Allah'ın Yüceliği Karşısında Kendimizi Ne Kadar Tanıyoruz?

İdrakimiz ne kadar derin, kulluk bilincimiz ne kadar gerçek? İlâhî yüceliği anlamak, kendimizi tanımaya nasıl vesile olur?

Kur’ân-ı Kerîm’deki her ilâhî yemin; “İlâhî azameti gör, tanı ve bu azamet karşısında kendinin bir «hiç» olduğunu unutma!” mânâsında bir tefekkür telkînidir. Makbûl bir kulluk da, Rabbin kudret ve azametinin sonsuzluğu karşısında kulun her an “hiç”liğini ve zayıflığını îtirâf etmesini gerektirir.

İLÂHÎ AZAMET KARŞISINDA İNSAN: “HİÇ”LİĞİMİZİ FARK EDEBİLDİK Mİ?

Hakîkaten, beşer olarak dünya şartlarında sahip olduğumuz idrak imkânları sınırlı, ilâhî hakîkatler ise sınırsızdır. Akıl, âdeta bir el terâzisi kuvvetinde; lâkin tartılacak olan hakîkat, dağların çekemeyeceği ağırlıktadır. Cenâb-ı Hakk’ın insan idrâkine bildirdiği hakîkatler, ilâhî hakîkatlerin ancak cüz’î bir kısmıdır. Bu cüz’î kısmın da acabâ ne kadar künhüne vâkıf durumdayız!?

Şu çok açık bir gerçektir ki, sadece idrâkimizin alabileceği ilâhî hakîkatlere bile tam mânâsıyla vâkıf olabilsek, mârifetullah, muhabbetullah ve haşyetullah’tan iki büklüm olur, alnımızı secdeden kaldırmadan son nefesimizi beklerdik.

“…Kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fâtır, 28) âyet-i kerîmesi mûcibince, Hakk’ı tanıyabildiğimiz ölçüde O’na karşı takvâ duygularımız inkişâf eder.

Nitekim Bişr-i Hâfî Hazretleri şöyle der:

“Eğer insanlar, Allah Teâlâ’nın azameti hakkında (lâyıkıyla) tefekkür etseler, O’na isyan edemez, günah işleyemezlerdi.” (İbn-i Kesîr, I, 448)

Hak dostu Hâtem-i Esam Hazretleri de:

“İbretle bakmaktan ilim artar, zikirden muhabbet ziyâdeleşir, tefekkürden ise takvâda merhale kat edilir.” buyurmuştur. (İhyâ, IV, 765)

Cenâb-ı Hakk’ın bize bildirdiği hakîkatleri, dünyadan aldığımız intibâlar nisbetinde kavramaktayız. Bu ilâhî beyanların sınırlı idrâkimizde meydana getirdiği mânâ ile onun gerçeği arasında da kim bilir ne muazzam bir mâhiyet farkı vardır!? Vâkıf olabildiğimiz ilâhî hakîkatlerin dışında, kim bilir insanın kavramaktan âciz olduğu için beşeriyete teklif ve tebliğ edilmemiş daha ne muhteşem sırlar bulunmaktadır!.. Gözleri gayb perdesiyle kapanmış, âdeta körebe oynayan çocuklar gibi el yordamıyla bulabildiğimiz hakîkatler, ilm-i ilâhînin yanında ne kadar da cüz’îdir!..

Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Şâ­yet bil­dik­le­ri­mi bil­sey­di­niz; az gü­ler, çok ağ­lar­dı­nız.” buyurmuştur. (Bu­hâ­rî, Kü­sûf, 2; Müs­lim, Sa­lât, 112)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, beşeriyet içinde, mârifetullah hususundaki zirveyi teşkil etmesine rağmen yine de Cenâb-ı Hakk’a sık sık:

“Yâ Rabbî! (Sen’i tenzîh ve takdîs ederiz.) Biz Sen’i Sana lâyık bir mârifetle ta­nıyamadık...” niyâzında bulunmuş ve istiğfâr etmiştir. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 520)

Yine bâzı duâlarında da:

“Allâh’ım! Sen’in gazabından rızâna, azâbından affına ve Sen’den yine Sana sığınırım! Sen’i lâyık olduğun şekilde medh ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin!” buyurmuşlardır. (Müslim, Salât, 222)

Bizler de ilâhî kudret ve azametin sonsuzluğu karşısında âdeta bir “hiç” durumunda olduğumuzu tefekkür edip bu duygu derinliği içinde hamd, şükür, zikir ve istiğfâra yönelmeliyiz. Unutmamalıyız ki Rabbimiz müteâldir, yani bizim O’nu tanıdığımızdan çok daha yüce ve beşer idrâkinin kavramaktan âciz kalacağı bir mükemmelliktedir. O her türlü noksanlıktan münezzeh, her türlü kemâl sıfatla muttasıftır. İşte O’na bu tefekkür ufku içerisinde kulluk etmemiz şarttır.

Velhâsıl rûhânî tefekkür, bir terbiye mektebidir. Mü’minler olarak bu mektebin gayretli birer talebesi olmamız, “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) emr-i celîlinin muhtevâsından hisseler almaya çalışmamız îcâb eder.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HİÇLİK NEDEN GEREKLİ?

Hiçlik Neden Gerekli?

HİÇLİK MAKAMI NEDİR?

Hiçlik Makamı Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.