Gıybet Nedir? Gıybetten Nasıl Sakınmalıyız?

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur: “Senin gıybetini yapsalar bile, sen kimsenin gıybetini yapma!”[1]

GIYBET NEDİR?

Gıybet; yani bir kimseyi gıyâbında hoşlanmayacağı şekilde anmak, Kurʼân ve Sünnetʼin şiddetle nehyettiği çok ağır bir cürümdür. Nitekim gıybet, Kurʼân-ı Kerîmʼde “ölü kardeşinin etini yemek”[2] gibi iğrenç bir fiil olarak tasvir edilmektedir.

Gıybetin temelinde, enâniyet/benlik duygusu yatar. Zira gıybet, başkasını tenkit ederek, dolaylı yoldan kendini üstün görmektir. Yani bir başkasındaki kötü huyun kendisinde bulunmadığını, dolayısıyla kendisinin ondan daha iyi olduğunu îmâ etmektir. Netice itibâriyle bir övünme, böbürlenme ve büyüklük taslama tezâhürüdür.

GIYBETE GIYBETLE KARŞILIK VERMEK

İnsanın şeref ve haysiyetine kasteden gıybet cürmüne aynıyla mukâbelede bulunmak, yani gıybete gıybetle karşılık vermek ise, ham insanların davranış şeklidir. Şu hâdiseler, gıybete mâruz kalan olgun bir müʼminin sergileyeceği davranış üslûbunu, ne güzel îzah etmektedir:

Bir kişi Tâbiîn neslinin büyüklerinden İmâm Şâbî’ye hakâret etmişti. Hazret gayet yumuşak bir üslûpla ona şu cevabı verdi:

“–Dediklerin doğru ise, Allah beni affetsin! Eğer yanlış ise seni affetsin!”

Fudayl bin Iyâz Hazretleri’ne de:

“–Falanca sizin haysiyetinize dil uzatıyor.” denilmişti.

Hazret ise:

“–Vallâhi ben ona değil, ona o sözleri söyleten iblise öfkeleniyorum.” karşılığını verip şu niyazda bulundu:

“–Allâh’ım! Eğer o kişi doğru söylüyorsa beni bağışla, yok yalan söylüyorsa onu bağışla!..”

KÖTÜLÜKLERİ İYİLİK VE GÜZELLİKLE SAVMAK

İşte, îmânı kemâle ermiş bir müʼmin, karşılaştığı kötülüklere kötülükle mukâbele etmek yerine, onu en güzel bir sûrette, iyilik ve güzellikle savmanın çok daha hayırlı olduğunu bildiren şu ilâhî tâlimatlara itaat hâlinde olur:

“Bir kötülüğün cezâsı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezâdır). Fakat kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allâh’a âittir…” (eş-Şûrâ, 40)

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

GIYBET GİBİ KÖTÜLÜKLERE KARŞI NASIL DAVRANILMALI?

Yine gıybet ve benzeri bütün kötülüklere karşı kâmil bir müʼminin nasıl davranması gerektiğini, şu hadîs-i şerîf ne güzel hulâsa etmektedir:

“Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenâlık yapanlara karşı aynı şekilde mukâbelede bulunmayıp iyilik yapabilmektir.” (Tirmîzî, Birr, 63)

Kötülüğe iyilikle mukâbele edebilmenin mânâsını da doğru anlamak îcâb eder. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:

“–Din kardeşin zâlim de olsa mazlum da olsa, ona yardım et!” buyurmuşlardı. Bir sahâbî:

“–Yâ Rasûlâllah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim?” dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Onu zulümden alıkoyar, zulmüne mânî olursun. Şüphesiz ki bu, ona yardım etmektir.” buyurdu. (Buhârî, Mezâlim 4, İkrâh 6; Tirmizî, Fiten, 68)

GIYBET YAPILAN YERDE DURULMAMALI

Dolayısıyla bir yerde gıybet edildiğine şâhit olan bir müʼmin, münâsip bir lisanla gerekli îkâzı yapmalı, şâyet vazgeçmezler ise o günaha ortak olmamak için orada durmamalıdır.

Hak dostlarından Abdullah Dehlevî Hazretleri, bulunduğu meclislerde lüzumsuz sözler sarf edilmesine müsaade etmezdi. Birisi gıybet etse hemen ona mânî olur ve:

“–O söylediğin söze ben daha lâyıkım!” derdi.

Oruçlu olduğu bir gün, yanında sultânı kötülediler. Hazret:

“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.

Bir talebesi:

“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:

“–Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.[3]

KÂMİL MÜ'MİNLERİN SANATI

Kötülüğü iyilikle bertaraf edebilmek, “sâlih ve muslih” kulların, yani hem kendisi istikâmet üzere olan, hem de başkalarının da ıslâhı için gayret eden kâmil müʼminlerin sanatıdır. Nitekim Hak dostlarından Hasan-ı Basrî Hazretleri, kendisinin gıybetini yapan birine kızıp öfkelenmek yerine, ona hediye göndererek teşekkür ederdi.

Zira İmâm Şârânî -rahmetullâhi aleyh- der ki:

“Ben ille de birinin gıybetini yapacak olsam, önce anamın-babamın gıybetini yapardım. Çünkü gıybet eden insan, evvelâ kendi sevaplarını, gıybetini yaptığı kişiye bağışlamış, verecek sevâbı kalmamışsa da onun günahlarını kendi üzerine yüklenmiş olur.”

EBÛ DAMDAM GİBİ OLMAK

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, sâlih zâtların güzel ahlâkına dâir pek mânidar bir misâli şöyle haber vermiştir:

Bir gün ashâbına:

“–Sizden biri, Ebû Damdam gibi olmaktan âciz midir?” diye suâl eden Allah Rasûlü’ne oradaki sahâbîler:

“–Ebû Damdam kimdir?” diye sordular.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Sizden önceki kavimlerden birine mensup biriydi. O;

«‒Bana hakâret eden ve dil uzatarak gıybetimi yapan kimselere hakkımı helâl ediyorum.» derdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 36/4887)

Allâhʼın kullarını affede affede ilâhî affa lâyık olabilme hassasiyetinin ne kadar muhteşem bir tezâhürü… Yaratanʼdan ötürü yaratılanlara şefkatin ne müstesnâ bir misâli… Eziyetlerine maruz kaldığı kimselerin hesap gününde kendisi sebebiyle zor duruma düşmemeleri için onlara merhamet ederek ilâhî rahmeti ümîd etmenin ne güzel bir numûnesi…

Dipnot:  [1] Es‘ad Sâhib, Buğyetü’l-Vâcid, s. 138-141, no: 28. [2] Bkz. el-Hucurât, 12. [3] Abdülganî bin Ebî Saîd, Hüvelganî Risâlesi, s. 152.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Aralık, Sayı: 358, Sayfa: 032

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Çok istifade ettik kızımla. Ona masal olarak okuyup, kendim de dersler aldım. Allah razı olsun tüm emek verenlerden.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.