Hizmetin En Önemli Gayesi
Hizmette bulunanların gönülleri, feyz ve rûhâniyetle dolu olmalıdır. Gönül ufkumuzun inkişâfı, ancak mânevî gıdalarla mümkündür. Bu olgunluğun neticesinde ise anlayış, seziş ve duygularımız derinleşir.
ZÂHİRÎ İLİMLER YETERLİ DEĞİL
Bahâeddin Nakşibend, Azîz Mahmûd Hüdâyî, Gazâlî, Mevlânâ ve emsâli Hak dostları, sadece zâhirî ilimde kalıp, kalbî ilimle mücehhez olmasalardı, asırlardan beri gönül semâlarımızda birer Süreyya yıldızı gibi parlak mevkîlere nâil olamazlardı.
Bu büyük Allâh dostları, hâdiseleri gönül penceresinden, aşk ve muhabbet nazarıyla müşâhede ettikleri için, bulundukları toplumlara, hidâyete ermek isteyen nice kimselere ve hattâ cihâna yön veren padişahlara rehber olmuşlardır. Zîrâ onlar, zâhirî ilimlerin, akıl ve mantık bilgilerinin üzerini örten sırlı örtüyü kaldırmışlar, ilâhî aşk ve muhabbetin feyizli tecellîlerine mazhar olmuşlardır.
Bu Hak dostları, fânî vücudları asırlardır toprak altında olmasına rağmen feyz, rûhâniyet ve gönül eserleriyle günümüze kadar geldikleri gibi, bundan sonra da hizmetleri ile diri kalmaya devam edeceklerdir.
HİZMETİN EN ÖNEMLİ GÂYESİ
Hizmetin en önemli gâyelerinden biri olan hidâyetlere vesîle olabilmek, rehber insanın mânevî durumuna bağlı bir keyfiyettir.
İslâm’ı şahsî hayâtımızda ne kadar tatbik edebilirsek, diğer insanlara da o nispette tesir edebilme imkânımız olur. Kalb, ilâhî esrâra açılan bir penceredir. Bu vâsıtayı iyi kullanabilenlere öteler, sonsuzlar ayân olur. Tevhîd muhtevâsına girebilmek, kulu sonsuzluğun seyyâhı eyler.
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayâtına baktığımız zaman, ilâhî vahyin O’nun öncelikle kalbine indirildiğini müşâhede ederiz. Bu durum âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilir:
“Muhakkak ki o (Kur’ân), Âlemlerin Rabbi’nin indirdiği (kelâm-ı ilâhî)dir. Onu, Rûhu’l-Emîn, uyarıcılardan olasın diye, apaçık bir Arapça ile senin kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 192-195)
Kalbe inen bu Kur’ân, Allâh Rasûlü’nün karakter ve davranışlarının âdetâ canlı bir Kur’ân hâlinde sergilenmesine vesîle olmuştur. İşte sahâbe-i kirâm, bu şahsiyet ve karaktere hayran kalmış, böylece İslâmî şahsiyet ve karakterlerini, öncelikle kalb-i nebevîden almışlardır. Hidâyetlerinden evvel yarı vahşî bir hayat yaşayan bu câhiliye insanları, Allâh Rasûlü’nün hâlleri ile feyizlenerek davranış mükemmelliğine ulaşmışlardır. Böylece dünya târihinde “fazîlette zirve insanlar” hâline gelmişlerdir. Allâh’ın dînine hizmeti gâye edinmiş müminler de, ashâb-ı kirâmın bu fazîletli hâlinden örnek alarak, bu ulvî sırdan nasiplenmeli, kalblerinin Kur’ân feyziyle dolmasına gayret göstermelidirler.
GÖNÜL FEYZİNDEN MAHRUM HİZMET
Gönül feyzinden mahrum bir hizmet, çöle dökülen bir kova su misâlidir. Kurak arâziye atılan bir tohum, tarla fârelerinin kursağında yok olmaya mahkûmdur. Gönülle atılan hizmet tohumları ise istikbâlin çınarlarıdır. Bu sebeple hizmet insanı, şahsî hayâtının mânevî gıdasına dikkat etmek mecbûriyetindedir. İbâdetlerde rûhâniyete, ahlâk ve muâmelâtta incelik, zarâfet ve diğergâmlığa ehemmiyet verip, rûhen olgunluğa kavuşmak durumundadır. Böyle bir hâle sâhip olmak, kulu ilâhî muhabbete eriştirir. Nitekim Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Allâh, takvâ sâhibi, gönül zengini, kendisini ibâdete vererek şan ve şöhretten uzak duran ve nefsinin ıslâhı ile meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11)
HİZMET EDEN KİŞİNİN GÖNLÜ NASIL OLMALI?
Hizmet eden kişinin gönlü, münbit bir toprak gibi olmalıdır. Toprağın üzerinde gezen canlılar, onu çiğner ve cürûfunu da oraya dökerler. Fakat toprak, bu cürûfun hepsini temizler ve sonra çeşit çeşit güzellikte nebatlar bitirerek üzerinde dolaşan bütün mahlûkâtı besler. İşte hizmet ehlinin gönlü de böyle münbit bir toprak gibi olmalı, kalbindeki bütün güzellikler, manzaralar, kudret akışları, tabiî bir şiir hâlinde hizmet edilenlere in’ikâs etmelidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları
YORUMLAR