İnsanlar Neden Utanır?

İnsanın utanmasına sebep olan şey doğru, güzel ve hayırlı bir iş olabilir mi? Utanmak insânî sınırın korunmasına dair tabiî bir refleks ise böyle bir şey düşünülebilir mi?

Âdem babamız ve Havva annemiz ilk günahı işlediklerinde üstleri açılmıştı. Panikle cennet yapraklarını alıp örtünmeye çalıştılar. Birbirlerinden mi hayâ ettiler? Belki de… Ama esas Rablerinden hayâ ettiler, çünkü verdikleri bir söz vardı. O sözü tutamamışlardı. Hayâlarından ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu, sınırın ihlalinden çok sınırı koyana duyulan tazim ile ilgiliydi. Memnû fiili işlediklerinde ortaya çıkanla akılları başlarına geldi. O anda tattıkları ilk his hayâ idi. Hayâ sonra tövbeyi getirdi.

UTANMA DUYGUSU FITRİ MİDİR?

Allah’ın koyduğu sınırlar hayânın sınırlarıdır. Hayâ ettiren her iş ortak insanlık özünü sarsan, zedeleyen iştir. Allah’ın insanlara koyduğu öz kendi dininin de özüdür. Öz, fıtrattır. Din, fıtrat dinidir. Fıtrat; ilk yaratılış hali, temiz ve aslî tabiattır. Her çocuk bu fıtrat üzere doğar. Fıtratı anne, baba, çevre yoğurur ve kendine benzetir. Yeni doğanın fıtratı ya da İslam inanışı hayânın tabiî sınırlarıdır. Hayâ o yüzden nebevî beyanla dinin ahlâkıdır. (İbn Mâce, Zühd, 17)

Hayâ iyilikle kötülüğün olduğu kadar güzellikle çirkinliğin de sınırıdır. Nerede bir güzellik varsa orada hayâ vardır, nerede bir çirkinlik var ise orada hayâsızlık… Tersi de doğrudur. Nerede bir hayâsızlık varsa orası da o iş de fâilleri de çirkindir. Nerede bir hayâ emaresi varsa orası güzeldir, güzelliktir. Ar damarı çatlamışlar hayâsızlığın artmasını isterler; hayâ edilmesinden, sınırların muhafazasından hoşlanmazlar. Her türlü fuhşiyat, menhiyat ve mefasidin yayılmasını ilericilik olarak görürler, temiz kalma ve fıtratı koruma çabasını ise gericilik sayarlar.

Hayâ insanlık ayarıdır, çünkü hayâ eden tıpkı anne-babamız gibi bir pişmanlık hissi içinde kendisi ile baş başa kalır. Kendiyle kalış, aslında fıtrata ricattir. Hayâ eden aslına dönmüştür. Aslına dönen, muhatabına ortak insânî zemini hatırlatmıştır. Hayâ etmek bir hatırlatma, bizi biz yapan ortak paydayı işaret etmektir. Hayâ, hepimizin Yaratıcı nezdindeki şerefini hatırlamaya davettir. Hayâ eden bize ayna olmuş ve ruhumuzdaki aslî makamımızı göstermiştir. Orası Rabbimiz nezdinde mükerrem olarak ayarlanmış fıtrî suretimizdir.

Utanç hissi fıtrat ayarıdır. Utanç duyan özüne dönmüş, utanmaz özünden şaşmıştır. Utanmazın sınırı kalmamıştır, çünkü o izzetini çiğnemiştir. Onun cezası kendisine benlik kaygısının unutturulmasıdır. Hayâsı olmayanın haddi, haddi olmayanın hakkı kalmamıştır. O artık günahkârdır, kendisine biçilen fıtrat çizgisini tanımayan bir hadsizdir. Böylesine ar damarı çatlamış derler. Damar çatladıysa kan durmaz, akar. O artık istese de utanamaz. Zaten düşünerek, bilinçli olarak utanılmaz. Utanç özün refleksidir. Özüne ihanet eden refleksini kaybeder. Onun artık en baş ile bir irtibatı kalmamıştır.

En baş, anne ve babamızın sınırı geçmekle yaşadığı hâldir. O hâl aczini ve rahmete olan muhtaçlığını itiraftır. İnsanı hayâsı kurtarmıştır. Şeytanı saptıran hayâdan mahrumiyetidir. İddiası olanın hayâsı gölgelenir. Kıyas iddiayı alevlendirir. Alevi ancak hayâ söndürür. Hayâsız aczini ve eksikliğini göremez. O kıyasların ve indî mülahazaların kısır döngüsünde kalır. Bu kısır döngünün sonu ise lanetlenmektir. Şeytan, hayâ etmeyip kendi mantığında ısrar edince huzurdan kovuldu. Hayâsızlık onu yüze bakamayacak bir yere düşürdü. Yüzsüzlük bir şeytan tıynetidir. Hayâsızlık o yüzden yüzsüzlüktür.    

Rabbimiz karşısında aczimizi idrak hayâ ile başlar. Hiçliğimize rağmen bize verilen kıymet ve sayıya gelmez nimetleri tefekkür hayâyı artırır. Hayâsını takip eden yücelir. Hayâsını muhafaza etmek utanmak, küçük düşmek demek değildir. Birisi hakaret eder, utanırız. Ayıplar, utanırız. Küçük görür, utanırız. Bunların hepsi aslında fıtratın tepkisidir. Allah insanı mükerrem yaratmıştır. Asalet genetik kodumuzdur. İnsanlık onuru denen şey bilincimizin ufkuna erişemediği bir yüceliktir. Vicdan bu yücelikle yaşar. Utandığımız ve hayâ ettiğimiz her şey o yüceliğin bizi Yaratan nezdinde hiç sayılmasına duyulan tepkidir.

BATI’DA HAYA DUYGUSU

Batılı zihin utanmaktan gocunur. Utancın başkasına haklılık ve meşruiyet zemini sağladığını düşünür. O yüzden utanmayı, küçülten ve karşısındakine haklılık sağlayan bir menfi haslet olarak küçümser. Benliği muhafaza için utanmamak gerektiğini düşünür. Batılı mantıkta utanç duyan, utanca şahit olanı haklı saydığını zımnen ifade etmiştir ki bu yenilgiyi kabul etmektir. Hâlbuki utanmak ortak insani zemine işaret etmek, dolayısıyla herkes için kazanmaktır. Utanç, aramızdaki ortak bağı hatırlatmak, utananı da utandıranı da hepimizi Yaratan’ın gözünden görmeye davet etmektir.

Utanmak ortak bir insani dildir. Utanç hisseden, başlangıç noktasına, saf ve fıtri hâle avdet etmiştir. Temiz geldik; temiz kalmak ve temiz geri dönmek zorundayız. Hayâ fabrika ayarımızı hatırlamaktır. Utanan o ilk temizliği sorar ve sorgular. Sorgu insânî olanı hatırlamak ve hatırlatmak içindir. Davete icabet eden arınır. Davete icabet etmeyen dipsiz bir kuyuya doğru düşmeye başlar. Artık onun yapabileceğinin sınırı kalmaz. O yüzden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78) buyurmuştur.

“Utanmadıktan sonra dilediğini yap” sözünü kimileri utanılmayacak her işin yapılmasında bir beis olmadığı şeklinde de anlamışlardır. İnsanın utanmasına sebep olan şey doğru, güzel ve hayırlı bir iş olabilir mi? Utanmak insânî sınırın korunmasına dair tabiî bir refleks ise böyle bir şey düşünülebilir mi? Hayâda da bazen haddi aşabiliriz. İnsanın hayâsına sınır çizemediği anlar olabilir. Kur’an’ımızda hayâ ile ilgili geçen ayetler böyle bir durumun vaki olabileceğini gösterir.

HAYÂ İLE İLGİLİ AYETLER

Utanma ve çekinme anlamlarına gelen hayâ kelimesi Kur’ân’ımızda üç farklı ayette geçer. Birinci ayet Hz. Musa’nın yanına gelen Hz. Şuayb’ın kızı hakkındadır. “Derken babalarının yanına dönen o iki kızdan biri utana sıkıla Mûsâ’nın yanına geldi: ‘Hayvanlarımızı suvarmana karşılık ücretini ödemek için babam seni yanına çağırıyor’ dedi.” (Kasas, 25) Bir peygamber kızının yabancı bir erkeğin yanına hayâ ederek gelişi, utana sıkıla ifadesi ile anlatılmıştır. Burada nefsin çirkin bir davranışa düşme tehlikesini görüp rahatsız olması anlamında kullanılan hayâ fıtrî ve tabiî olandır.

İkinci ayet Peygamberimize yapılan bir muameleye ilişkindir: “Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağırılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez.” (Ahzab, 53) Peygamberimiz, evinde söze dalıp oturanların bu davranışından rahatsız olmakta, fakat hayâsından müdahale edememekteydi. Hicab ayeti olarak geçen bu ifadelerle Allah’ın hak olanı söylemekten hayâ etmeyeceği belirtilir ve haklının hakkını söylemekten hayâ etmemesi gerektiği ihtar edilir. Dolayısıyla hayâ hakkı aramaya mâni olmamalıdır.

Üçüncü ayet müşriklerin Kur’an’da arı, karınca, sinek gibi küçük yaratıkların örnek olarak gösterilmesinin fesahatle bağdaşmadığı yolundaki iddialarına karşıdır: “Allah, hakikatleri beyan için bir sivrisineği, hatta küçüklük ve kıymetsizlikte ondan daha aşağı bir şeyi misal getirmekten çekinmez.” (Bakara, 26) “Çekinmez” fiilinin “hayâ etmez” şeklinde de çevrilebileceği bu ayete göre ise hayâ hakkın söylenmesine mâni olmamalıdır.

Hâsılı Kur’ân’daki hayâ ayetleri biri makbul, diğer ikisi makbul olmayan üç farklı hayâdan bahseder:

  1. Fıtrat gereği olan hayâ makbuldür, merguptur, memduhtur.
  2. Hayâsı, kişinin hakkını aramasına mâni olmamalıdır.
  3. Hayâ hakkı söylemeye mâni olmamalıdır.

BİR İNSAN NEDEN UTANIR?

İnsan bazen haklı olsa da utanır. Haklı iseniz, doğru yaptığınızdan eminseniz niye utanasınız? İnsan yine de utanır, çünkü fıtratın ve vicdanın ihlâli söz konusudur. Burada utanç şahsi değil, insanlık özünün zedelenmesine dairdir. O yüzden utanç sadece benliğe ait bir his değildir. İnsan başkası adına da utanabilir. Hatta bütün insanlığın utancını bile yüklenebilir: “Sanırım insanların her suçunda ben varım/Günah uzun bir kervan, tâ ucunda ben varım.” (Necip Fazıl) Başkası için utanmak bir erdemdir; özümüzdeki ilahi cevherden insânî ortak öze sıçramaktır. Bu Hak dostlarının ortak ahlâkıdır.

İnsanlığın yüceliği, herkesi onları Yaratan’ın zaviyesinden görmekle fark edilir. Yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven, yaratılandan yine Yaratan’dan ötürü hayâ edebilir. Sevmek nasıl bir ortak payda ise hayâ da ortak bir paydadır. Yaratan herkesi ya dinde kardeş ya da hilkatte eş kılmıştır. Sevgi bunun fark edilmesi, hayâ ise bu hakikatin terk edilmesi ile ortaya çıkar. Hayâ edenin yüzünün kızarması, gözlerinin bocalaması ve hareketlerinin şaşkınlığı muhatabını insânî olana davet eden bir ihtardır. Hayânın açığa çıktığı yer sınırın çatıldığı, dinin ve fıtratın ihlal edildiği yerdir.

Günümüzde ar damarı çatlamış yüzsüzler hayâyı bir düşüklük olarak takdim etme çabasındalar. Onun insanı aslî mevkiine yükselten çağrısını kendi bet sesleri ile bastırmaya çalışıyorlar. Hayâ insanlık ayarımızdır. Hepimizin başlangıç noktası ve asaletimizin şah duygusudur. Toplumdaki hayâ çizgisini korumak, ar damarını çatlatmamak “ben Müslümanlardanım” diyen herkesin önceliği olmalıdır. Hayâmızın sınırı fıtratımızın ve dinimizin sınırıdır. Hakkın hatırı âlîdir. Allah kendisinden hayâ edilecek en yüce varlıktır. O’nun hakkı hakların en yücesi, O’nun sınırları insanlığımızın sınırlarıdır. Hayâmız bu sınırın muhafazası noktasında ne hakkı söylememize ne de hakkımızı aramamıza mâni olmamalıdır. Hayâsızlık nasıl bir tehlike ise hayâsı yüzünden hakkı ve hakkını savunamama da öyledir.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 438

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDAN HAYÂ ÖRNEKLERİ

Peygamberimizin Hayatından Hayâ Örnekleri

EDEP (UTANMA DUYGUSU) İLE İLGİLİ HADİSLER

Edep (Utanma Duygusu) ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.