Topluma Hizmetin Fazileti

İçtimai hizmetler nelerdir? İslam’da topluma karşı sorumluluklarımız, topluma hizmetin fazileti ve önemi.

Cenâb-ı Hak, kullarının toplum içinde yaşamasını irâde buyurmuş ve onları birbirlerine muhtaç bir vaziyette yaratmıştır. Namazları cemaatle kılmayı, fakirlere zekât vermeyi ve imkân bulanların hacca giderek İslâm âlemi ile tanışıp görüşmesini emretmiştir. Bütün bunlar, insanların Allâh’a kullukta yardımlaşmaları ve birbirlerini teşvik etmeleri içindir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak ictimâî hizmetlere büyük ecirler lutfetmiştir.

Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbına:

“–Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?”

“–Bugün kim bir yoksulu doyurdu?”

“–Bugün bir hasta ziyâretinde bulunan var mı?” diye sorar ve:

“Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse o mutlaka cennete girer.” buyururdu. (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu suâlleriyle bir mü’minin sırf ferdî muhtevâda kalmayıp ictimâîleşmesinin, yâni bencillikten sıyrılıp diğergâm ve cömert bir gönle sâhip olmasının zarûretini ifâde buyurmuştur.

Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bu nevî ictimâî hizmetlerin kıymet ve fazîletini şöyle haber vermiştir:

“Kim oruçlu olur, hasta ziyâret eder ve cenâze teşyîinde bulunursa, (küçük) günahları affedilir. Sonra işledikleri ise bunun hâricindedir.” (Ahmed, III, 440)

Bir kudsî hadîste ise ictimâî hizmetlerin kulu Allâh’a yaklaştıracağı şöyle anlatılmaktadır:

 Allah Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur:

“–Ey Âdemoğlu! Hastalandım, Ben’i ziyâret etmedin.”

Âdemoğlu:

“–Sen âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl ziyâret edebilirdim?” der.

Allah Teâlâ:

“–Falan kulum hastalandı, ziyâretine gitmedin. Onu ziyâret etseydin, Ben’i onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun?

Ey Âdemoğlu, Ben’i doyurmanı istedim, doyurmadın.” buyurur.

Âdemoğlu:

“–Sen âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl doyurabilirdim?” der.

Allah Teâlâ:

“–Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Ben’im katımda mutlaka bulacaktın. Bunu bilmez misin?

Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin.” buyurur.

Âdemoğlu:

“–Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben Sana nasıl su verebilirdim?” der.

Allah Teâlâ:

“–Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun, bunu bilmez misin?” buyurur. (Müslim, Birr, 43)

Bu yüzden mü’minler olarak biz de etrafımızdan kendimizi mes’ûl hissederek ictimâî ibâdetleri hiçbir zaman ihmâl etmemeliyiz.

İÇTİMAİ HİZMETLER NELERDİR?

İnsanlara iyiliği tavsiye edip kötülükten alıkoymak, onları incitmemek, şahsımıza yapılan fenâlıklara katlanmak, insanlarla hoş geçinmek, cuma namazına gitmek, müslümanlarla birlikte hayır meclislerinde, ilim ve zikir toplantılarında bulunmak, hastaları ziyâret edip cenâze teşyîinde bulunmak, muhtaçlara yardım edip câhillere yol göstermek gibi bütün ictimâî ibâdetler, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetidir. Zîrâ O, bütün bir ömrünü Allâh’ın kullarına hizmet ederek geçirmiştir.

Peygamber Efendimiz hayâtında pek çok meşakkatlere katlanmış, eziyet görmüş, sıkıntı çekmiştir. Lâkin dâvâsında muvaffak olup Allah’ın müslümanlara kuvvet ve zaferler lutfettiği zamanlarda bile bir kenara çekilip rahat etmeyi aslâ düşünmemiştir.

Mübârek yeğeninin incinip rahatsız olmasından gönlü muzdarip olan Abbâs -radıyallâhu anh-, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yüksek bir taht üzerinde oturup insanların eziyetlerinden selâmete ermesini istemişti. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise:

“–Hayır! Allah beni içlerinden alıp huzûra kavuşturuncaya kadar onların arasında bulunacağım. Varsın ökçelerime bassınlar, elbisemi çekiştirsinler, kaldırdıkları tozlarla beni rahatsız etsinler!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, II, 193; Heysemî, IX, 21)

Mü’minleri de şöyle îkâz etti:

“Bir müslüman, insanların arasına karışıp onların ezâlarına katlanırsa, onlara karışmayıp ezâlarına katlanmayandan daha hayırlı olur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 55/2507)

Müslümanın, din kardeşine tebessüm etmesi, selâm vermesi, yoldaki taşı kaldırması, yabancıya yol göstermesi, yükünü taşıyamayana yardım etmesi, bilmeyene öğretmesi, helâlinden rızık kazanarak âilesini geçindirmesi, mâtemlerin civârında bulunup kalbi kırıkları tesellî etmesi, infakta bulunması, câmiye doğru adım atması ve emsâli bütün hayırlar, mü’min için kıymetli birer ictimâî ibâdet ve hizmettir. Cenâb-ı Hak, büyük bir lutuf eseri olarak kullarına hayır yollarını kolaylaştırmış ve bu hizmetlerin karşılığında büyük mükâfatlar va’detmiştir. Bu sebepledir ki kâmil mü’minler, cennete girinceye kadar hiçbir hayra doymazlar.

İctimâî hizmetlerin en mühimlerinden biri de, evlenmek istediği hâlde çeşitli imkânsızlıklar sebebiyle evlenemeyen mü’minlere yardımcı olmaktır. Böyle bir sadaka-i câriye işleme fırsatı yakalayan bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın emr-i ilâhîsine tâbî olarak büyük bir kazanç elde etmiş olur. Zîrâ âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lutfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (en-Nûr, 32)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, bu ictimâî ibâdetin kıymetini ifâde sadedinde şöyle buyurmuşlardır:

“En fazîletli şefaatlerden (teşvik edilen amellerden) biri, evlilik husûsunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 49)

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri de, nikâha teşvik edip evlenenlere yardımcı olmanın fazîleti hakkında şöyle buyurur:

“En üstün sadaka-i câriye, evliliğe vesîle olmaktır. Zîrâ onların neslinden gelen kimselerin yaptıkları her iyilikten, vesîle olana da bir ecir vardır.”

Tabiî bütün hizmetler gibi bunun da tam bir ihlâsla, yâni sâdece Allah rızâsı için yapılması zarûrîdir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu kıvâma eren mü’minleri şöyle müjdeler:

“Kim Allah Teâlâ için verir, Allah Teâlâ için meneder, Allah Teâlâ için sever, Allah Teâlâ için buğzeder ve Allah Teâlâ için bekârları evlendirirse, (yâni her işini Allah rızâsı için yaparsa), îmânını kemâle erdirmiş olur.” (Ahmed, III, 438)

Görüldüğü gibi ictimâî hizmetleri ihlâsla îfâ edenler, büyük ecirlere nâil olmaktadırlar.

Tasavvufî eğitimde de ictimâîleşmek esastır. Bilhassa Nakşîlikte, mânevî terbiye vâsıtası olarak, yine ictimâî bir metod olan “sohbet” esas alınmıştır. Buna ilâveten, tek başına tenhâ bir yerde halvete çekilmek yerine, toplum içinde bulunup kalben Hak Teâlâ ile halvet hâlini sürdürebilmek daha makbûl görülmüştür. Bunu ifâde etmek için; “halvet der encümen” yâni halk içindeyken bile Hak Teâlâ ile beraberlik şuurunu muhâfaza edebilmek, en mühim esas olarak konulmuştur. Diğer bir ifâde ile; “El kârda, gönül Yâr’da” düstûruyla yaşayabilmek hedeflenmiştir.

TOPLUMA HİZMETİN ÖNEMİ

Ecdâdımız, ictimâî hizmetlerin ehemmiyetini çok iyi idrâk etmiştir. Bu sebeple de şahsî ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdikleri gayret ve himmetten daha fazlasını, halkın istifâde edeceği eserleri inşâ etmek için göstermişlerdir. Bunu, azılı İslâm düşmanları dahî îtirâf etmek zorunda kalmışlardır. Nitekim on altıncı asır sonunda memleketimize gelen ve son derece mutaassıp bir Protestan papaz olan Salomon Schweigger, pâdişahından halkına kadar bütün müslümanların, kendi evlerini gâyet mütevâzı yaparken câmileri ve kamu eserlerini çok muhteşem ve mutantan yaptıklarını görünce, hayretini gizleyemeyerek bu durumu Seyahatnâme’sine kaydetmiştir. Papazın bu kayıtları, aynı zamanda müslümanların dînlerine bağlılığını gösteren bir vesîkadır.[1]

Kâmil bir îmânın ilk meyvesi, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara gösterilen şefkat ve merhamettir. Şefkat ve merhametin en güzel tezâhürü de mahlûkâta hizmettir. Bu sebeple ictimâî hizmetler, Allâh’ın mahlûkâtına şefkat ve merhamet esâsı üzerine binâ edilmelidir. Bu esaslara binâen halka yapılan bütün hizmetler, umûmî mânâsıyla Hakk’a ibâdet mâhiyetindedir

Dipnot:

[1] Bkz. İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s. 57, 88.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İNSANLARA HİZMET ETMENİN FAZİLETİ

İnsanlara Hizmet Etmenin Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.