Din Kardeşliği Nedir?

İslam'da din kardeşliğinin önemi nedir? Din kardeşi olmak kolaydır fakat gereklilikleri ve üzerimize düşen görevler ağırdır. Bu bağlamda genel çerçeveleriyle "Din kardeşliği nedir? Din kardeşi olmanın getirdiği sorumluluklar nelerdir?" gibi sorulara yanıt bulacağız...

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- din kardeşlerinden birini üç gün göremezse, onu sorardı. Uzaktaysa onun için duâ eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şifa dilemeye giderdi.” (Heysemî, II, 295)

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minlerin kardeş olduğunu beyan buyurur. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bir mü’minin din kardeşleriyle arasında sağlam bir muhabbet bağı tesis etmeden tam bir îmâna ulaşamayacağını bildirir.

DİN KARDEŞLİĞİ VE ÖNEMİ

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- din kardeşliğinin ehemmiyetini şöyle ifâde eder:

“Mü’min, kardeşiyle beraber çoktur.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, no: 2800)

“Kişi kardeşinden müstağnî değildir. Tıpkı iki el gibi bunların biri diğerinden aslâ müstağnî olamaz.” (Deylemî, Firdevs, III, 409/5251)

“Mü’minler birbirleriyle karşılaştıklarında, birbirini yıkayan iki el gibidirler.” (Süyûtî, Câmiu’l-Ehâdîs, no: 21028; Deylemî, Firdevs, IV, 132/6411)

Yani mü’min kardeşler, birbirlerine yardımcı olur, eksiklerini giderir, hatâlarını düzeltir, yumuşak bir üslûpla güzel nasihatlerde bulunurlar.

Din kardeşini Allah için sevmenin fazîleti de şöyle beyan buyrulur:

“Kıyâmet günü Allah Teâlâ şöyle buyurur: Celâlim hakkı için, bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları (Arş’ımın) altında gölgelendirecek ve muhâfaza edeceğim.” (Müslim, Birr, 37)

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Allâh’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî ve şehîd değildirler. Fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler imrenerek bakacaklardır.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm:

“–Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim yâ Rasûlâllah!” dediler.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bunlar öyle insanlardır ki, aralarında ne akrabalık ne de ticaret ve iş münâsebeti vardır. Sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallâhi yüzleri bir nurdur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman bunlar korkmazlar. İnsanlar mahzun olduğu zaman bunlar hüzünlenmezler.” buyurdu ve peşinden şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus, 62) (Ebû Dâvûd, Büyûʻ, 76/3527; Hâkim, IV, 170. Bkz. Tirmizî, Zühd, 53/2390)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kişi bir mü’minle tanışıp kardeş olduğunda ona ismini, babasının ismini ve kimlerden olduğunu sorsun! Çünkü böyle yapmak muhabbetin ziyâdeleşmesi için daha elverişlidir.” (Tirmizî, Zühd, 54/2392)

Din kardeşliğinin en güzel örnekleri Efendimiz’in Mekke’den Medîne’ye hicretiyle yaşanmıştır. Medîne-i Münevvere’yi teşrîfinin ilk günlerinde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün müslümanları birbiriyle kardeş îlân etmiştir. Bütün malını, mülkünü, eş ve dostunu Mekke’de bırakan Muhâcirleri, Ensâr’ın himâyesine veren Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, böylece dînî, ictimâî ve siyâsî bakımdan birlik ve beraberliği tesis etmiştir.

Din kardeşliği, Ensâr ve Muhâcirler’in gönüllerinde kısa sürede filizlenip kök salmıştı. Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Bahreyn arazisini taksim etmek üzere önce Ensâr’ı davet buyurduğunda onlar ferâgat gösterdiler ve:

“−Yâ Rasûlâllah! Muhâcir kardeşlerimize bunun bir mislini fazlasıyla vermedikçe biz bir şey almayız!” dediler. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 8)

Câbir -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Ensâr, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırırlar, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra az olan hurmaların altına dal ve yapraklar koyarak o tarafı çok gösterip Muhâcirlere:

«‒Hangisini tercih ederseniz alın.» derlerdi. Onlar da (çok görünen yığın Ensâr kardeşlerimizin olsun diye diğerini alırlar) ve böylece hurmanın çoğu yine onlara gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmı kendilerine bırakmış olurlardı. Hayber’in fethine kadar Ensâr’ın bu âlicenaplığı devam etti.” (Heysemî, X, 40)

Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu hâdiseyi nakleder:

“Bir kimse başka bir köydeki din kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği vazifelendirdi. Adam yanına gelince melek:

«–Nereye gidiyorsun?» dedi. O zât:

«–Şu köyde bir din kardeşim var, onu görmeye gidiyorum.» cevabını verdi.

Melek sordu:

«–O kardeşinden elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?»

Adam:

«–Yok, hayır, ben onu sırf Allah rızâsı için severim, onun için ziyaretine gidiyorum.» dedi.

Bunun üzerine melek:

«–Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçiyim.» dedi.” (Müslim, Birr, 38; Ahmed, II, 292)

KÜS DURMAMAK

İslâm kardeşliği, ister sevinç, ister hüzün günlerinde olsun, kardeşlerin her zaman birbirlerine destek olmasını gerektirir. Din kardeşlerinin birbirlerine küsmeleri ise hiçbir zaman tasvîb edilemez. Bu durum, kardeşliğe zehir saçar. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Bir mü’minin, din kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helâl değildir. Üç gün geçmişse, onunla karşılaşıp selâm versin. Eğer selâmını alırsa, her ikisi de sevapta ortak olurlar. Aksi takdirde selâmı almayan günaha girmiş olur. Selâm veren ise küs durmaktan çıkmış olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 47/4912)

“Kim, din kardeşini bir yıl terk edip küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günaha girer.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 47/4915)

Peygamber Efendimiz’in beyânına göre Pazartesi ve Perşembe günü kulların yaptığı işler Allah Teâlâ’ya arz edilir. Din kardeşi ile arasında dargınlık bulunan kişi hâricinde, Allâh’a şirk koşmayan her kulun günahları affedilir. Meleklere; “Şu iki kişinin af işlemini birbiriyle barışıncaya kadar erteleyin!” diye sıkı sıkıya tembih edilir. (Müslim, Birr, 35-36; Ebû Dâvûd, Edeb, 47)

Din kardeşlerinin arasını düzeltip barıştırmak da, en hayırlı amellerden biridir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’ne hitâben:

“–Ebû Eyyûb, Allah ve Rasûlüʼnün sevip râzı olduğu bir iyiliği sana haber vereyim mi?” buyurmuştu.

Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-:

“–Evet, bildiriniz yâ Rasûlâllah!” dedi.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–İnsanlar birbirlerine kırıldıklarında aralarını bulur; birbirlerinden uzaklaştıklarında da onları birbirlerine yaklaştırırsın.” buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 490; Heysemî, VIII, 80)

KARDEŞİNİN DERDİNE ÇÂRE BULMAK

Ashâb-ı kirâmdan birine bir koyun başı hediye edilmişti. O da:

“‒Falan kardeşim ve âilesi buna bizden daha fazla muhtaçtır.” diyerek hediyeyi o din kardeşine gönderdi. O da aynı düşünceyle hediyeyi bir başkasına yolladı. Derken hediye tam yedi ev dolaştıktan sonra ilk sahâbîye dönüp geldi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Kendileri muhtaç olsalar bile, başkasını daha çok düşünürler.” (el-Haşr, 9) (Hâkim, Müstedrek, II, 526)

Abdullah ibn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi ve oturdu. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-:

“–Kardeşim, seni kederli ve mahzun görüyorum.” dedi ve konuşmaları şöyle devam etti:

“–Evet ey Rasûlullâh’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde hakkı var, fakat şu kabrin sahibi (Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-) hakkı için söylüyorum ki, o borcumu ödeyemiyorum.”

“–Senin için onunla konuşayım mı?”

“–Sen bilirsin.”

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- ayakkabılarını giyerek mescidden çıktı. Adam ona:

“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescidden çıktın?” diye seslendi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-:

“–Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan Muhterem Zâtʼtan duydum ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu):

“–Her kim, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, doğu ile batı arası kadar uzaktır.” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425. Ayrıca bkz. Heysemî, VIII, 192)

DİN KARDEŞİNİ KOLLAMAK

Fâtih Sultan Mehmed Hân, İstanbul’un Fethi’nden sonra Bizans zamanında zindana atılan bâzı insaflı papazlara, Osmanlı Devleti hakkındaki fikirlerini sormuştu. Onlar da, ancak bir müddet inceleme yaptıktan sonra kanaatlerini bildireceklerini söylediler.

Papazlar, kendilerine verilen fermanla her yere girip çıkıyorlardı. Sabahın erken saatinde bir bakkala giderek bir şeyler almak istemişlerdi. Bakkal:

“–Efendim, ben siftah yaptım. Siz, siftah yapmayan şu komşumdan alın!” dedi.

Papazlar, bu İslâm kardeşliği manzarasına hayran kaldılar… Hakîkaten menfaat-perestlikten arınmış, müslüman kardeşini kollayan bu olgun şahsiyete gıpta etmemek mümkün müdür?!

Hâsılı, Allah için olan hakikî dostluk, farklı bedenlerin aynı kalple yaşaması gibidir. Din kardeşliğinin mes’ûliyetini, hassas ve fedâkârâne bir hizmetle îfâ gayretinde bulunanların ömrü, fânî hayatlarından sonra da devam eder. Onlar hep rahmetle yâd edilirler. Tıpkı Muhâcirler, Ensâr ve gönül âlemlerini bir vakıf hâline getirebilen mü’minler gibi…

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Mü’min, kardeşinin aynasıdır. Onda bir ayıp gördüğünde onu düzeltir.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 238)

Yani mü’min, kardeşinde gördüğü her şeyi ona samimiyetle anlatır. Güzellik gördüyse takdirlerini bildirip onu daha iyiye teşvik eder, kötülük gördüyse îkaz ederek düzeltmeye çalışır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.