Ebu Ali Farmedi Hazretleri Kimdir?

Altın Silsile’nin yedinci halkası, büyük ve kuvvetli bir İslâm şahsiyeti, zamanının kutbu, Şeyhlerin Şeyhi: Ebû Ali Fârmedî Hazretlerinin hayatı...

Ebû Ali Fârmedî -rahmetullâhi aleyh- (Altın Silsile 8) - Sesli Kitap

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri, hicrî 401’de (miladî 1010-11) Horasan’ın Tûs şehri yakınlarındaki Fârmed köyünde doğdu. İlk tahsilini bitirdikten sonra Nişâbur’da meşhur mutasavvıf Abdülkerîm Kuşeyrî’nin medresesine girdi ve kısa sürede en seçkin talebelerinden biri oldu. Zâhirî ilimleri ikmâl ettikten sonra üstâdından izin alarak, bâtında, yani kalbî hayatında mesâfe katedebilmek için medreseden ayrılıp tekkeye yerleşti. Bir müddet mücâhede ve riyâzatla meşgul oldu.

  • Harakānî Hazretlerine İntisâb Etti

Pek çok âlim ve mürşidden istifâde etti. Nihâyet Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretlerine intisâb ederek onun yanında pek yüce mertebelere ve nihâyetsiz füyûzâta nâil oldu.

Bir müddet sonra irşâd ile vazifelendirildi. Bu yolda büyük gayretler sarf etti. Son derece güzel, fasih, beliğ ve tesirli konuşurdu. Sohbetlerini, gönüllere feyz ve rûhâniyet bahşeden teşbih ve misallerle süslerdi. Onun irşad meclisleri, rengârenk, hoş kokulu ve nâdide çiçekler açan meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçeye benzetilirdi.[1]

  • Ebû Ali Fârmedî Hazretlerinin Talebeleri

İmâm Gazâlî ve Yûsuf Hemedânî Hazretleri gibi pek çok âlim ve ârif yetiştirdi.

İmâm Gazâlî Hazretleri, ebedî kurtuluşa ermek için Fârmedî Hazretlerinin kendisine telkîn ettiği tasavvufî esaslara, nâfile ibadetlere, zikir ve virdlere son derece titiz bir şekilde devam ederdi. Üstâdının tatbik ettiği nefisle mücâhede esaslarına da hakkıyla riâyet ederdi.[2]

  • Zamânının Kutbu

Gazâlî Hazretleri şöyle der:

“Ebû Ali Fârmedî Hazretleri bana, mürîdin şeyhine karşı tam ve güzel bir edeple muâmele etmesinin zarurî olduğunu telkîn ederdi…”[3]

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri Rüknü’l-İslâm (büyük ve kuvvetli bir İslâm şahsiyeti), Kutbü’z-Zamân (zamânının kutbu) ve Şeyhü’l-Meşâyıh (şeyhlerin şeyhi) gibi unvanlarla anılırdı. Horasan şeyhlerinin üstâdı, asrının eşsiz bir mürşidi ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in büyük rehberlerinden biri idi.

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri, dînin bâtınî esaslarına olduğu gibi zâhirî esaslarına da çok ehemmiyet verirdi. Bununla birlikte, zaman zaman cezbe hâli yaşayan ilâhî aşk ehlini de hoş görür, onlara hürmetkâr davranırdı. Tefekkür ve irfânı çok derin idi. Ciddî ve vakur duruşuna rağmen, cemâli celâline gâlip olup son derece merhametli ve şefkatli idi.

FİRÂSET VE EDEPLE HİZMET

Ebû Ali Hazretleri Allah yolunda hizmete çok ehemmiyet verirdi. Hizmet ederken de büyük bir edep ve firâsetle hareket eder, neyi ne zaman, nerede ve nasıl yapacağına çok dikkat ederdi.

Bir defasında üstâdı, dergâhın hamamına girmişti. Fârmedî Hazretleri hemen kuyuya giderek birkaç kova su çekip hamamın havuzunu iyice doldurdu. Üstâdı, bu hizmetten ve ince anlayıştan çok memnun oldu. Hamamdan çıkınca suyu kimin getirdiğini sordu. Ebû Ali Hazretleri ses çıkarmadı. Üstâdı birkaç defa sorunca, suyu kendisinin getirdiğini söylemeye mecbur kaldı. Üstâdı ona pek çok iltifatta bulunup firâset, edep ve mahviyetle yaptığı hizmetleri sebebiyle nice bereketlere ve mânevî derecelere nâil olduğunu müjdeledi.[4]

Zira edeple hizmet, mânevî hayatta terfî etmeye vesîle olan güzel vasıfların başında gelir.

TEVÂZÛ VE HİÇLİK

Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin tecellî ettiği kullardan biri de yeryüzünde tevâzû ile dolaşanlardır.[5] Hak dostları da bütün fazîletlerine ve yüksek derecelerine rağmen kendilerini dâimâ Hakk’a vuslat kervanının en gerisinde kabûl eder; tevâzû, mahviyet ve hiçlik şuuruyla yaşarlar.

Nitekim Ebû Ali Fârmedî Hazretleri, Nişâbur’da bir mecliste vaaz ediyordu. Büyük âlimlerden İmâmü’l-Harameyn Cüveynî de orada hazır bulunuyordu. Cüveynî, Ebû Ali Hazretlerine:

“–«Âlimler peygamberlerin vârisleridir.» hadîs-i şerîfi ile hangi zümre kastolunmuştur?” diye sordu.

Fârmedî Hazretleri büyük bir tevâzû içinde:

“–O zümrenin mensupları ne suâl soran gibidir ne de sorulan gibi... Peygamberlerin vârisleri, şu mescidin kapısında yatan sâlih zât gibi olanlardır!” diyerek Hak dostlarından Muhammed bin Eslem’in kabrine işaret etti.[6]

Bu sohbetlerin tesiriyle olsa gerektir ki, İmâmü’l-Harameyn Hazretleri, hayatının son yıllarında tasavvufa meyledip riyâzatla meşgul oldu.[7]

NİZÂMÜLMÜLK’Ü İRŞÂDI

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri hak ve hakîkati tatlı ve hoş bir lisân ile tebliğ ederdi. Bilhassa idârecilerin hatâlarını nâzik bir üslûpla düzelterek onları irşâd ederdi. Onun feyizli irşadlarına nâil olanlardan biri de, Nizâmiye medreselerini tesis eden meşhur Selçuklu vezîri Nizâmülmülk idi. Nizâmülmülk, âlim ve fâzıl bir şahsiyetti. Meclislerini fakihler ve âlimlerle mâmur eder, vaktinin büyük kısmını onlarla geçirirdi. Etrâfındakiler onu:

“–Bu zâtlar seni pek çok işinden alıkoyuyor!” diye tenkid edince şöyle derdi:

“–Bunlar, dünya ve âhiretin süsü ve güzelliğidir; onları başımın üzerinde taşısam yine de fazla bir şey yapmış sayılmam!”

Âlimler ve ârifler yanına girince Nizâmülmülk hemen ayağa kalkarak onları karşılar ve yanına oturturdu. Ebû Ali Fârmedî Hazretleri geldiğinde ise hemen kalkar, onu kendi makâmına oturtur ve kendisi de edeple önünde diz çökerdi. Bir gün bu hususta da kendisini tenkid edenler olunca şu îzahta bulundu:

“–Diğer âlimler yanıma geldiklerinde; «Sen şöylesin, sen böylesin…» diye beni olduğumdan fazla medhedip yüceltiyorlar. Böylece nefsimi kabartıp beni gurura sevk ediyorlar. Ebû Ali Fârmedî Hazretleri ise bana kusurlarımı ve yaptığım haksızlıkları hatırlatarak Allah için îkazlarda bulunuyor. Bu durumda nefsim kırılıyor ve yaptığım pek çok hatâdan geri dönüyorum.”

Fârmedî Hazretlerinin îkaz ve irşadlarının da bereketiyle olacak ki Nizâmülmülk, namazlarını vaktinde kılmaya çok ehemmiyet verirdi. Ezan okunduğunda hiçbir iş, onu namaz kılmaktan alıkoyamazdı. Pazartesi-perşembe oruçlarına devam ederdi. Pek çok vakıf tesis eder, sayısız infaklarda bulunurdu.

Nizâmülmülk, tasavvuf erbâbına çok hürmet gösterirdi. Bu hususta kendisini ayıplayanlara bir defasında şu hâdiseyi anlattı:

“–Eskiden ben meliklerden birine hizmet ediyordum. Bir gün mübârek bir zât gelip:

«–Ne zamana kadar kendisini yarın köpeklerin yiyeceği birine hizmet edeceksin? Sen asıl, seni irşâd eden kişilere hizmet et! Köpeklere yem olacak kişilere hizmet etme!» dedi.

O zâtın bu îmâlı ve üstü kapalı sözünden bir şey anlamadım. O gece hizmet ettiğim Emîr sarhoş olmuş ve bu vaziyette dışarı çıkmış. Emîrin bahçesinde köpekleri vardı, gece gelen yabancılara vahşice saldırırlardı. Onu da tanımayıp parçalamışlar. Sabah olduğunda o meliki köpeklerin yediğini gördük. İşte ben, bana samimiyetle nasihat eden o şeyh gibi insanları arıyorum, onların peşindeyim.”[8]

Nizâmülmülk, her fırsatta Fârmedî Hazretlerinin sohbetlerine katılırdı. Bir defasında Hazret’in sohbet meclisinde çok duygulanmış, gözyaşlarından elbisesi ıslanmıştı. Hazret ona:

“–Elbiseni ıslatmak için ağlama!” buyurdu. Ardından sözlerine şöyle devam etti:

“–Dünya bütün varlığıyla bir insanın olsa ve o da bunları insanların iyiliği için hayır yollarında infâk etse, yine de bu ameli sâyesinde Allâh’a vâsıl olamaz! (Ancak Allâh’ın rahmetiyle vâsıl olabilir.)”

Bir müddet sükût ettikten sonra:

“–İdâreci, koltuğundan hesap yerine götürülür.” buyurdu.

Son olarak da Nizâmülmülk’e:

“–Unutma! Seni de devlet tahtından alıp hesap yerine götürecekler!” îkâzında bulundu.[9]

EBÛ ALİ FÂRMEDÎ HAZRETLERİNİN VEFATI

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri mîlâdî 1084 senesinde Tûs’ta (Meşhed) vefât etti.

EBÛ ALİ FÂRMEDÎ HAZRETLERİNİN KABRİ NEREDEDİR?

Kabri İran’ın Horasan Eyaleti’ne bağlı Tûs yani Meşhed şehrindedir.

HİKMETLİ BEYANLARINDAN BİRİ

Ebû Ali Fârmedî Hazretleri:

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31) âyetinin tefsîrinde şöyle buyurur:

“Resûlullah Mîraç gecesinde meleklerden bir topluluk gördü. Bunlar devamlı olarak; «Muhammed, Muhammed, Muhammed...» demekle meşguldüler. Yedi kat semâda bu meleklerden daha fazîletli bir tâife yoktu. Efendimiz, Cebrâîl’e (a.s.):

«–Bunlar kimlerdir?» diye sordu. Cebrâîl (a.s.):

«–Yâ Resûlâllah! Sen’in Ehl-i Beyt’in nasıl yeryüzünün en şerefli ve îtibarlı insanları ise, bunlar da semânın en şerefli ve mukaddes melekleridir.» dedi. Efendimiz:

«–Ey Cibril, nasıl oldu da bunlar en yüksek şerefle has kılındılar?» diye sordu. Cebrâîl (a.s.):

«–Bunların virdi Sen’in ism-i şerîfindir ey Allâh’ın Resûlü! Bu sâyede bütün meleklerden üstün kılındılar.» diye cevap verdi.

İşte, yedi kat gök, O’na muhabbet ve ittibâ hürmetine ayakta durmaktadır.”[10]

[1] Sem’ânî, Ensâb, X, 125; Abdülğâfir, Târîhu Neysâbûr, s. 628.

[2] Zehebî, Siyer, XIX, 323-324; Sübkî, Tabakāt, VI, 209.

[3] Gazâlî, İhyâ, IV, 178.

[4] Câmî, Nefahât, s. 514; Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, s. 13.

[5] Bkz. el-Furkân, 63.

[6] Attâr, s. 276.

[7] DİA, “Cüveynî” mad.

[8] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, XII, 173.

[9] Ukaylî, Buğyetü’t-Taleb fî Târîhi Haleb, Dâru’l-Fikr, V, 2488-2489.

[10] Muhammed Pârsâ, Faslü’l-Hitâb, s. 600.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALTIN SİLSİLE

Altın Silsile

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.