Çocuklara Manevi Eğitim Şart!

Dindar ve ahlaklı gençler yetiştirmek istiyor ve çocuğunuzun manevi eğitimine önem veriyorsanız bunları yapabilirsiniz.

Dünyadaki mevcut insan kalitesine baktığımızda, onlara iyi bir eğitim verilmediği kanaatini taşıyoruz. Bu konuda haksız sayılmayız. Etrafımızda cereyan eden vahim hâdiseler bizleri haklı olarak bu düşünceye sevk ediyor.

“-Bu kadarı da olmaz artık!” diyebileceğimiz öyle çok olay var ki!.. Hayretle;

“-İnsan olan bunları yapamaz!” diyoruz.

O zaman “eğitim” denince, “eğitim yılı” denince şöyle bir düşünmemiz ve bu kavramı derinlemesine incelememiz gerekiyor. Aslında “eğitim” kavramını yetkililer her sene farklı şekillerle ele alarak incelemeli, daha seviyeli, somut adımlar atmalılar. Eksiklikler hızla tamamlanmalı… Hatalar tek tek tespit edilip giderilmeli... Eğrilikler doğrultulmalı, yanlışlıklar düzeltilmeli, noksanlıklar bitirilmeli, değil mi? Yeni yetişen nesle içi dolu, daha ahlâkî ve sahici bir eğitim-öğretim sunulmalı...

Yüreğimizi acıtan bugünkü nesil, maalesef müthiş bir ahlâkî girdabın içerisinde!.. Yıllardır silinmeden yaşayan kalıcı mânevî değerlerimiz, son yıllarda varlıklarını devam ettirebilme mücâdelesi veriyor. Sürekli ahlâksızlık pompalayan zamâne kültürü, insanlardaki, özellikle de gençlerimizdeki mevcut ahlâkî birikimleri bir bir silip süpürüyor. Her bir şeyden cinsî objeye yollar çıkıyor. Nefsî hisler hep ayakta ve canlı tutuluyor. Cinsellik, tembellik, duygusuzluk, doyumsuzluk teşvik ediliyor. Mânevî bağlar çözülüyor, yerine çabucak yıkılabilecek menfaat ve bencillik merkezli, maddî bağlar koyuluyor. “Çağdışı” damgası yiyen “din”; hayatın kıyısına itiliyor. “Şahsî arzular, istekler, hazlar; hemen derhal yerine getirilsin!” denerek genç nesle sabırsızlık aşılanıyor.

MEVCUT EĞİTİM-ÖĞRETİM YANLIŞ İŞLİYOR

Bu gerçekler, mevcut “eğitim”in de, “öğretim”in de yanlış işlediğini gösteriyor. Dünyanın neresinde olursa olsun nesillere sunulan eğitimin, geniş çerçevede genel ahlâkî değerlerin önemsendiği, özelde ise o toplumda var olan dînî esasların ehemmiyet arz ettiği bir şekil arz etmeli… Ancak bu şekildeki bilgi ve uygulamalar, eğitimde kalıcı ve devamlı olur. Aksi takdirde şimdiye kadarki olan uygulamaların neticelerime katlanmak durumunda kalırız. Bilinen bir gerçektir ki, kulların koydukları kural ve kâideler değişkendir. Ama Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu hükümlerse, insan fıtratına en uygun, bu yüzden de değişmeyen ilâhî gerçeklerdir. Neden hâlâ insan, “bir” ve “tek” olanın kâidelerine tâbî olmamakta direniyor ki?

Yeni eğitim-öğretim yılında, bir eğitimci olarak, genç nesle şunlar verilmeli, diyoruz:

  • Çalışmanın en büyük fazilet olup, çalışarak başarı kazanmanın kişi için büyük bir mutluluk sebebi olduğu…
  • Tembelliğin, uyuşukluğun insanı ve insânî değerleri çürüttüğü, başkalarının hakkını gasbetmeye sevk ettiği…
  • Hırsızlık yapmanın yanlışlığı, israf etmenin zararları, cimriliğin menfîliği
  • Anne-baba ve büyüklere saygı ve hürmet göstermenin ehemmiyeti…
  • Başkalarının haklarına tecâvüz etmenin doğru bir davranış olmadığı, kişinin hak ettiği ile yetinmesinin, kanaatin değeri ve kul hakkının büyük bir vebâl olduğu…
  • Toplum içindeki görgü kuralları, âdâb-ı muâşeret kâideleri, belli başlı ahlâkî faziletler…
  • Yine çevreyle olan iletişimlerde karşılıklı hak ve hukûkun gözetilmesi, yardımın ve yardımseverliğin fazileti…
  • Kavgacılığın, nefretin, saldırganlığın değil, sevgi ve kardeşliğin önemi…

Bütün bunların yanında bilgi ve hikmet birikimleri, hantallıktan kurtarılarak çocuklarımıza sunulmalı; çocuklar bilgi hamalı değil, hikmet erleri olmalıdır.

Ancak bu hedefler için her şey devletten beklenmemelidir. Ebeveynler de üzerine düşeni samimiyetle yerine getirmeli, anne-baba olma sorumluluğu aslâ unutulmamalı, başkalarına yüklenmemelidir. Anne ve babaların çocuklarının maddî/bedenî gelişimine gösterdikleri gayret ve fedâkarlıktan daha önemlisini, rûhî/mânevî eğitimlerine göstermeleri gerektiği unutulmamalıdır.

GENÇ YETİŞTİRMEK EMEK İSTER

Şurası bir gerçek ki, emek verilmeden ortaya faydalı şeyler çıkmaz. İllâ bir çabanız, gayretiniz olacak!.. Yeni doğan bir bebeği düşününüz; yürüyene kadar annesi ne uğraşır, ne uğraşır!.. Sonra çocuk yürür, bu sefer okul çağına kadar farklı bir gayret gösterir. Bu dönemde ferdin hayat boyu kullanacağı asıl karakteri şekillenir, yerleşir. Okul çağına gelince, hayat bilgisi yanında, toplum içinde dikkat edeceği görgü ve iletişim kuralları bir alışkanlık olarak çocuğa kazandırılır. Sonra ortaokul ve lise yıllarında, zihni açılır ve bilgi gelişim çıtası yükseltilir. Yüksek tahsil aşamasına kadar güncel bilgiler, eğitim ve öğretim; farklı kimselerle, farklı ortamlarla şekillenir, renkten renge girer.

Evladının yetişmesi için gece-gündüz seferber olan anne-babalar; çocuklarının dindar, ahlâklı ve başarılı olmalarını beklerler. Bu onların haklarıdır da… Ancak göz ardı edilen ufak tefek problemler, gençlerin ve âilelerinin önünde büyük engeller oluşturabilir.

Meselâ mânevî değerler, sadece öğretim boyutuyla kalmış, genç, onları hazmedememiş ve şahsiyetini bunlarla dokuyamamışsa; hayatın keşmekeşi arasında bir kulağından girip öbüründen çıkmaya mahkûmdur.

Aynı şekilde ebeveyn, çocuklarına sadece sözde ve sözlü telkinlerle yetinmiş, onlara güzel örnek olamamış; onların gelişip serpildiği en verimli çağlarında güzel çevre ve arkadaşlarla buluşturamamışsa, yine verilmiş emeklerin pek çoğu zâyî olmak üzeredir.

Nasıl bir tarladaki ayrık otlarını temizlemek, oradaki bitkilere gübre vermek, su vermek kadar önemliyse, gelişim çağındaki çocuk ve gençlerin etrafındaki kötülükleri, kötü arkadaş ve çevreyi temizlemek de o kadar hayâtî önemdedir.

ÇOCUĞUNUZUN AHİRETİ İÇİN NELER YAPIYORSUNUZ?

Çocuklarına sadece bu dünya istikbalini kazandırmak için idealler koyan, paralar harcayan, kolejlere, dershanelere gönderen, yetmeyip özel hocalar tutarak özel dersler aldıran anne-babalar; çocuklarının sonsuz saadet diyarı olan ahretleri kazandırmak için ne kadar fedâkârlık yapmaktadırlar? Onların namaz kılmayı öğrenmeleri, düzenli namaz kılmaları için ne kadar özen göstermekte, ne kadar üzerlerine titremektedirler? Yoksa bütün güç ve enerjilerini dünyevî gelecekleri için harcarken, uhrevî geleceği düşünecek vakit kalmamakta mıdır?

Aynı şekilde evlatlarının okullarını, kolejlerini, öğretmenlerini seçerken gösterilen gayret, heyecan ve hassasiyet; onlara dînî eğitim verecek hoca ve çevre seçerken de gösterilmekte midir? Yoksa çocuklar biraz hüdâ-nâbit mi büyümektedir?

Eskiden, hocalara “Eti-kemiği senin!” diyerek teslim edilen çocuklar, şimdi bin türlü nazla ve “Aman oğlumu/kızımı zorlama!.. Aman, Aman…” diyerek mi teslim ediliyor. Üstelik kendilerinin yıl boyunca hiç üzerinde durmadığı ibadet ve alışkanlıkların üç-beş haftada yerleşmesini, sevdirilmesini mi bekliyorlar? Kendilerinin hiç ciddiye almadığı, tavır ve davranışlarıyla, “Olsa da olur, olmasa da!..” diye hissettirdikleri dînî/ahlâkî değerler, ibadet ve alışkanlıklar, türlü câzip ve menfî tesirlere açık durumdaki çocuk ve gençlerde bu kadar kolay mı kazanılır, yerleşir acaba?

DİNDAR VE AHLAKLI GENÇ YETİŞTİRMEK CİDDİ EMEK İSTER

Hâlbuki dînî eğitim, çocuğun iki dünya mutluluğu için olmazsa olmaz, en gerekli temel bilgidir. Bu bilgi ve eğitimi, en sahih kaynaklardan, en güzel şekilde ve en güzel örnek modellerden öğrenmelidir. Bu şekilde öğrenilmemiş, dînî değerlerle yetiştirilmemiş bir gencin hayatı hep eksik, yetersiz ve başkalarının insiyatifine açıktır. Onlar bütün menfî rüzgârlarla sağa sola yalpa yaparlarken bize de maalesef sadece şikâyetçi olmak düşer!.

Anne-babaların çocuklarının okul hayatı için yaptıklarının daha fazlasını, onların mânevî eğitimleri için de göstermesi şarttır. Dindar ve ahlâklı bir genç yetiştirmek, kesinlikle ciddî bir emek işidir. Şikâyet edip durmak bir çözüm değildir! Emeksiz yemek olmaz. Emek verilmeden, yalandan yapılan dövünmeler inandırıcı değildir, böyle şikâyetlerle belki sadece kendimizi kandırırız.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 139. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.