Ey İsrail Oğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı  doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygam­beri müjdeleyen Allah tarafından size gönderilen bir peygamberim."[14]

Bu ve benzeri âyetlerden, peygamberlerin aynı esasları bildirdiği, vahyedilen kitapların kendinden önceki ilahî kitapları tasdik ve tekit ettiği, bu kitapların daha sonra gelecek peygamberi müjdelediği ortaya çıkmaktadır. Buna göre peygamberler zincirinin son halkasını Hz. Muhammed (s.a.) ve kitapların sonuncusunu da Kur'an-ı Kerim oluşturmaktadır.

EHL-İ KİTAP KİMDİR?

Kur'an-ı Kerim'de hıristiyanlar ve yahudiler "Ehl-i Kitap" kabul edilmektedir. Bu dinlerin, orijinal ve bozulmamış yapılarının hak din  üzere olduğu açıklanmaktadır.[15]

Demekki, İslâm inancına göre, dinin kaynağı ancak vahiy ve nübüvvettir. Bu da tarihen sabittir.

İnsan, diğer varlıklar arasında en seçkin bir varlıktır. Yüce Allah, onu yeryüzünün halifesi kılmıştır. Dağların, göklerin yüklenemediği emaneti, vazifeyi o yüklenmiştir.[16] Bu ağır yüke katlanabilmesi için Yüce Allah onu çeşitli istidat ve kabiliyetlerle donatmıştır. Din duygusu da bunlar arasındadır. Rûm sûresinin 30. âyetinde Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Sen, yüzünü bir hanif olarak, dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun (fıtratın) üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez."

Aynı konu ile ilgili Ebu Hureyre'den (r.a.) rivâyet edilen bir hadis-i şerif de şöyledir: "Her doğan, ancak İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anası, babası yahudi ise onu yahudi, nasranî (hıristiyan) ise nasranî, mecusî ise mecusî yaparlar."[17]

Bu hadiste din duygusunun fıtrî olduğu; tertemiz ve masum olarak yaratılmış olan insanın, aile ve çevresinin etkisiyle din değiştirdiği belirtilmektedir. Ayrıca bu hadis, hıristiyan inancındaki “insanın doğarken günahkâr olarak doğduğu” iddiasını kabul etmemekte; buna mukabil insanın günahsız olarak doğduğunu, aldığı eğitim ve terbiyeye göre şekillendiğini ortaya koymaktadır.[18]

Hz. Adem'den itibaren bütün insanlar, Yüce Allah tarafından gönderilen tevhid dininin esaslarını kavrayıp benimseyecek ve hayatlarını bu esaslara göre düzenleyecek seviyede zihnî, ruhî ve bedenî kapasiteye sahip olarak yaratılmışlardır. Allah'ın başlangıçtan itibaren insanlara bildir­diği dinin tevhid dini olduğu ve onların bu dini benimsemeye yatkın bir fıtratta yaratıldığı belirtilmiştir.[19]

Büyük Larus Ansiklopedisi, din duygusunun bütün insan cinsi arasında müşterek olduğunu, en ilkel ve vahşi kabilelerden tutun da en ileri cemiyetlere kadar hepsinde din fikrinin bulunduğunu, tabiat ötesine ve ilahî bir güce inanmanın, in­sanlığın cihanşumül ve ebedi bir içgüdüsü olduğunu belirtmektedir.

Her dönemde insanlık daima şu sorulara cevap aramıştır: Kainat ve insan nedir? Nereden gelmiştir? Onu kim yaratmıştır? Kim idare etmektedir? Hedefi nedir? Bu ve benzeri sorular hep aklımızı kurcalamaktadır. Dünya üzerinde yaşarken zihnimize ve hayatımıza hangi kurallar hakim olmalıdır? Bu hayattan sonra bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Sonsuz bir ha­yat mı, yoksa hemen islam’bitiverecek bir ömür mü? gibi sorulara her millet, her toplum, her kabile kendi anlayışına göre iyi veya kötü, makul veya gülünç, değişen veya değişmeyen cevaplar vermiştir.

Yaşadığımız yüzyılda ilmî, fennî, iktisadî ve sosyal gelişmemiz hangi seviyede olursa olsun, pratik hayatta ne büyük adımlar atmış olursak olalım, kendi geçimimizi ve bakmak zorunda olduğumuz kimselerin geçimini sağlamak için ne kadar yorulursak yorulalım bir an için dinlenip rahatlarsak, ister böbürlenelim ister tevazu edelim, ister iyi olalım is­ter kötü, zihnimiz muhakkak şu ezeli suallere takı­lır: Biz ne için ve ne amaçla yaratıldık? Hak ve görevlerimiz nedir?

Ünlü filozof Henri Bergson bu konuda: «İlimden, sanattan ve felsefe­den yoksun insan toplulukları bulunmuştur ve bulu­nacaktır da. Ama dinsiz bir toplumun var olduğu hiç görülmemiştir.» demiştir.[20]

[1] Tîn, 95/4.

[2] Rûm, 30/30.

[3] Fâtır, 35/24.

[4] Nahl, 16/36.

[5] İsrâ, 17/15.

[6] Ra’d, 13/7.

[7] Nisâ, 4/164-165.

[8] G. Tümer-A. Küçük, Dinler Tarihi, s. 27, 30, 31,35, 36.

[9] Ahmed b. Hanbel, V, 226.

[10] Batıda dinlerin kaynağı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan  Edward B. Taylor (1832-1917) “dinin başlangıcının “animizm” (ata ruhlarına tapınma) olduğunu, J. G. Frazer (1845-1951) “büyü” olduğunu, Durkheim(1881-1917) “totemizm” (kabilenin kutsal saydığı bir varlığa tapınma” olduğunu öne sürmüşlerdir. Bunlar Yeni Zelanda, Avustralya, Afrika ve Asya’da halen yaşayan ilkel kabileleri inceleyerek bu fikirlere vardıklarını iddia etmişlerdir. Sonradan, onların bizzat oralara gitmedikleri, bir takım seyyahların ve misyonerlerin hatıralarından hareketle bu fikre ulaştıkları tesbit edilmiştir. Ayrıca yine batıda Andrew Lang (1844-1912) ve Wilhelm Schmidt (1868-1954) gibi araştırmacıların bulguları, bu teorilerin güvenirliliğini sarsmıştır. Sosyal antropolojinin gelişmesiyle de dinin kökeninin bu şekilde tespit edilmesinin mümkün olmadığı, bunların keyfi bir noktadan hareket ettikleri ilim dünyasında ağırlık kazanmıştır. Dinin kökenleri ile ilgili olarak bk.  Mircae Eliade, Dinin Anlamı ve Fonksiyonu” (çev. Mehmet Aydın) Konya, 1995, s. 32-40, 55-61.

[11] Âl-i İmrân, 3/19.

[12] Maide, 5/3.

[13] Bk. Al-i Imran, 3/85.

[14] Saf, 61/6.

[15] Kasas, 28/53.

[16] Ahzâb, 33/72.

[17] Buhari, Cenaiz, 92.

[18] G. Tümer-A. Küçük, age, s. 36, 37, 38.

[19] Ömer Faruk Harman, İlmihal (Diyanet Vakfı), İstanbul 1998, I, 5.

[20] M. Abdullah Draz, Din ve Allah İnancı (Çev. Akif Nuri), İstanbul, 1978, s. 94-97.

Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik  Hıristiyanlık ve İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM NEDİR?

İslam Nedir?

"İSLAM NEDİR?" HADİSİ

"İslam Nedir?" Hadisi

HAK DİN İSLAM

Hak Din İslam

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.