İslam Dininin İlme Verdiği Önemi Gösteren Örnekler

Müslümanların bilime katkıları nelerdir? İslam dininin ilme verdiği önemi gösteren örnekler.

İslâm’ın bugüne kadar “ilim” ile bir ihtilafı veya çatışması olmamıştır. İslâm, ilmi yasaklamak bir tarafa bilâkis ona en kuvvetli bir şekilde teşvik etmiş ve ilim öğrenmeyi her müslümana farz kılmıştır.[1] Diğer taraftan, ilmî keşifler hiçbir zaman İslâm’ın hükümlerini yalanlamamış, bilâkis devamlı onları tasdik edegelmiştir. Niçin yalanlasın ki? İlim, Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde araştırma yaparak Allah’ın onlara koyduğu kâideleri keşfetmeye çalışır. İslâm da Allah -celle celâlühû- tarafından gönderilmiş ve aynen gönderildiği gibi aslî hâliyle muhafaza edilmiş olan ilâhî bir dindir. O hâlde ilim ile İslâm’ın kaynağı aynıdır. Yani: Tek kaynak iki farklı ırmak… İlmî keşifler yapıldıkça ve ilim ilerledikçe Allah’ın azameti, kudreti, hikmetinin nihayetsizliği daha fazla öğrenilerek insanların Allah’a olan îmanları artmaktadır. Bu sebeple ilim İslâm’ın ayrılmaz bir parçasıdır.

İSLAM DİNİNİN İLME VERDİĞİ ÖNEMİ GÖSTEREN ÖRNEKLER

Cenâb-ı Hakk’ın ilim sâhibi olduğunu, gizli açık her şeyi bildiğini ifade eden pek çok esmâ-i hüsnâsı mevcuttur. Kul Allah’ın ilim sıfatından nasib alma gayreti içinde olmalıdır. Diğer taraftan, insanları ilme teşvik eden pek çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf mevcuttur. Bunların bir kısmını arzedelim:

Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimiz’e ilk hitabı “Oku!” emridir. Bu emrin hemen ardından mü’minlerin dikkati insanın yaratılışına çekilerek bu yöndeki araştırmalar teşvik edilmiştir. Daha sonra “Oku!” emri tekrar edilerek kalemle öğreten ve insana bilmediği şeyleri tâlim eden Rabbimizin çok kerem sahibi olduğu ifade edilmiş ve okuyup araştıran kullarına pek çok ikramlarda bulunacağına işaret edilmiştir. (Alâk, 1-5)

 Ardından inen âyetlerde kaleme ve yazdıklarına, kitaba yemin edilmiş, kitap kelimesi pek çok defa ısrarla tekrarlanmış, ilimden, âlimlerden, akletmekten, tefekkür ve tedebbürden övgüyle bahsedilmiştir.[2] Bu yüzden okuma, yazma, eğitim, öğretim, araştırma, tefekkür, akıl yürütme gibi hususlar bu dinin temel karakteri olmuştur.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Allah, kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etmiştir. Melekler ve ilim sâhipleri de adâletli davranarak şahitlik etmişlerdir ki; O, mutlak gâlip, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’tan başka ilâh yotur.” (Âl-i İmrân, 18)

Bu âyet-i kerimede hakîkî âlimler Allah ve melekleriyle birlikte zikredilmişlerdir ki bundan daha büyük bir şeref olamaz.

“De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ, 114)

“…Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz!” (Enbiyâ, 7)

 “İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.” (Ankebût, 43)

 “Allah, içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (Mücâdele, 11)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah -celle celâlühû- o kişiyi cennetin yollarından birine sevkeder. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunan her şey, hatta suyun altındaki balıklar bile âlim için Allah’a istiğfar ederler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, mîras olarak altın ve gümüş bırakmazlar; onlar ilmi miras bırakırlar. Kim bu mîrâsı alırsa, büyük bir nasip almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641; Tirmizî, İlim, 19/2682. Bkz. Buhârî, İlim, 10; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

“Sadakanın en efdali, bir Müslümanın ilim öğrenip sonra da onu müslüman kardeşine öğretmesidir.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 20)

“…İlim ve hikmet ehli ile birlikte olup alçak karakterli ve günahkâr tabiatlı kimselerden uzak duranlara ne mutlu!” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 202-203)

“Yedi şey vardır ki, kul vefâtından sonra kabrindeyken de bunların ecri kendisine ulaşır: Öğrettiği ilim, akıttığı su, açtığı su kuyusu, diktiği meyve ağacı, inşâ ettiği mescit, okunmak üzere miras bıraktığı Mushaf-ı Şerif, vefatından sonra kendisine istiğfar edecek hayırlı evlâd.” (Beyhakî, Şuab, III, 248; Heysemî, I, 167)

“Mü’min, sonunda varacağı yer cennet oluncaya kadar, işittiği hiçbir ilme asla doymaz.” (Tirmizî, İlim, 19/2686)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- okuma yazma bilen sahâbîleri Medine’de müslümanlara yazı öğretmeleri için vazifelendirmiştir. Abdullah bin Saîd, Ubâde bin Sâmit, Hafsa bint-i Ömer, Şifâ bint-i Abdullah yazı öğretmek üzere vazifelendirilen sahabilerdendi. (İslâm’a Giriş -Gençliğin İslâm Bilgisi-, s. 109)

Büyük İslâm âlimlerinden Fudayl bin Iyâz şöyle demiştir:

“Âlim, âmil yani ilmiyle amel eden ve muallim olan kişi, semâvâtın melekûtunda «Büyük» diye anılır.” (Tirmizî, İlim, 19/2685)

Bu sebeple müslümanlar ilmî araştırmalara ibadet vecdiyle sarıldılar. Okuma-yazma oranı hızla arttı. Ashâb-ı kirâm ve onlardan sonra gelen nesiller ilim için aylarca yolculuk yaptı, yıllarca gurbette kaldılar.

İbn-i Abbâs’ın âzadlısı İkrime şöyle anlatır:

Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhumâ- bana ve oğlu Ali’ye:

“–Ebû Saîd’e gidip ondaki Peygamber Efendimiz’in hadislerini dinleyin!” dedi. Ebû Saîd’in yanına vardık. O, kardeşiyle birlikte bahçelerini düzeltiyor ve suluyordu. Bizi görünce yanımıza gelip oturdu ve anlatmaya başladı… (Bkz. Buhârî, Salât, 63; Cihâd, 17)

Peygamber Efendimiz’in torunu Hz. Hasan -radıyallâhu anh- kendi çocuklarıyla kardeşinin çocuklarını toplayıp şöyle derdi:

“Yavrularım! Yeğenlerim! Siz bugünkü insanların küçüklerisiniz ancak pek yakında diğer insanların büyükleri durumuna geleceksiniz. Öyleyse mutlaka ilim öğreniniz! Öğrendiği ilmi ezberleyip rivâyet etmeye gücü yetmeyen de onu yazıp evine koysun!” (Dârimî, Mukaddime, 43/517)

Müslümanlar kurdukları veya fethettikleri bütün şehirlerde, camilerin yanına okullar, kütüphaneler, hamamlar ve aşevleri inşâ ettiler. Bu okullarda dinî ilimlerin yanında, tıp, coğrafya, matematik, astronomi gibi ilimlerin de tahsîli yapıldı. Zira namaz ve oruç gibi ibadetlerde kıble ve vakit tâyini için astronomi, coğrafya gibi ilimlere; zekât ve mîras taksiminde kuvvetli bir matematiğe ihtiyaç vardır. Kur’ân’da zikredilen kavimleri araştırmak için de tarih, coğrafya gibi ilimleri bilmek zaruridir. Bu sebeple müslümanlar her türlü faydalı ilimle meşgul olmuşlardır.[3]

MÜSLÜMANLARIN İLME HİZMETLERİ

Tarih boyunca farklı yerlerde birçok farklı medeniyet zuhur etmiş, bunlar birbirine tesir etmiş ve birbirinin ilmî mîrasını alıp geliştirmiştir. Böylece ilim farklı kültür ve medeniyetlerin hizmetleriyle daha fazla ilerleme imkânı bulabilmiştir. Müslümanlar da önceki medeniyetlerden ilim almış, bunu büyük bir tevazu ile ifade etmiş ve öğrendikleri bilgileri geliştirmek sûretiyle ilme ve medeniyete mühim katkılar sağlamışlardır. Robert Briffault şöyle der:

“Avrupa’nın ilerleme kaydettiği her sahada İslâm medeniyetinin mutlaka büyük payı, hissedilir bir tesiri ve kesin bir rolü olmuştur.”[4]

Müslümanları bu yolda gayrete sevkeden âmil Peygamber Efendimiz’in:

“Hikmet, mü’minin yitiğidir, bulduğu yerde onu almaya herkesten daha çok hak sahibidir”[5] hadis-i şerifi olmuştur. Küçüklükten beri bu anlayışta yetiştirilen müslümanlar, önceki insanların ilmî mirasını toplama husûsunda birbirleriyle yarışmışlardır. Bir müddet sonra dünyanın en mühim kitapları ve en büyük âlimleri İslam ülkelerine akmaya başlamıştır. Müslümanlar önce bu kitapları Arapça’ya tercüme etmişler, yanlışlarını düzeltip doğrularını kabul ettikten sonra onlardan daha ileri seviyede kitaplar yazmışlardır. Meselâ kendi zamanlarına kadar en büyük tıp kitabı olarak kabul edilen Galen’in Anatomi Kitabı İslâm âlimleri tarafından tercüme edildikten sonra muhtevası olduğu gibi kabul edilmemiş, üzerinde tetkikler yapılarak içindeki yanlış kısımlar çıkarıldıktan sonra kabul edilmiş ve daha sonra da geliştirilmiştir.

Emir Çelebi, Enmûzecü’t-Tıp isimli eserinde, bir müellifin daha önce yazılan eserleri, kendisinden bir şey katmadan olduğu gibi nakletmesinin doğru olmadığını, kişinin yazdığı esere kendi tecrübelerinin neticelerini de kaydetmesi gerektiğini söyler. Mesela sakamonya (mahmudiye otu) denilen ilacın miktarı, gerek iklim, gerekse otun yetiştiği yer sebebiyle değişeceğinden, bu miktarı İbn-i Sînâ’nın Kanun kitabından olduğu gibi alıp kullanmanın doğru olmayacağını, öte yandan Antakya sakamonyasının İstanbul’da Basra sakamonyası miktarınca verilmesinin yanlış neticeler verdiğini ifade eder. (Şaban Döğen, Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi, s. 132)

Görüldüğü gibi Müslümanların ilimle münasebetleri rastgele değil son derece şuurlu ve verimlidir.

Müslümanlar, Astronomi gözlemlerine Ahmed en-Nihâvendî ile mîlâdî 800 senesinde başladılar. Daha sonra büyük rasathâneler kurdular. Usturlabı geliştirip Güneş, Ay, yıldızlar ve öteki gezegenlerin yüksekliklerini, zamanı, dağların yüksekliği ile kuyuların derinliğini ölçtüler. Çalışmalar neticesinde eski sâbiteler tashih edilip yeni yıldız katalogları hazırlandı. Birçok yeni yıldız keşfedildi, ekliptiğin meyli yeniden ölçüldü, Güneş’in doruk hareketi gözlendi ve sâbit yıldızların hareketiyle irtibatlandırıldı, gezegenlerin hareketleriyle ilgili diğer mühim keşifler gerçekleştirildi. Müslümanlar, matematiğin astronomiye uygulanışında yeni metotlar kullandılar. “Kirişler hesabı” yerine trigonometriyi ve “sinüsler hesabı”nı kullanarak çok daha sıhhatli ölçümlere ulaşabildiler. Ayrıca gezegenlerin hareketiyle alâkalı hesaplama tekniklerinde, daha evvel ulaşılanın çok ötesinde bir mükemmelliğe eriştiler.[6]

Müslümanlar bunun gibi Jeoloji, Mineroloji, Botanik, Zooloji, Matematik, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık gibi pek çok alanda keşifler yaparak, bu ilimlerin gelişmesine büyük katkılar sağladılar. Meselâ İbn-i Sînâ (980-1037) 29 farklı konudaki keşifleriyle Avrupalı ilim adamlarına öncülük yapan büyük bir âlimdir. Tıp konusunda yazdığı el-Kânûn fi’t-tıp kitabı Avrupa üniversitelerinde 600 sene ders kitabı olarak okutulmuştur. Gözdeki retina tabakasının fonksiyonundan ilk bahseden İbn-i Rüşd’dür (1126-1198). Ali bin İsa’nın (XI. asır) göz üzerine yazdığı Tezkiretü’l-Kehhâlîn isimli eseri, asırlarca sahasında tek kitap olarak kalmış, Latince, Almanca, Fransızca gibi dillere tercüme edilmiştir. Ammâr bin Ali (XI. asır), 9 asır evvel göz ameliyatı yapmış ve kataraktı nasıl çıkardığını el-Müntehab fî ilâci’l-ayn isimli eserinde tafsilatıyla anlatmıştır. Bu kitap da Latince, Almanca gibi farklı dillere tercüme edilmiştir.

Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi İbn-i Heysem (Alhazen) (965-1051) gözlüğü keşfetti. Ali bin Abbâs (994) asrımızın modern ameliyatlarına uygun bir şekilde kanser ameliyatı yaptı. Onun, Kitâbu’l-Melikî isimli tıp ansiklopedisi günümüzde bile hâlâ hayranlıkla incelenmektedir. Ebu’l-Kâsım ez-Zehrâvî (963-1013), cerrahlığı bağımsız bir ilim hâline getirdi, 200 kadar ameliyat âletinin resimlerini çizdi, neye yaradıklarını ve kullanış şekillerini Tasrîf isimli eserinde îzâh etti. Küçük kan dolaşımını 1210-1288 yılları arasında yaşayan İbnü’n-Nefîs keşfetti ve bunu İbn-i Sînâ’nın Kânûn kitabına yazdığı şerhte tafsilatıyla anlattı. Akşemseddin Hazretleri (1389-1459) Maddetü’l-hayât isimli kitabında ilk defa mikroplardan bahsetti.

Matematikte sıfır’ı ilk kullanan Hârizmî (780-850), el-Cebr ve’l-Mukâbele kitabıyla Cebir ilminin temellerini attı. Mûsâ’nın oğulları (IX. asır), dünyanın çevresini çok az bir hata ile ölçtüler. Pek çok ilim dalında keşifler yapan Bîrûnî (973-1051), dünyanın hem kendi etrafında hem de Güneş’in etrafında döndüğünü ispatladı, Hindistan’ın Nendene şehri yakınlarında yaptığı çalışmalar neticesinde yerin çapını ölçmeyi başardı. Bu mevzuda ortaya koyduğu kanun, Avrupa’da “Bîrûnî kâidesi” diye tanındı. Battânî (Albategni), 24 saniye farkla Güneş yılını hesapladı. İlk uçuş denemesini İsmail Cevherî (950-1010) yaptı. Uçağın öncülüğünü 880’de İbn-i Firnâs yaptı. Kuş tüyü ve kumaş geçirdiği uçağıyla uzun süre havada kaldı ve süzülerek yere indi. Râzî (864-925) yer çekiminden bahsetti. Kristof Kolomb (1446-1506) Amerika’nın varlığını müslümanlardan, bilhassa İbn-i Rüşd’ün (1126-1198) kitaplarından öğrendiğini kaydeder. İdrisî (1100-1166) 8 asır evvel, zamanımızın dünya haritalarına benzer haritalar çizebildi. Dineverî (v. 895) altı ciltlik büyük botanik ansiklopedisi Kitâbu’n-nebât’ı hazırladı. Bu eserinde bitkilerin sadece dış görünüşünü tarif etmekle kalmıyor, aynı zamanda besleyicilik değerinden, tıbbî ve diğer husûsiyetlerinden, yetiştikleri yerlerden bahsediyor ve onları tasnif ediyordu. Câhız (v. 869) hayvanların hayatı hakkında Kitâbü’l-hayevân ismiyle yedi ciltlik kocaman bir kitap bıraktı.[7]

Bunlar sadece bir kısım örneklerdir. Zikredilen eserler incelenirse müslümanların ilim konusunda insanlığa çok büyük hizmetler yaptığı görülür.

Müslümanlar ilmî çalışmalarını, Allah’ı daha iyi tanımak ve kullarına hizmet etmek sûretiyle O’nun rızasını kazanabilmek için yapmışlardır. Dolayısıyla faydasız ilimle uğraşmaktan kaçındıkları gibi ilmi insanların zararına kullanmaktan da uzak durmuşlardır.

Cat Stevens şöyle der:

“Bugün Batı’nın geliştirdiği çalışmalardan ancak çok az bir kısmı insanlığa hitap ediyor. Geri kalanı, belli bir kesimin diğerleri üzerine tahakkümü yönünde kullanılması için üretiliyor. Bugün bilimin sonuçlarının % 5’i insanın problemlerine çözüm getiriyorsa % 95’i tehdit edici yönde…” (İslâm Üzerine Konuşmalar, s. 39)

Dipnotlar:

[1] İbn-i Mâce, Mukaddime, 17. [2] Kalem, 1; Zuhruf, 2; Duhân, 2; Lokman, 27; Nisâ, 127; Zümer, 1; Mü’min, 2, 67; Bakara, 2, 164, 266; Âl-i İmrân, 118; En’âm, 32, 50; Rûm, 8; Yâsîn, 68; Câsiye, 13… [3] Prof. Dr. M. Hamîdullah, İslâm’a Giriş, s. 243-264. [4] Robert Briffault, The Making of Humanity, p. 190. [5] Tirmizî, İlim, 19/2687; İbn-i Mâce, Zühd, 15. [6] Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, Islamic Science (İslam ve İlim), s. 113-134. [7] Bu konudaki zengin kaynaklar ve misaller için şu eserlere bakılabilir: Prof. Dr. Fuat Sezgin, Science et technique en Islam I-V, Frankfurt, 2004 (İslam’da Bilim ve Teknik I-V, Ankara 2007) ve diğer kitapları; Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, Islamic Science, An Illustrated Study, World of Islam Festival Pub. Co. Ltf., England, 1976 (İslam ve İlim, İstanbul 1989); Dr. Sigrid Hunke, Allahs Sone über dem Abendland-Unser Arabischen Erbe, Germany 1960 (Avrupanın Üzerine Doğan İSLAM GÜNEŞİ, İstanbul 1991); Prof. Dr. M. Hamîdullah, İslâm’a Giriş, s. 243-264; http://www.1001inventions.com; Carra de Vaux, Les Penseure de l’Islam, Paris 1923; Avicenne, Paris 1900; Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, Ankara 1985; Ahmet Gürkan, İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, İstanbul 1969.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

“DİN Mİ, BİLİM Mİ?” SORUSUNA CEVAP

“Din mi, Bilim mi?” Sorusuna Cevap

ORTAÇAĞ’A DAMGA VURMUŞ MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI

Ortaçağ’a Damga Vurmuş Müslüman Bilim Adamları

İLİM İÇİN OKUNACAK DUA

İlim İçin Okunacak Dua

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.