Daha Kaç Çocuk Ölecek?

En büyük mücahid; titreyen çocukları, ölen minik bedenleri, dünyanın gözünün önüne serenler oldu. Dünyayı olan bitenden haberdar ettiler… Filistinlinin vakur duruşu, acılar, ağır imtihanlar karşısında teslîmiyeti, hakikî ilâhı bulamayan, zavallı, inanç dünyasında yaralanmış gönülleri İslâm’a açacak!

Çocuk, oyunu bozar!

Çocuk girdi mi devreye; sesler susar, sadece onların sesi dinlenir…

Yağmur yağmıyorsa, yağmur duâsına çıkanlar, kuzuları koyunlardan ayırırlar, anaları evlâtlardan ayırırlar; bebekler ağlarken, anneler onlara dayanamayıp, bütün kalpleri kan ile dolunca; yağmur başlar. Helâk olacak kavimler, böyle tevbe edince tevbelerine cevap verilir. Yunus -aleyhisselâm-’ın kavmi gibi…

Kuzular koyunlardan, analar yavrulardan ayrıldı, ayırdılar…

İster ebeveyninden birinin ayrılığı ile ister ölümü ile bir çocuk yalnızlaşırsa; çocuğa kim sahip çıktı ise onun âkıbeti hayır olur, kaçıp kurtulduğunu zanneden, en büyük tuzağa yakalanır. Çocuğu acı içinde bırakan kurtulamaz; mutlu da olamaz! Bakmayın sahte kahkahalara; Allâh’a rağmen kimse gülemez!

Çanakkale zaferi, on beş yaşında çocukların bütün tecrübesizliklerine rağmen cephede şehid olmayı göze almaları ile kazanıldı. Şehid çocuk sayısı arttıkça denklem bozuldu. Şehid asker sayısı değil, şehid çocuk sayısı…

EN GÜÇLÜ HALKA

Çocuk, en zayıf halka, görünüşte… En güçlü halka ise; yine onlar, mânevî âlemde…

Herkes sussun varsın, bu kıyâmette… Çocuk, gayretullâhı devreye sokar. Çocuk, Arş’ı titretir. Onların yaptığı tesiri, hiçbir büyük yapamaz.

Firavun hep zâlimdi, insanlar onun kötülüğünden bıkmış, ama korkudan sesini çıkaramıyordu. Ne zaman ki çocuklar kesilmeye başladı; “Biz de istedik ki; …” (el-Kasas, 5) âyet-i kerîmesi şahlandı…

Ne kadar güçlü olursa olsunlar, çocuklara zulmedene mukâbele çok daha çabuk ve büyük olur.

En zayıf, en günahsız, en mâsum olan, hele bir de mazlumsa, hele bir de çocuksa; Arş’ı titretir.

Bombardıman altında ağzı-yüzü toz-toprak, elleri ayakları yaralı, korkudan tir tir titreyen çocuk, hele bir de annesini arıyorsa; o anda Rahmân’ın merhameti galebe çalar. Topa-tüfeğe gerek kalmadı; gayretullah devreye giriyor.

Müslümanlar uyuyabiliyorsanız, devam edin… Denize bir taş atıldı, dalgalar bizi de yutacak…

Geceleri sosyal medyadan ayrılmayanlara kızarız ya; bu süreçte kızmayacağız!.. Onlar sosyal medyanın her alanında, istemeseler de ilgi alanlarına girmese de takip ettikleri ya da en çok izlenen videoları görürler. Gayretullah onları, daha derinden takibe sevk eder:

“Neler oluyor, bunlar da ne?”

EN ÇOK ÖLENLER

Çocuklar, ölü küçücük bedenler, bombardımanın tesiri ile korkudan titreyen küçücük yavrular, kırk yılda yaptığı mütevazi evini, sevdiklerini kaybeden anneler-babalar, bütün imkânsızlıklara rağmen hastahânede bir canı kurtarmak için çırpınırken bombardımanda evlâtlarını, ailesini kaybeden doktorlar, öldürülen gazeteciler, bombalanan hastahâneler, okullar… En çok ölen, savunmasız, kaçamayan, küçücük bedenler…

“-Neler oluyor, hey dostum, bunlar kim? Kim bunları bu hâle getirmiş?”

Soracaklar. Elde değil, kapatamaz, başka kanala geçemezler. Söz konusu olan çocuk ise, insan olanın vicdanı ayağa kalkar, istemese de kalkacak!..

Din, dil, ırk, millet tanımaz çocuk... Çocuk, disiplinler üstüdür. Allah Teâlâ katında daha kıymetlidir… En kıymetli nîmettir ki; kadın ve erkekler evlât ister Allah Teâlâ’dan... Duâlarda en çok istenen “o”dur. Kıymetliler gidiyor, gayretullah devreye girdi… Safını iyi belirle; rüzgârı seni yere çarpmasın!

Belki kâfir, belki günahkâr, ama insan olan, azıcık vicdan taşıyanlar ayağa kalkacak, gayretullah devrede… Neden biz değil de onların ayağa kalkması daha çok ses getiriyor? Biz de ayaktayız, ama onlar kadar ses getiremiyoruz? Neden mi? Çünkü onlar, böylesi bir tepki beklenmeyen taraf... Çünkü ölenler müslüman çocuk, kendi dinlerinden bile değil… Çünkü, onlar bizden çok daha özgür ruhlu… Bizim üniversitelerimizden, aydınlarımızdan ses çıkmadan, üzerlerindeki Siyonist baskılara rağmen, antisemitist diktatörlüğe rağmen, dünyanın en köklü batı üniversitelerinden geldi büyük tepki…

“Nasıl olur?” deme! Gayretullah devrede, diyoruz… Olmazlar, olur… Onlar çok büyük yıkımlar yaşadılar din adına, ortaçağın başkaldırısını yaşadılar. Biz yaşamadığımız ortaçağın hesabını, kime keseceğimizi bilemediğimiz için, şaşkınız, ciddî komplekslerimiz var, zaaflarımız var… Dünyayı çok sevdik… “Benim ümmetimin imtihanı, mal sevgisinden olacak! Değilse puta tapmayacaklar...” hadîs-i şerîfini[i] yaşıyoruz.

“Maddeye köle olan şahlanamaz!” desek de şunu da söylüyoruz ki:

“Çok büyük umutlar var, görüyoruz; gözler açılıyor…”

Ne kadar algı operasyonu yaparsan yap, ne kadar manipüle edersen et, çocukları öldürmenin îzâhını yapamazsın kimseye…

Yavaş yavaş insanların vicdanları ayağa kalkar; sadece Batı’da da değil, müslüman ülkelerinde de…

“-Hani nerede? Hiçbir şey göremiyorum?!” deme! Çok şeyler oluyor.

Müslüman anneler, uykularını kaybedeli çok oldu. Anneler, uyumaz artık; ne gece ne gündüz… Vicdan sahibi herkes, o bebeğin yerine kendi çocuğunu, o annenin yerine kendisini koyar. Koymak zorunda… Çünkü Hazret-i Mevlânâ:

“Hepimiz aynı denizde yüzen, ruhlarız.” der.

DAHA KAÇ ÇOCUK ÖLECEK?

Ruhlar, birbirini çok çabuk hisseder. Çünkü aynı denizde yüzüyoruz. Onun damlası, benim damlamla birleşince koskoca deniz oluyor. Hiç fark etmiyor musun, denizde tuz seviyesi de, ısı da her yerinde aynıdır. Aynı denizdeyiz. Rüzgâr güçlü esiyor, dalgalar büyüyecek!.. Sen:

“-Ben, bir tek damlayım!” deme, aynı denizdesin…

“-Hiçbir şey olmuyor?” deme, çok şey oluyor. Yıllarca uyuyan insanlık, ancak uyanıyor.

“-Daha kaç çocuk ölecek, bu olmayan insanlık uyanana kadar?” deme… Çok şey oluyor…

Her bir çocuğun ölümü ile acziyetimizi, çaresizliğimizi, yapayalnızlığımızı, gerçekten dalâlette olduğumuzu iliklerimize kadar hissedip:

“-Yâ Rabbi, imdat et! Yâ Rabbi yetiş!” duâları artacak, her bir duâ tepeden yuvarlanan bir kartopu iken çığ düşecek zâlimlerin üstüne... Bunu iyi bil, iyi belle. Safını belli et, duânı bırakma…

 Firavun, çocukları kesmeye başladıktan sonra oyun bozuldu. O dünyanın gelmiş-geçmiş en büyük zâlimi idi. Yıllarca çocukları kesmesinin hesabını aslâ vermedi de; istemeden öldürülen bir Kıptî’nin kanının davasını güttü; hesap sordu Hazret-i Mûsâ’ya…

Allah intikamını kimseye bırakmaz; hele çocukların intikamını… Bu işi Allah Teâlâ sana-bana bırakmaz! Kızıldeniz’i ikiye kendisi böler. İntikamını, ciğerleri patlatarak kendisi alır; ister suda, ister başka yerde, ciğerler kan kusar… Sen sadece karşıya geçersin. Kul, intikam alamaz.

Peki, burada “Biz neredeyiz?!”

Sen sadece irâde gösterip tarafını belli edeceksin. Susmayıp zulmü anlatacaksın. Unutturmayıp hatırlatacaksın. Zâlimin maddî beslenme damarlarını keseceksin… Duâ edeceksin, hâcet namazları kılacaksın, ağlayacaksın…

Mûsâ dedi ki:

“Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azâbı görecekleri zamana kadar îman etmeyecekler.” (Yûnus, 88)

Bu âyet-i kerîmedeki Hazret-i Mûsâ’nın yaptığı duâyı bütün gücünle yapacaksın!.. Onların mallarını satın almayarak, hayat damarlarını keseceksin.

Atınca; ne zaman biz attık?

“Alan Sen’sin, veren Sen’sin, kılan Sen.

Ne verdinse odur, dahî nemiz var!” (Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri)

Biz sadece safımızı belli ettik!..

Bu savaş, önce sosyal medyada kazanılacak. Onların arenasında, onların kurduğu tuzakta… Müslüman çocukları oyalayıp, aptala çevirmek istedikleri alanda… Müslüman çocuklar dirilecek, müslüman gençler dirilecek... Korkulan oluyor. Bir ölüyor, bin diriliyoruz.

“-Ben göremiyorum?” deme; çok şey oluyor.

Batı hayranı, ayran budalası zavallı entel, danteller, en büyük çifte standart yapanların, güyâ medeniyetlerine hayran oldukları Batı ülkeleri olduğunu görüyorlar. Bakmayın siz, görmediğiniz cephede, büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. Ama söyleyemiyorlar:

“-Yıllardır, onların düdüğünü neden çaldın?” diye sorulmasından korkarak...

Üç maymunu oynuyorlar, insanlıklarına ihanet ederek… İçlerinde vicdan sahibi olanlar, seslerini yükseltiyorlar yükseltmesine de; onların önüne ağır takozlar koyuyor modern dünya ülkeleri… Konserleri iptal ediliyor, kulüplerinde top koşturtmuyor, kadro dışı bırakıyorlar. Ciddî bir yahudi lobisine rağmen ayağa kalkmaları çok büyük hâdise…

“Siz onları çok sevseniz de onlar sizi aslâ sevmezler, (tâ ki onlardan olana dek…)”[ii] âyetini iliklerine kadar hissediyorlar. İçki de içsen, onlar gibi yaşasan da; değil mi ki; sözde dahî olsa müslümansın… Seni içlerine kabul etmiyorlar.

Medeniyet dedikleri şeyin tek dişi kalmış canavar olduğunu görecekler. Çocuklar, öldükçe, diriltecekler insanlığı…

GÖNÜLLERİ İSLAM’A AÇACAK

En büyük mücahid; titreyen çocukları, ölen minik bedenleri, dünyanın gözünün önüne serenler oldu. Dünyayı olan bitenden haberdar ettiler… Filistinlinin vakur duruşu, acılar, ağır imtihanlar karşısında teslîmiyeti, hakikî ilâhı bulamayan, zavallı, inanç dünyasında yaralanmış gönülleri İslâm’a açacak!

“-Hiç iyi bir şey olmuyor!” deme; oluyor.

Îmânın gücünü görüyorlar. Yıllarca “İslamofobi” uyduranlar; en büyük korkuyu İslâm’da görenler, gerçekten korkulması gerekenlerin kendileri olduğunu görecekler. Tarihlerine dönüp bakacaklar. İkiz kuleler vurulunca Batı’nın uydurduğu bu korkunun kasıtlı olup, insanları İslâm’dan uzaklaştırmak için kurulan bir tuzak olduğunu görecekler.

Âhhh Batı, kendi topuğuna sıktı. Ayvalık’tan dahî küçük olan şehir Gazze, bütün dünyayı salladın, silkeledin, ayağa kaldırdın.

İnsanlığın, çocuk haklarının yükselmesi için kurulan, sözüm ona dünya iyilik örgütleri, hepsi çuvalladı. Daha onlar da konuşulacak... Çünkü özlerine ihanet ettiler. İyi niyetleri sorgulanıyor. Çifte standartları sorgulanıyor. Güvenler sarsıldı. İnanın bana, herkes tedirgin… Sadece Gazzeli müslümanlar değil, iyi anlayın…

Zavallı koltuğunun bekçileri… Gayretullah ikinci vurgunu onlara vuracak! Tahtını kaybetmemek için sessiz kalanlara… Şu anda onlar daha büyük korkunun içindeler… Allah Teâlâ’yı herkes çok iyi tanıyor, inanan da inanmayan da… Hiç kimse uyuyamıyor geceleri, iyi bilin; korkak da, cesur da…

Onlar da seslerini çıkaracak; ne zaman mı? Bütün dünya ayağa kalktığı zaman… Çünkü siperde önünde bir sürü insan olacak, ona kurşun isabet etmeyecek… Korktuğu büyük güçlerin halkları ayağa kalkınca, hafif hafif onlar da kıpırdanacak... Takip edin, birleşip ortak bildiri verecekleri zamanlar yaklaştı.

Halkları yabana atamazsınız. Hiçbir iktidar, halkını yabana atamaz! Seslerin yükselmesinden en çok zâlimler korkar. Onlar taraftarlarını kaybedince zulme devam edemezler. Zâlim, zulmünü tek başına yapamaz, taraftar lâzım…

DENGELER DEĞİŞECEK

Birleşmiş Milletler de İslâm ülkeleri gibi sessiz... Bu sessizlik de bitecek. “Sessiz isen o kurumun ne mânâsı var?” sorusunun sorulacağından, itibarlarının zedeleneceğinden onlar da korkuyor. “Bana dokunmayan yılan…” hikayesi bitti. Önce onları soktu. Dengeler değişecek!..

Kimseyi, Hamas ya da bir başkasının terör yaptığı ile kandıramazsın!.. Soracaklar çok güçlü bir sesle… İlk önce sosyal medyada, sonra sokaklarda, sonra dünya insanlık örgütlerinde; hesaplar sorulacak… “Allah, nûrunu tamamlar!”, bir kâfirle olsa da…

Rahat uyuyun müslümanlar, Allah bize muhtaç değil, O işini bilir. Ama hesap sorar… Sessizliğin hesabı, en zor verilendir. Pasif iyiler, en çok nefret edilendir.

Sessizliğin kefâretini bütün İslâm ülkeleri ödeyecek. İlâhî adâlet bunu gerektirir, kimsenin yaptığı yanına kalmayacak… Koltuğunu kaybetmekten korkanlar, koltuklarında gidecek… Menfaatini düşünüp de puslu havayı koklayanlar; puslu hava da gidecek… Allah, hesabı en çabuk sorandır. Cezayı çok çetin verendir.

Ne garip, telefon bağımlılığının, sosyal medya bağımlılığının işe yarayacağını hayal dahî edemezdim. Ergenler gibi olduk, yüreğimiz kan doldu. Yumruklarımız sıkıldı, avuç içlerimize tırnaklarımız geçti, dişlerimizi sıkmaktan çenelerimiz ağrıyor. İçlerde basınçlar arttı. Toplum mühendisleri her şeyi fark ediyor… Çok dolduk; düdüklü tencere basınç ayarını kaybedince bomba gibi patlar… Yanardağlarda basınç sıcaklıkla yükselince lavlar dışarı fırlar…

Bunu herkes fark ediyor…

Artık insan olanları, hiçbir şey eğlendiremiyor… İslamofobi yalamalı şekeri işe yaramıyor!

Zihnimizde deli sorular:

“-Daha kaç çocuk ölecek?”

Bu sorunun cevâbını bulamazsak hiçbirimiz iflâh olmayız!

Neden mi?

“-Kaç çocuk ölmeli?” sorusunun cevâbı bizde…

Dirildik mi?

Dipnotlar:

[i] Bkz. Buhârî, Megâzî, 17; Müslim, Fedâil, 31. [ii] Bkz. Âl-i İmrân, 119.

Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Altınoluk Dergisi, Sayı: 454

İslam ve İhsan

FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİMİZ İÇİN DUA EDELİM!

Filistinli Kardeşlerimiz İçin Dua Edelim!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.