Hudeybiye Antlaşması Öncesinde Yaşananlar

Hudeybiye nedir, neresidir? Hudeybiye Antlaşması öncesinde neler yaşandı? Hudeybiye’ye giden süreç ve Hudeybiye Antlaşması öncesinde yaşananlar.

Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v) hicrî 6. Senenin Zi’l-Ka’de ayının başlarında bir Pazartesi günü umre niyetiyle sefere çıktılar. Müslümanların Beyt-i Atîk hakkındaki duygularını ortaya koymak istiyorlardı. Çünkü Kureyş, Müslümanların Kâbe’ye hürmet göstermediği şâyiasını yayıyordu.

Rasûlullah (s.a.v) Kureyş’in kendisine mâni olup savaşmak isteyeceğini bildikleri için kalabalık bir toplulukla yola çıktılar. Cüheyne ve Müzeyne gibi çöl bedevîlerini de kendilerine katılmaya dâvet ettiler ancak onlar ağırdan alıp bu fırsatı kaçırdılar. Cenâb-ı Hak onların bu zaaf hâlini şöyle haber verir:

“Bedevîlerden geri kalmış olanlar, Sana diyecekler ki: «Mallarımız ve ehlimiz bizi oyaladı. Bizim için Allah’a istiğfâr ediver!» Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini irâde buyurur veya bir fayda elde etmenizi isterse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Aslında siz Rasûl ve mü’minler bir daha ebediyyen âilelerine dönmeyecekler zannettiniz. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz.” (el-Feth, 11-12)

Bazen insanın bir yerde duruması bile çok mânâ ifade eder. Cenâb-ı Hak daha sonra onlara bir fırsat daha lütfeyledi:

Hz. Ömer (r.a) halîfe olduğunda her gün insanlara hitâb eder ve onları Acemlerle cihâda teşvik ederdi. O zaman Acemler, büyük, güçlü ve zengin bir devlete sahipti, düzenli orduları vardı. Nitekim Cenâb-ı Hak:

“…Siz ileride şiddetli harp ehli bir kavme çağrılacaksınız…”[1] buyurarak onların kuvvetine ve İran ve Bizans ile harp edilip oraların fethedileceğine işâret etmektedir.

FETİH SURESİ 20. AYETİNDE BAHSEDİLEN GANİMETLER

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Size Allah birçok ganîmetler vaad buyurdu, onları alacaksınız. Şimdilik bunu size peşîn verdi ve sizden o insanların ellerini çekti ki mü’minlere bir âyet olsun ve sizi doğru bir caddeye çıkarsın!” (el-Feth, 20)

Burada bahsedilen:

  1. “Birçok ganîmetler”: Huneyn ganimetleri
  2. “Şimdilik bunu size peşîn verdi”: Hayber ganimetleri
  3. “Bir diğerini daha ki ona henüz eliniz ermedi, fakat Allah onu ihata buyurmuştur, daha da Allah her şeye kadir bulunuyor”[2] ifadesi de: İran ve Bizans ganimetleriyle tefsir edilmiştir. (Dehlevî, İzâletü’l-hafâ, III, 153-154, 158)

Allah Rasûlü (s.a.v) Zü’l-Huleyfe’ye geldiklerinde kurbanlık de­velerin boyunlarına kurban nişanesi olan gerdanlıklarını taktılar, hörgüçlerini de işaretlediler ve umre niyetiyle ihrâma girdiler.

Bu esnâda Huzâa kabilesinden (Büsr ibn-i Süfyân isimli) bir gözcüyü de keşif için ileri gönderdiler. Gadîru’l-Eştât mevkiine vardıklarında gözcü geldi ve:

“‒Yâ Rasûlallah! Kureyş Sen’in aleyhinde birçok asker topla­mış ve Ehâbiş denilen toplulukları da aleyhinde kendi ittifakına al­mış. Müşrikler Sen’inle harp edecekler, Mekke’ye girmene mânî olarak Kâbe’yi ziyaretten Sen’i men edecekler.” dedi. Bu haber üzerine Rasûlullah (s.a.v) ashâbıyla istişare ettiler ve neticede: “Biz Beyt’i ziyaret kastıyla yola çık­tık. Kâbe’ye doğru yürüyelim. Her kim bizi Kâbe’yi ziyaretten men ederse, onunla vuruşuruz!” kararı çıktı.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“‒Allah’ın ismiyle yürüyünüz!” buyurdular.[3]

PEYGAMBERİMİZİN ANNESİNİN KABRİNİ ZİYARETİ

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Hudeybiye Umresi için Mekke’ye giderken Ebvâ’ya uğramışlardı:

“‒Şüphesiz Allah Teâlâ Muhammed’e annesinin kabrini ziyaret etmesi için izin verdi!” buyurdular.

 Sonra yanına varıp kabri güzelce düzelttiler ve yanında ağladılar. Rasûlullah (s.a.v) ağladığı için Müslümanlar da ağladılar. Daha sonra niçin böyle yaptıkları sorulduğunda ise şöyle buyurdular:

“‒Annemin bana olan şefkât ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.”[4]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Size kabir ziyâretini yasaklamıştım, ama şimdi Muhammed’e annesinin kabrini ziyaret etmesine izin verildi. Artık siz de kabirleri ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabir ziyareti size âhireti hatırlatır.” (Tirmizî, Cenâiz, 60/1054. Bkz. Müslim, Cenâiz, 106-108)

PEYGAMBERİMİZİN BARIŞTAN YANA TAVIR ALMASI

Hâlid bin Velîd atlı bir birlikle öncü kuvvet olarak Mekke’den 64 km. mesâfedeki Kürâü’l-Ğamîm’e kadar çıkmıştı.

Bu birliğin kendilerine yaklaştığını bilen Allah Rasulü (s.a.v), müşrik atlılarıyla karşılaşmamak için yol değiştirerek engebeli bir araziye saptılar, Hudeybiye’ye inen Seniyyetü’l-Mürâr geçidine yöneldiler. Seniyye, iki dağ arasındaki yola denir.

Bu esnâda Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“‒Kim Mürâr geçidine çıkarsa, Benî İsrâil’in affedilecek olan günahları kadar günâhı affedilir!» buyurdular.

Oraya ilk çıkan Benî Hazrec süvarileri oldu. Sonra cemâa­tin tamamı geldi. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“‒Hepiniz affedildiniz. Yalnız kırmızı devenin sahibi müstesnâ!” buyur­dular.

Ashâb-ı kirâm hemen o münâfığın yanına varıp:

“‒Gel, Rasûlullah (s.a.v) senin için istiğfar ediversin!” dediler. Fakat o:

“‒Vallahi kaybolan hayvanımı bulmam, bana göre sizin adamınızın benim için istiğfâr edivermesinden daha sevimlidir” dedi. (Müslim, Münâfıkîn, 12)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yol değiştirdiğini öğrenen Hâlid bin Velid, Mekke’ye döndü ve Kureyş ordusu dışarı çıkarak Beldah’a askerî karargâh kurdu. Beldah, Hudeybiye’nin Kuzey’ine denk gelen bir vâdidir.

Müslümanlar varmadan evvel suyun başını tuttular. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Hudeybiye’ye yaklaşınca devesi çöktü. İnsanlar:

“‒Kasvâ inatlaştı, Kasvâ hırçınlaştı!” dediler. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

“‒Kasvâ inatlaşmadı, bu onun âdeti de değildir. Ama Fil’i tutan Zât onu da tuttu” buyurdular. Sonra da şöyle devam ettiler:

“–Nefsimi kudret elinde tutan o Zât’a yemin ederim ki Kureyş müşrikleri, Allâh’ın, Harem’inde (çarpışmak, kan dökmek ve akrabâ haklarını gözetmemek gibi) işlenmesini yasakladığı şeylere tâzîm maksadıyla benden ne kadar müşkil talepte bulunurlarsa bulunsunlar, (sulh için) muhakkak kabûl edeceğim!”

Sonra Mekke’den yönlerini çevirip Hudeybiye’nin en uzak noktasına giderek suyu az olan bir kuyunun başına konakladılar. (Buhârî, Şurût, 15; Ahmed, IV, 323-324)

HUDEYBİYE NEDİR?

Berâ (r.a) şöyle buyurur:

“Biz Hudeybiye günü bin dört yüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyudur. Biz oraya varınca kuyu­nun suyunu tamamen çekmiştik de içinde bir damla su bırakmamıştık. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) kuyunun kenarına oturdular. Akabinde biraz su istediler. Getirilen su ile mübârek ağızlarını çalkaladılar ve suyu kuyunun içi­ne püskürttüler. Az bir şey bekledikten sonra su çekmeye başladık. Hepimiz suya kandık, develerimiz de suya kanıp yerlerine döndüler. (Buhârî, Menâkıb, 25. Krş. Müslim, Cihâd 132)

“KULLARIMDAN BİR KISMI MÜ’MİN, DİĞER BİR KISMI İSE KÂFİR OLARAK SABAHLADI”

Allâh Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, Hudeybiye’de iken gece yağan yağmurun akabinde sabah namazını kıldırdılar. Namazı bitirince cemâate dönüp:

“‒Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?” diye sordular. Ashâb-ı kiramın:

“‒Allâh ve Rasûlü daha iyi bilir!” mukâbelesi üzerine:

“‒Buyurdu ki: Kullarımdan bir kısmı mü’min, diğer bir kısmı ise kâfir olarak sabahladı. «Allâh’ın rahmet ve berekâtıyla bize yağmur yağdı» diyen, Bana inanmış; yıldızı inkâr etmiş olur. «Falan ve falan yıldız falan burca girdiği veya oradan çıktığı için yağmur yağdı» diyen de Ben’i inkâr etmiş, yıldıza inanmış olur” buyurarak, gönüllerde oluşması muhtemel şirk düşüncelerini izâle etmek istediler. (Buhârî, Ezân, 156)

PEYGAMBERİMİZİN KUREYŞ’E GÖNDERDİĞİ HABER

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) gerek tarafsız adamlarla, gerekse gönderdiği elçilerle Kureyş’e maksadını îzâh ettiler, kimseyle harp etmek için gelmediklerini, sadece Beyt-i Harâm’ı ziyâret etmek ve ona tâzimde bulunmak istediklerini beyan ettiler.

O esnâda Huzâa kabîlesi reisi Budeyl bin Verkâ, kabîlesinden bir grupla çıkageldi. Mekkelilerin telâşlarından ve savaş için hazırlıklarından bahsetti. Onların bu telâşlarına mukâbil Allâh Rasûlü (s.a.v), Budeyl’e geliş maksadını anlatarak şöyle bu­yurdular:

“Biz kimseyle harp etmek için gelmedik. Maksadımız Beytullâh’ı ziyârettir, umredir. Harp Kureyş’i yıpratmış ve onlara çok zarar vermiştir. İsterlerse (aramızdaki çarpışmayı bırakmak için) onlarla belli bir müddet antlaşma yapalım. Bu durumda onlar benimle insanların arasından çekilirler. Eğer ben diğer insanlara gâlip gelirsem, isterlerse insanların girdikleri İslâm’a Kureyşliler de girerler. Şâyet ben gâlip gelemezsem (Kureyşliler benimle savaşmak zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şâyet Kureyş bu teklifimi kabûl etmezse, vallâhi ben, bu dîn uğrunda başım gövdemden ayrılıncaya kadar savaşacağım. Muhakkak Allâh vaadini yerine getirecektir.”

Budeyl, Mekke’ye döndü ve Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in bu sözlerini Kureyş’e nakletti. Kureyş:

“‒Hayır, vallahi, sadece bu iş için de gelmiş olsa kesinlikle bizim şehrimize giremez. Arapları, «Muhammed zorla Mekke’ye girmiş!» diye konuşturmayacağız.” dediler.

Müslümanlar, Mekke’ye girse de girmese de Araplar Müslümanların Mekke’ye girdiğini de konuşsa, Kureyş’in Müslümanların girmesine mânî olduğunu da konuşsa, Müslümanlar bu seferleriyle her hâlükârda büyük bir siyâsî zafer kazanmış oldular. Zîrâ Kureyş, Müslümanların Kâbe’ye ihtiram etmediğini her tarafa yaymaya çalışıyordu. Onlar Umre için gelip Kureyş de onları bundan men edince hakikat ortaya çıktı. Kureyş son derece müşkil bir duruma düştü. Buna mânî olmasaydı, bu sefer de hem yalanı ortaya çıkacak, hem de askerî zaafı konuşulacaktı. Allah Teâlâ Müslümanlara büyük bir ihsânda bulunarak düşmanlarını iki ateş arasında bırakmıştı.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bütün insanların huzurunda vaziyetlerini beyân eylediler, peş peşe elçiler göndererek Kureyş’e maksatlarını îlân ettiler. Efendimiz (s.a.v) Hırâş ibn-i Ümeyye el-Huzâî’yi elçi gönderdi. Ehâbîş denilen ve Kureyş’le anlaşmalı olan kabileler mânî olmasaydı müşrikler onu öldüreceklerdi.

Daha sonra Hz. Ömer’i göndermek istediler ancak o, müşriklere çok zarar verdiği ve kendisini koruyacak kimse olmadığı için Hz. Osman’ı gönderdiler. Akrabası Ebân ibn-i Saîd ibn-i Âs onu himâyesine aldı.

Dipnotlar:

[1] el-Feth, 16. [2] el-Feth, 21. [3] Buhârî, Meğâzî, 35. [4] İbn-i Sa’d, I, 116-117. Ayrıca bkz. Müslim, Cenâiz, 105-108; Tirmizî, Cenâiz, 60/1054.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI

Hudeybiye Antlaşması

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI MÜSLÜMANLAR AÇISINDAN NEDEN ÖNEMLİDİR?

Hudeybiye Antlaşması Müslümanlar Açısından Neden Önemlidir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.