Helal Gıda ve Salih Amel İlişkisi

Helal gıda neden önemli? Helal gıda ile salih amel arasında bağ var mıdır? Helal gıda ile ilgili ayetler ve helal lokmanın önemi.

İbrâhim Desûkî -kuddise sirruh-:

“Ey kardeşlerim! Haram yediğiniz sürece, hikmet ve mârifet hakkında bir şey elde edeceğinizi zannetmeyin.”

İbâdetler, rûhu besleyen mânevî gıdâların yanısıra, bir de vücûdun maddî gıdâlardan aldığı güç ve kuvvetle îfâ edilebilmektedir. Bünyeye helâl gıdâdan, rûhâniyet ve feyz aksederken, bunun zıddı olan haram ve şüpheli gıdâlardan ise kasvet, sıklet ve gaflet sirâyet eder.

HELAL GIDA VE SALİH AMEL ARASINDAKİ İLİŞKİ

Helâl gıda ile salih ameller arasında sıkı bir irtibat söz konusudur. Duânın kabulünde de helâl gıdanın ehemmiyeti pek büyüktür. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu husûsu şöyle beyân eder:

“Ey insanlar! Şüphesiz ki Allâh pâk ve her şeyden münezzehtir (tayyibdir). Bu itibarla tıyb (helâl) ve temiz olandan başkasını kabul etmez. Allah Teâlâ, peygamberlere emrettiği şeyleri müminlere de emretmiştir. (Âyet-i kerîmelerde buyrulur:)

«Ey peygamberler! Helâl olan şeylerden yeyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü Ben sizin yaptıklarınızı pekâlâ bilirim.» (el-Mü’minûn, 51)

«Ey îman edenler! Size verdiğimiz rızıkların helâl olanlarından yeyin.» (el-Bakara, 172)

(Bu âyetleri tilâvet ettikten sonra) Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, uzun bir sefere çıktığı için saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış ve ellerini semâya kaldırarak: «Yâ Rabbî, Yâ Rabbî!» diye duâ eden bir adamdan bahseder ve:

“Bu adamın yediği haram, içtiği haram, giydiği haram iken ve haramla beslenmişken, duâsına nasıl icâbet edilsin?!” (Müslim, Zekât, 65) buyurur.

HELAL VE HARAM ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Gönül ehli Hak dostları, kalbî âlemlerinin inkişâfı için şu iki husûsiyete titizlik gösterirler ve:

“Yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan çıkana dikkat edin!..” buyururlar.

Aşağıdaki hadîs-i şerîf de bize helâl ve haram husûsunda ne kadar ihtiyatlı olmamız gerektiğini pek güzel ve veciz bir şekilde beyân buyurmaktadır.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“Şüphesiz helâl bellidir. Haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında (helâl veya haram olduğu açıkça belli olmayan) birtakım şüpheli şeyler vardır ki, pek çok kimse onları bilemez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse, dînini ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden sakınmayan bir kimse ise, zamanla harama düşer. Tıpkı sürüsünü başkasına âit bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, sürünün bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allâh’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” (Buhârî, Îmân, 39)

Allâh’ın emrine itaat, teslîmiyet ve rızâ hâlinde olan kalbler; hikmet, hayır ve feyz mecraı olur. Bunun zıddına, haramlardan ve şüpheli şeylerden korunmayan kalb ve bedenler ise, baştanbaşa bir kötülük barınağı ve ahlâksızlık yuvasına döner.

Bu titizlik ve hassâsiyetin ehemmiyeti husûsunda şu misâller ne kadar ibretlidir:

Ebûbekir Sıddîk -radıyallâhu anh-’ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine birgün köle kazandığı bir şey getirdi. Ebûbekir -radıyallâhu anh- da onu yemeye başladı. Bunun üzerine köle:

“–Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

Ebûbekir -radıyallâhu anh-:

“–(Hayır bilmiyorum) Nedir söyle bakalım?” diyerek onun açıklamasını istedi.

Köle:

“–Falcılıktan anlamadığım hâlde câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi.” deyince Hazret-i Ebûbekir, parmağını boğazına götürerek (tüm eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 26)

Diğer bir rivâyete göre köle:

“–Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi?” dediğinde Hazret-i Sıddîk:

“–Canımın çıkacağını bilsem bile, yine de o lokmayı çıkarırdım.” cevâbını verdi. (Ahmed b. Abdullâh et-Taberî, er-Riyâdu’n-Nadra, II, 140-141)

Hızır -aleyhisselâm-’ın, meşhûr Hak dostlarından Abdülhâlık Gucdevânî -kuddise sirruh-’u ziyâreti esnasında aralarında geçen şu konuşma da pek ibretlidir.

Hızır -aleyhisselâm-, Gucdevânî Hazretleri’nin ikrâm ettiği yemekleri yemez ve sofradan kendisini geriye çeker. Abdülhâlık Gucdevânî -kuddise sirruh- hayretle:

“–Bunlar helâl lokmalardır; niçin yemiyorsunuz?” der.

Hızır -aleyhisselâm- ise şu cevâbı verir:

“–Evet, helâl lokmalardır; lâkin pişiren, öfke ve gafletle pişirmiştir.”

Görüldüğü üzere yenilen bir yemeğin helâl olup-olmamasının da ötesinde, hangi hâlet-i rûhiye içinde pişirildiğinin dahî, insanın hâl, hareket, muâmelât ve ibâdetlerinin rûhâniyetine tesir ettiği anlaşılmaktadır. Bu durum, gıdâlar karşısında takınılması gereken tavrın ehemmiyet ve nezâketini ortaya koymaktadır.

Sâlih insanların gıdâlar husûsundaki bu hassâsiyetleri, onları çarşı-pazardan aldıkları gıdâ maddelerini, evlerine kapalı bir sûrette taşımaya sevketmiştir. Zîrâ alınan bir gıdâ üzerinde “takılı gözler” kalmamalı ve gıdâlardan umulan enerji ve kuvvette, ihtiyaç sahiplerinin iç çekişlerinin, gariplerin ve mahrûmların mahzun nazarlarının menfî tesirleri bulunmamalıdır.

HARAM VE ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN SAKIN

Mü’min, haram ve şüpheli olan şeylerden titizlikle sakınmanın yanında, helâl nîmetleri kullanırken de, tasarruf dengesini iyi muhâfaza etmeli ve israftan kaçınmalıdır. Âyet-i kerîmede:

“Bir de akrabâya, yoksula ve yolcuya hakkını ver! Gereksiz yere de saçıp savurma! Zîrâ böylesine saçıp savuranlar, şeytanların arkadaşlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür” (el-İsrâ, 26-27) buyrulmaktadır.

Mesnevîde helâl lokmanın beden ve rûh üzerindeki tesirini Hazret-i Mevlânâ mecâzî üslûbuyla şöyle ifâde eder:

“Dün gece ilhâm, bize başka türlü tecellî etti. Çünkü mîdeye inen birkaç şüpheli lokma, ilhâmın yolunu tıkadı.

Nefsin arzu ettiği şüpheli gıdâlar, seni Hak yolundan alıkoyan, ayağına batmış dikenler gibidir. Bu yüzden lokmaya dikkat etmeyenler âsîlerden oldular.

Ey beden! Senin içinde öyle güzel bir gül var ki onu korursan, etrâfa yayılan güzel kokulardan, sayısız irfân ve mârifet gülistânı meydana gelir.”

HELAL LOKMANIN ÖNEMİ

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- da lokmanın kalb tasfiyesindeki ehemmiyetine şöyle dikkat çeker:

“Bak evlâdım! Haram yemek kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nûrlandırır; lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünyâ ile meşgul eder; lokma vardır ukbâ ile meşgul eder. Lokma vardır, seni her iki dünyânın da zâhidi yapar; lokma vardır, seni dünyâ ve âhiretin Hâlıkı’na yöneltir. Haram yemek, seni dünyâ ile meşgul eder ve masıyetleri sana sevimli gösterir. Mübah yemek, seni âhiretle meşgul eder ve taatleri sana sevdirir. Helâl yemek ise kalbini Mevlâ’ya yaklaştırır. Yiyeceklerin keyfiyeti ve tesiri ancak mârifetullâh ile bilinebilir. Mârifetullâh ise kalbde olur, kitap ve defterde değil. Mârifet-i ilâhiyye, Hâlık’tan kalbe ihsân edilir; mahlûktan değil. Bu ise tevhîd-i ilâhîyi tasdîk ve ilâhî ahkâmla amel ettikten sonra tahakkuk eder.”

İbrâhim Desûkî -kuddise sirruh- ise:

“Ey kardeşlerim! Haram yediğiniz sürece, hikmet ve mârifet hakkında bir şeyler elde edeceğinizi zannetmeyin.” buyurur.

Yine helâl yemekle ilgili Ubeydullâh Ahrâr -kuddise sirruh- ile Seyyid Kâsım Tebrizî -kuddise sirruh- arasında geçen şu konuşma ne kadar câlib-i dikkattir:

Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri anlatıyor:

Bir gün Seyyid Kâsım Hazretleri bana dediler ki:

“–Baba! Bilir misin, zamanımızda hikmet ve hakîkat niçin az zâhir oluyor? Çünkü bu devirde bâtın tasfiyesi pek az insanda kalmıştır. Kemâl, bâtın tasfiyesindedir. Bâtın tasfiyesi ise helâl lokma yemekle mümkündür. Bu devirde helâl lokma pek azdır. Bâtını tasfiye görmüş insan ise yok gibi bir şey... Nasıl istersin ki, böylelerinde ilâhî esrar tecellî etsin?”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HELAL GIDA

Helal Gıda

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.