
Furkân Suresinin 44. Ayeti Ne Anlatıyor?
Furkân sûresi 44. âyette ne anlatılmak isteniyor? Aklını ve kalbini işletmeyen insanların hayvandan bile aşağı olduğunu bildiren Furkân Suresi 44. âyetin Arapçası, meali ve tefsiri yazımızda…
Furkân sûresinin 44. âyetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
Furkân Suresi 44. Ayet Arapça:
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلًا۟
Furkân Suresi 44. Ayet Meali:
Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar. (Furkân, 25/44)
HAYVANDAN AŞAĞI İNSANLAR – FURKÂN SÛRESİ 44
Bilgi:
Allah Teâla, insanoğlunun üzerinde düşünüp; varlığını, birliğini ve kudretini anlaması için sayısız deliller vermiştir. Güneşi ısı kaynağı, geceyi istirahat zamanı, rüzgârı rahmet habercisi, yağmuru canlılar için su kaynağı olarak var etmesini ve en önemlisi de insanı bir damla sudan yaratmasını görebilmek, Allah Teâla’nın kudretini anlamak için yeterli olur. Hâl böyleyken Allah Teâla’nın varlığını ve birliğini tanımamak, insanı hayvanların seviyesinden bile daha aşağı durumlara düşürür.
Mesaj:
- Bazı insanlar gözü, kulağı ve aklı olsa bile, bunları doğru kullanmayıp sadece arzu ve ihtiraslarının peşine takılıp hakikati göremeyebilirler.
- Cenâb-ı Hakk’ı inkâr etmek insanı, hayvanlardan daha alt bir konuma düşüren bir dalalettir.
Kelime Dağarcığı:
Dalalet: İnanç konularında bâtıla sapmak, şaşkınlık, hidayetin zıddı.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
Furkân Suresi 44. Ayet Tefsiri:
- Rasûlüm! Nefsinin kötü arzularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Senin vazîfen sadece tebliğken, şimdi onun doğru yola gelip gelmemesinden sen mi sorumlu olacaksın?
- Yoksa sen onların çoğunun gerçeği dinlediklerini veya akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar tıpkı hayvan sürüsü gibidir. Hatta izledikleri yol bakımından hayvanlardan daha şaşkın durumdadırlar.
Müşrikler nefislerinin istediği şekilde putlara tapıyorlardı. Bir putu diğeriyle değiştiriyorlar, kafalarına göre takılıyorlardı. Allah’ın hükmünü hiçe sayıyorlardı. Mü’min ise nefsinin hükmüne değil Allah’ın hükmüne göre amel eder. İnanç bakımından iki kişi arasındaki fark böyle ortaya çıkar. Buna göre aklına düştüğü ve nefsinin arzu ettiği şekilde yaşayan “hevâsının kulu” olur ve bunun acı sonucuna katlanır. Nitekim Hz. Mevlânâ şöyle ikaz eder:
“İnsanın nefsinin zevk sandığı şeyler, gelip geçicidir. Çorak yere ekilmiş tohum gibidir. Bitmez, meyve vermez. Ondan elde edilecek mahsul pişmanlıktır. Kârı da zarardan başka bir şey değildir.” (Mevlânâ, Mesnevî, 486-487. beyitler)
Mevlânâ (k.s.), nefsin putlaştırılmasıyla ilgili olarak da şu muhteşem izahta bulunur:
“Bütün putların anası, sizin nefsinizin putudur. Dışarıda görülen putlar, birer yılandır, halbuki nefis putu bir ejderhadır. Nefis, çakmak taşı ile demirdir. Put ise, çakmak taşından sıçrayan kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner. Kıvılcım söner ama, çakmak taşı ile demir su ile söndürülebilir mi? İnsan oğlu, bu ikisi kendisiyle beraber oldukça nasıl emîn olabilir? Çakmak taşı ile demirin ateşi, kendi içlerinde gizlenmiştir. Onların içlerine su girmez ki ateşi söndürsün. Su, ancak, dışarda bulunan ateşi söndürür. O, taşın ve demirin içine nasıl girer? Nefsin ve şehvetin sembolü olan çakmak taşı ile demirden, küfrün ve bütün kötülüklerin kıvılcımları sıçrar. Dumanları yükselir. Kaptaki, küpteki su bitse de, nefis çeşmesinin suyu tazedir, kesilmeden akar durur… Nefsin, her anda bir hilesi vardır ki, onun her hilesi ile isyan denizinde yüzlerce Firavun ile o Firavun’a uyanlar batmadadır. Sen, kurtulmak istiyorsan, Mûsâ’nın Rabbi’ne sığın. Benliğe kapılıp, firavunluk ederek imanını kaybetme. Ey kardeş! Sen Allah’ın emrine ve Azîz Peygamberimizin sünnetine uy da, ten Ebû Cehli’nden ve nefsânî isteklerden kurtul...” (bk. Mevlânâ, Mesnevî, 371-383. beyitler)
Bu bakımdan, Peygamberin vazifesi sadece tebliğ etmektir. Onun kimse üzerinde baskı yapma veya kimseyi zorla müslüman yapma yetkisi yoktur. Çünkü hidâyet ve sapıklık peygamberin elinde değildir; o sadece gerçeği bildirmekle mesuldür.
Nefsânî arzularını putlaştıran, onun peşinden koşan ve başka bir şey düşünemeyen kimselerin, bu durumları devam ettiği müddetçe Peygamber (s.a.s.)’in davetine kulak vermeleri, onu anlamaları ve akıllarını kullanarak sıhhatli bir neticeye ulaşmaları zordur. Bu tutum ve davranışlarıyla onlar, ancak düşünme melekesi bulunmayan hayvanlardan daha şaşkın ve daha iz’ansız bir duruma düşmektedirler. Koyunların ve sığırların, çobanlarının kendilerini nereye: otlağa mı yoksa kesimhaneye mi götürdüğünü bilmedikleri gibi, böyle ahmaklar da nereye: felakete mi yoksa kurtuluşa mı sürüklendiklerini bilmezler. Aradaki tek fark, hayvanların aklının olmaması ve götürüldükleri yer konusunda sorumluluklarının bulunmamasıdır. Fakat, ne yazık ki, akıl nimetiyle donatılmış insanlar da hayvanlar gibi davranabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, durumlarının hayvanlarınkinden çok daha kötü olduğu anlaşılır. Yine hayvanlar Rablerini bilir, O’nu tesbih eder, gidip otlayacakları yerleri bulur, bilip tanıdıkları sahiplerinin arkasından giderler. Bu ahmaklar ise kendilerini hakka yöneltenin arkasından gitmezler. Kendilerini yaratıp rızıklandıran Rablerini de tanımazlar. Bu açıdan da onların hayvanlardan daha şaşkın ve aşağı seviyede oldukları anlaşılır.
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR