Fetih Suresinde Fethi Müjdelenen Yer Neresidir?

Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Fetih suresinde yakın bir fetih olarak müjdelenen fetih hangisidir? Hudeybiye’den dönüşte gerçekleşen mucizeler.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ve ashabı, 20 gün Hudeybiye’de kalmışlardı. Gidiş ve dönüşleriyle birlikte seferleri 1,5 ay sürdü.

Müslümanlar, yapılan sulh antlaşmasının hikmetini ilk anda kavrayamadıkları için gösterdikleri memnûniyetsizlik ve işi ağırdan alma sebebiyle büyük bir korkuya kapıldılar. Haklarında vahiy ineceğini ve helâk edileceklerini düşünmeye başladılar.

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI’NDAN SONRA FETİH SURESİNDE YAKIN BİR FETİH OLARAK MÜJDELENEN FETİH HANGİSİDİR?

Enes bin Mâlik (r.a) şöyle buyurur:

“Mü’minler hüzün, moral bozukluğu ve hayal kırıklığı içinde Hudeybiye’den dönüyorlardı. Zira umre ibadetini yerine getirememiş, kurbanlarını Hudeybiye’de kesmek mecburiyetinde kalmışlardı. Bu esnâda şu âyet-i kerimeler nâzil oldu:

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder. İmanlarını bir kat daha artırsınlar diye mü’minlerin kalplerine sekîneti indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. (Bütün bu lütuflar) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur” (Fetih, 1-5)

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“Bana öyle bir âyet indi ki, bu âyet bana dünyanın tümünden daha sevimlidir” buyurdular. (Müslim, Cihâd, 97)

Mücemmî bin Câriye (r.a), Fetih Sûresi’nin inişi esnâsında ashâbın nasıl korkulu anlar yaşadığını şöyle anlatır:

“İnsanlar korka korka develerinin yanlarına dağılmışlardı. Birbirlerine:

«–İnsanlara ne oluyor?» diye soruyorlardı.

«–Rasûlullâh (s.a.v)’e vahiy gelmiş!» dediler. Biz de herkesle birlikte, korka korka Allâh Rasûlü’nün yanına doğru gittik. Ashâb-ı kirâm toplanınca Âlemlerin Efendisi (s.a.v) Fetih Sûresi’ni okudular.” (İbn-i Sa’d, II, 105. Krş. Ebû Dâvûd, Cihâd, 143-144/2736)

Hz. Ömer (r.a) daha sonraları şöyle demiştir:

“O gün Rasûlullâh’a karşı sarf etmiş olduğum sözlerimden duyduğum korku sebebiyle, âkıbetimin hayrolması için devamlı oruçlar tutuyorum, sadakalar veriyorum, nâfile namazlar kılıyorum ve pek çok köleler âzâd ediyorum.” (Bkz. Ahmed, IV, 325; İbn-i Seyyidinnâs, II, 167)

Fetih Sûresi, mü’minlere Hudeybiye ile birlikte açılmış bulunan zafer kapılarının müj­delerini veriyordu. Nitekim çok geçmeden müjdeler birer birer gerçekleşmeye başladı: Civar kabîleler, Rasûlullâh’ın Kâbe’yi ziyâret için çıktığı bu yolculuğu, “dönüşü olmayan bir yolculuk” diye vasıflandırmışlardı. Fakat Allâh Rasûlü’nün en ufak bir zarara dahî uğramadan sağ sâlim geri döndüğünü görünce, telâş içinde gelip kendisinden özür dilediler. Allâh Teâlâ onların bu hâlini âyet-i kerîme­lerde şöyle haber verir:

“Aslında siz, Rasûl’ün ve mü’minlerin, âilelerine bir daha geri dönmeyecekle­rini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve he­lâke müstehak bir topluluk oldunuz. Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne îmân etmemişse bilsin ki Biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (el-Fetih, 12-13)

HUDEYBİYE’DEN DÖNERKEN GERÇEKLEŞEN MUCİZE

Dönüş yolunda müşâhede edilen mûcizelerden biri de şöyledir:

Hz. Câbir (r.a) anlatıyor:

“Hudeybiye günü insanlar susadı ve Efendimiz’e geldiler. Rasûlullâh’ın önünde deriden îmâl edilmiş bir su kabı vardı. Efendimiz (s.a.v) abdest aldılar. İnsanlar O’na doğru sokulmaya başladılar. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

«−Neyiniz var?» diye sordular.

«−Abdest almak ve içmek için önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı» dediler.

Allâh Rasûlü (s.a.v) derhâl ellerini kaba koydular. Derken mübârek parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı pınarların kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik ve abdest aldık.”

Hz. Câbir’e:

“−O gün kaç kişiydiniz?” diye soruldu:

“−Eğer yüz bin kişi de olsak su yetecekti, fakat biz bin beş yüz kişi idik!” cevâbını verdi. (Buhârî, Menâkıb, 25)

Hudeybiye’ye giderken orduya yolda katılan yeni insanlar olduğu için muhtelif rivâyetlerde asker sayısı farklı verilmiştir.

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI’NIN HİKMETLERİ

Bu mücmel hâdise, ancak iki sene zarfında açıklığa kavuştu. Nitekim bu antlaşma ile olu­şan sulh ortamında birçok kimse İslâm’la şereflenmiş, iki sene zarfında müslüman olanla­rın sayısı, o zamana kadar Müslüman olanların toplam sayısını geçmiştir.

Belki o sene Müslümanlar umre yapamayacaklar veya bâzı ağır şartlara bir müddet sabretmek durumunda kalacaklardı. Fakat bunun ardından sökün edip gelecek olan kazanç­lar çok daha büyük olacaktı. Çünkü bu antlaşma ile İslâm’ın varlığı resmen tanınmıştı. Bir sene sonra Kâbe ziyâret edilecekti. Arap kabîlelerinden isteyenler Müslümanların himâye­sine geçebilecekti. Bu ise Kureyş’in nüfûzunu kaybetmesi ve İslâm dâvetinin rahatça yapılması demekti.

Allâh Rasûlü’nün bu sulhu tercih sebeplerinden biri de Mekke’de o sırada müslüman olmuş fakat bunu maslahat gereği izhâr etmemiş birçok kimsenin bulunmasıydı. Şâyet müşriklerle aralarında bir muhârebe zuhûr etseydi, bunların açığa çıkma ve dolayısıyla öldürülme ihtimalleri vardı.

Netîce olarak, bir “rahmet peygamberi” olan Allâh Rasûlü (s.a.v), Mekke’de ve diğer Arap kabîleleri arasında yeni müslüman olabilecek insanlara bu davranışıyla âdeta gizli mesajlar veriyor, onları İslâm’a ısındırıyorlardı. Nitekim bu­nun semeresi ileride bâriz bir şekilde görülmüştür.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI ÖNCESİNDE YAŞANANLAR

Hudeybiye Antlaşması Öncesinde Yaşananlar

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI

Hudeybiye Antlaşması

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI MÜSLÜMANLAR AÇISINDAN NEDEN ÖNEMLİDİR?

Hudeybiye Antlaşması Müslümanlar Açısından Neden Önemlidir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.