İrşad ve Tebliğ Metodu

Cenâb-ı Hak: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allâh’a îmân edersiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyurmaktadır. Müslümanın hayatında bu kadar önemli olan irşad ve tebliğ metodu nasıl olmalıdır?

Tebliğ, müslümanın hayatında son derece mühim bir vazifedir. Lâkin bu vazifeyi; liyâkatsiz, dikkatsiz, sun’î ve gayr-i ciddî olarak îfâya kalkışmak, “kaş yapayım derken göz çıkarmak” kabîlinden, telâfisi mümkün olmayan kayıplara sebebiyet verebilir. Bu ise ağır bir uhrevî vebaldir.

Diğer taraftan bu îkazlar, mü’mini tebliğ vazifesinden uzak kalmaya da sevk etmemelidir. Zira; “Bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa, elde edilebilen kısmından da vazgeçmek gerekmez.” düstûrunca, herkesin gücü nisbetinde yapabileceği bir hizmet mutlakâ mevcuttur. Yani “Benim hâlim, amelim, ilmim, irfânım kifâyetsiz…” diyerek bir kenara çekilmek, mü’mini tebliğ mes’ûliyetinden kurtaramaz. Tıpkı; “Hacı olduktan sonra bir daha günaha bulaşılmaz.” diyerek hac farîzasını, gelip gelmeyeceği meçhul ihtiyarlık yıllarına ertelemekteki garâbet gibi. Hâlbuki günahlardan uzak durmak -hacı olsun ya da olmasın- her mü’minin gücü nisbetinde dâimâ dikkat etmesi gereken bir kulluk mes’ûliyetidir. Bunun gibi, tebliğ hizmetine lâyık bir İslâm şahsiyetine sahip olmaya gayret etmek de, her mü’minin aslî vazifesidir.

Burada tebârüz ettirmek istediğimiz husus; hakkı ve hayrı tavsiye edip şerden ve bâtıldan sakındırma gayretinde bulunması gereken her mü’minin, evvelâ kendi hâlini ve istikâmetini ıslâh etmesinin lüzumudur. Davranışlarında takvâ hassâsiyeti taşımasının ve gönül âlemini ihyâ etmesinin zarûrî olduğudur.

Nitekim Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da:

“Başkalarının ayıbıyla meşgul olmayı terk edene, nefsinin ayıplarını ıslah etme hâli bahşedilir.” buyurmuştur.

Kendi kalbindeki mânevî hastalıkların farkında olmayıp başkalarının kalplerini ihyâ hevesine kapılmak ise, ancak gaflet ve ahmaklığın bir göstergesidir. Tıpkı Mevlânâ Hazretleriʼnin naklettiği şu kıssada olduğu gibi:

Bir gün Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’a bir kimse yol arkadaşı olur. Beraber giderlerken bu adam, bir köşede bazı kemikler görür ve Hazret-i Îsâ’ya:

“–Ne olur yâ Îsâ! Bildiğin ism-i âzam’ı bana da öğret ki, bu kemikleri diriltip kaldırayım.” diye yalvarır. Hazret-i Îsâ ise cevâben:

“–O iş senin kârın değildir. İsm-i âzam’ı okuyup ölüyü diriltmek için, yağmurlardan daha temiz bir nefes sahibi, kullukta meleklerden daha anlayışlı bir kişi olmak gerek. İsm-i âzam, (haram ve şüpheli lokmanın geçmediği; yalan, iftirâ, gıybet ve mâlâyânî sözlerin çıkmadığı) temiz bir ağız ister. (Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden arınmış bir) kalp ister. Yani öyle bir kimse ki, nefsi haram ile kirlenmiş olmasın ve melekler gibi isyan ve günahtan pâk olsun. Çünkü bir kimsenin nefsi pâk olmadan, o kimsenin duâsı makbûl olmaz!..

Meselâ farzedelim ki sen, Hazret-i Mûsâʼnın asâsını elinde tutabilirsin. Fakat Mûsâ’daki kuvvet sende var mı ki, onu ejderha yapabilesin?!. İşte bunun gibi, sende Îsâ’nın nefesi yokken ism-i âzam’ı okumanın sana ne faydası olur ki?!” der.

Fakat gâfil yine durmaz ve ısrarla:

“–Yâ Îsâ! Bu istîdat bende yoksa, bâri sen o kemiklerin üzerine oku!” der. Îsâ -aleyhisselâm-, bu ahmağın sözlerine ziyâdesiyle şaşırır ve:

“–Yâ Rabbi! Bu esrârın hikmeti nedir? Bu ahmağın bu derece tartışmaya meyli nedendir? Kendisinin kalbi ölü, başkasının cesedini diriltmeye çalışıyor! Hâlbuki ona düşen; asıl ölü olan kendi kalbini ihyâ etmeye çalışmaktır. Kendi kalbini diriltmek için duâ edeceğine, başkalarını ihyâya çalışıyor. Bu ne dehşetli bir gaflettir!” diyerek hayretini ifâde eder.

Velhâsıl; boş bardakla ikram olmaz. Kendisi uykuya dalmış olan, başkalarını da uyandıramaz. Dolayısıyla, evvelâ zihni ve kalbi ilâhî hakîkatlerle uyandırmak, kendi hâl ve davranışlarına çekidüzen vermek îcâb eder ki başkalarına yapılacak tebliğ ve telkinlerin hayırlı bir neticesi olsun.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2018 – Şubat, Sayı: 383, Sayfa: 032

HAYIRLI ÜMMET OLMANIN ŞARTI TEBLİĞDİR

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.