Hayırlı Olanı Allah Bilir

"Allah bilir, siz bilmezsiniz" ifadesini nasıl anlamalıyız? Cihat farz mıdır? Kul için, Allah'ın kefil olmasından daha hayırlı ne olabilir?

Bakara suresinin 216. ayetinde şöyle buyrulur:

“Hoşunuza gitmese de cihat size farz kılındı. Ama hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olabilir. Hoşlandığınız bir şey de sizin için şerr/hayırsız olabilir. Gerçekten neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.” [1]

BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAK

Hayatta asıl olan barış içinde yaşamaktır. Ne var ki barışı sağlamak için cihadın gerekli olduğu zamanlar da hiç az değildir.

İsmi, anlamı ve içeriği ile tam bir barış dini olan İslâm, barışı sağlamak ve sürdürmek için savaş ilkesine sahiptir.

Savaş, ölmek veya öldürmekle sonuçlanan kitlesel bir olaydır. Bu sebeple de pek istenmez. Âyet-i kerime bu durumu "hoşunuza gitmese de" kaydıyla tespit ve ilan etmektedir. Bu kayıt, bir kınama ya da eleştiri kaydı olmayıp insanın yaratılıştan sahip olduğu genel bir özelliğinin ifadesidir.

"Hayr ve iyilik, mutlak olarak hoşa giden alan ve eşyadadır" diye bir kural yoktur. Görünürde ve hatta gerçekte hoşa gitmeyen alan ve eşyada da hayır ve iyilik olabilir.

Konu ilâhi bilgi kapsamındadır. İşin gerçek yüzünün bilgisi Allah'a aittir. İnsan görüntüye göre karar verir. İlâhlık (ulûhiyet) ve kulluk (ubûdiyet) kavramlarına ait sırların düğüm ve açılım noktası, işte tam da burasıdır. Nitekim âyet-i kerime açıkça "Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz" diye konuyu ortaya koymuş bulunmaktadır.

İlâhlık (ulûhiyet) ve kulluk (ubûdiyet) arasındaki bilgi ve tecelli farkı, -diğer vahyî konulara örnek olacak şekilde- bu âyet-i kerimede "savaş farzı" örneğiyle açıklanmaktadır.

İlahi emirlerin, kulların his ve anlayışlarına göre değil, "Allah emri" olmaları niteliğine göre değerlendirilmesi esastır. Çünkü Allah her şeyi bilir.[2]

İnsan aklı, hayrı şerri, güzeli çirkini tüm boyutları ile kavrayamaz. Uzun va'dede ne olacağını kestiremez. Bunlar Allah Teâlâ'nın bilgisi dâhilindedir.

ALLAH BİLİR, SİZ BİLMEZSİNİZ

Üç âyette[3] daha tekrar eden "Allah bilir, siz bilmezsiniz" ifadesi, kullar için haddini bilip emre teslim olma çağrısı niteliğindedir.

Bir başka ifade ile hayırlı olanı tayinde kulların zannı ya da hesabı değil, İlâhi irade esastır. Nitekim bir âyet-i kerimede "فَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللَّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا "Hoşlanmadığınız bir şeyde Allah’ın sayısız hayır takdir etmiş olması mümkündür!"[4] uyarısında bulunulmuştur. O halde "hayırlı olanı bilen Allah'ın emir ve yasaklarına uymak", kullar için hayrın tâ kendisidir.

CİHAT FARZ KILINDI

Bu sebeple "zulüm ve baskının tamamen ortadan kalkmasına ve insanların, hâkimiyetin Allah’a ait olduğu idrakine varıp hiçbir endişe duymadan dinlerini seçebilecek duruma gelmesine kadar" savaşılması emredilmiştir.[5] Bir başka ifade ile Allah Teâlâ, şartları oluştuğunda savaşmayı Müslümanlara farz kılmıştır.

İslam’da savaş Allah’ın kullarını öldürmeye değil, onların insanca yaşamasını sağlamaya yöneliktir. Yani imhâ için değil ihyâ içindir. Bu sebeple de Müslümanlara haksız yere saldıranlarla savaşmak, kaçınılmazdır, farz-ı ayn' dır.[6] Çünkü fitne, yani "dindar insanları dinlerinden caydırmak için yapılan her türlü girişim ve baskı, adam öldürmekten beterdir."[7]

Fitne; ölümü temenni ettiren hal demektir. Allah'a ortak koşmak (şirk), küfrü yaymak (neşr-i küfür), dinden çıkmak (irtidat), Allah'ın yasaklarını çiğnemek, genel güvenliği bozmak (âsâyişi umûmîyi ihlâl), kişiyi yurdundan sürmek (vatandan ihraç), öldürmekten daha ağır (eşeddü mine'l-katl), bir başka ifade ile "ölümü temeni ettirecek fitne türü eylemler"den sayılmaktadır.

FİTNE ADAM ÖLDÜRMEKTEN BETERDİR

Böylece, "Fitne, adam öldürmekten beterdir" âyeti, İslâmdaki savaş emrinin en büyük gerekçesini itikâdî anlamda fitneyi ortadan kaldırmak, faydasını da toplumsal karmaşayı önlenmek diye açıklamış olmaktadır.

Bu sebeple cihad ilkesinden dolayı İslâm'ı kılıç/savaş dini ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i salt savaş peygamberi olarak nitelendirmek, İslâm düşmanlığından başka bir anlam ifade etmez.

Diğer taraftan "Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Ama hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olabilir" âyetindeki hayr, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin şu hadis-i şerifinde iki yönlü olarak ifadesini bulmuş gibidir:

“Allah Teâlâ Kendi yolunda cihada çıkan kimseye, ‘Onu sadece Benim yolumda cihad, Bana iman, Benim rasûllerimi tasdîk etmesi yola çıkarmıştır” diye kefil olur. Allah, o kimseyi şehit olursa Cennet’e koymaya, gâzi olursa -sevâba ve ganimete kavuşmuş olarak- evine döndürmeye kefil olmuştur.”[8]

KUL İÇİN ALLAH'IN KEFİL OLMASINDAN DAHA HAYIRLI NE OLABİLİR?

Her iki halde de kul için, Allah'ın kefil olmasından daha hayırlı ne olabilir? Bu sebeple mümine "بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ = tüm hayr senin elinde/emrindedir; kuşkusuz sen, her şeye gücü yetensin"[9] itiraf ve teslimiyeti içinde olmak ve savaş emrine de bu gözle bakmak yaraşır.

Hayatın bir anlamda en uç ve tehlikeli noktası savaşta bile hayır söz konusu olduğuna göre, günlük hayatta karşılaşılan hoşa gitmeyen durumlar ve meselelerde de aynı gerçeğin geçerli olabileceğini düşünmek ve hayata vahiy penceresinden yani hikmet noktasından bakmak hem "teselli" verecek hem de "teslimiyet" duygusunu arttıracaktır. Bu da mümin için başlı başına bir hayr demektir.

Netice itibariyle mümine düşen, Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarının kendisi için hayır olduğunda tereddüt ve şüpheye düşmeden, onları gönül rahatlığıyla ve tabiî gücü ölçüsünde yerine getirme gayretinde olmaktır.

Dipnotlar: 1) el-Bakara (2), 216 2) Bk. el-Bakara(2), 19, 231, 282; en-Nisâ (4), 176;el-Mâide (5), 97; el-A’raf (7), 101; el-Enfal (8), 75; et-Tevbe (9), 115; en-Nur (24), 35, 64; eş-Şûrâ (42), 12; el-Hucurât (49), 16; el-Hadîd (57), 3; el-Mücâdele (58), 7; et-Teğâbun (64), 11 3) el-Bakara (2) 232; Âl‑i İmrân (3) 66; en-Nûr (24) 19 4) en-Nisâ (4), 19 5) Bk. el-Bakara (2)193 6) Bk. en-Nisâ (4) 91; Hac (22) 39 7) Bk. el-Bakara (2) 191, 217 8) Müslim, İmâre 103. Yorumu için bk. Riyazü’s-sâlihîn, Peygamberimizden Hayat Ölçüleri (trc ve şerh. Kandemir,Çakan, Küçük), VI, 25-30 (Erkam Yayınları) 9) Âl-i imrân (3), 26

Kaynak: İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 437

İslam ve İhsan

ÖMRÜN EN HAYIRLISI

Ömrün en Hayırlısı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.