İmanın Anahtarı

İslam'da tefekkür etmenin önemi ve fazileti nedir? Mevlânâ Hazretleri tefekkür ve tefekkürün fazileti hakkında ne buyuruyor? İşte cevabı...

Tefekkür bir îmân anahtarıdır. Hak ve hakikate karşı âmâ olmayan bir kişinin; kâinattaki ilâhî imzayı, nâdîde nakışları ve sonsuz kudret akışlarını görmemesi mümkün değildir.

TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ

Mevlânâ Hazretleri şöyle der:

“Ey kardeş; sen, tefekkür ile hayat bulmalısın.

Bedenin; kemik ve etten ibaret, hayvanlarda da aynı. Eğer tefekkürün gül ise, sen gül bahçesindesin. Yani dünya cennetindesin. Tefekkürün diken ise, külhan kütüğüsün.” (Mesnevî)

Bu tefekkür, mü’minin gönlünden ahlâkına ve yaşayışına yansır. Bu sözün bir başka anlaşılma şeklini de Hazret-i Mevlânâ şöyle söyler:

“Sen, hatırlanması ve dile getirilmesi güzel olan bir söz ol! Çünkü insan, kendi hakkında bir şahitlik olarak kendisini senâ eden güzel sözlerden ibarettir.” (Mesnevî)

Tefekkür bir îmân anahtarıdır. Hak ve hakikate karşı âmâ olmayan bir kişinin; kâinattaki ilâhî imzayı, nâdîde nakışları ve sonsuz kudret akışlarını görmemesi mümkün değildir. Öyle ki; başındaki göz âmâ bile olsa, yine de o, basîret gözüyle âşikâr olarak görür:

“Âmâ olan bir kimse bile noksansız bir güneşin doğduğunu, hararetinden anlar.” (Mesnevî)

Fakat kalp gözü âmâ olur ise, ona da en âşikâr hakikati dahî göstermenin imkânı yoktur:

“Bakışı eksik, görüşü kıt olan yarasanın gözleri, güneşin ışığını da göremez.” (Mesnevî)

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de kâfirler için;

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ

“Onlar kördürler, sağırdırlar ve dilsizdirler!” buyurur. (el-Bakara, 18)

Çünkü hakkı görmezler, hakikati işitmezler ve kalpleriyle, dilleriyle ikrâr edip îmâna gelemezler. İnsanı bu hâle gaflet düşürür:

“İki parmağının ucunu, iki gözüne koy. Dünyadan bir şey görebilir misin? Görmüyorsan, bu âlem yok değildir. Görmemek ayıp ve kusuru, ancak nefsin uğursuz iki parmağına aittir.

Sen evvelâ gözlerinden parmaklarını kaldır. Ondan sonra dilediğini gör. İnsan gözden ibarettir. Geri kalansa cesettir. Göz ise ancak gerçek dostu (yani Hakk’ı) görene denir.” (Mesnevî)

Gaflet, hakikî tefekkürü dondurur. O hâlde, onu ısıtıp harekete geçirecek bir hararete ihtiyaç vardır ki, Mevlânâ Hazretleri bunun zikir olduğunu şöyle belirtir:

“Zikir düşünceyi harekete geçirir. Zikri şu donmuş fikre bir güneş yap.” (Mesnevî)

Göz ve gönül, böyle bir zikir ve tefekkürle, nurlandırılırsa, kalp gözü hakikatleri seyretmeye başlar:

“Hakk’ı tanıyan iki göz sahibi olursan, iki dünyayı da dostla dopdolu görürsün.” (Mesnevî)

Böyle bir göz; insana rehberlik eder:

“İnsana, kimse gözü gibi rehberlik edemez.” (Mesnevî)

Nitekim Hazret-i Yûsuf, kendisine; «Heyte lek: Gelsene bana!» diyen Züleyhâ’nın câzibesinden, Rabbinin burhânını görerek kurtuldu. Allâh’a sığındı. Demek ki, onun gözü; hakkı hak ve bâtılı bâtıl görebilmişti. Davet edildiği nefse hoş gelen zinânın; aslında ateş olduğunu, yılanlar, akrepler gibi korkunç bir hâlde olduğunu görebildi.

O esnada köle edilip babasının yanından uzaklaştırıldığı için, yanında onu terbiye edecek ne babası ne de hocası vardı. Fakat onun, tenhada da kalbine ve diline; «Maâzallah!» dedirten bir takvâsı vardı. İnsana değer veren de budur:

“Hayvan nasıl kabiliyeti ile değer kazanırsa, insan da aklını ve kalbini kullanmasıyla değer kazanır.” (Mesnevî)

Günümüzde, «akıl» dâimâ vahyin mukabili ve rakibi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki böyle bir akıl; kontrolsüz, şaşkın ve tenâkuzlarla dolu felsefeci aklıdır.

Gerçek akıl ise; insanı yanlışlardan koruyan, ilâhî hakikatleri okumasını ve dinlemesini sağlayan mekanizmanın adıdır. Yani Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kurban olmuş olan akıldır.

Mevlânâ -kuddise sirruhû- ne güzel söyler:

“Akıl zarûrîdir; ama insanda, ancak aklın sınırlı olduğunu anlayacak kadar akıl olmalıdır.” (Mesnevî)

Eğer insan, aklın sınırlı olduğunu idrâk edemeyecek kadar akılsız ise; o âciz ve fânî aklıyla, dîni de kendisi vaz‘ etmeye, onun üzerinde fikir yürütmeye kalkar.

Hazret-i Mevlânâ uyarır:

“Dînin aslını anlamaya imkân yoktur, ona ancak hayran olunur.” (Mesnevî)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın şu sözü de bu hakikatin güzel bir ifadesidir:

“Eğer din, rey ile olsa, ayakların altına mesh etmek, üstüne mesh etmekten daha evlâ olurdu.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 63)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş,Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Ocak, Sayı: 167

İslam ve İhsan

TEFEKKÜR NEDİR? NASIL TEFEKKÜR EDİLİR?

Tefekkür Nedir? Nasıl Tefekkür Edilir?

TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ

Tefekkür Etmenin Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.