Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti, Faydaları ve Önemi

Cemaatle namaz kılmanın fazileti ve faydaları nelerdir? Peygamberimizin cemaatle namaz kılmaya verdiği önem nedir? Cemaatle namaz kılmak ile ilgili hadisler.

Cemaatle namaz kılmak ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1. İbn-i Ömer’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” (Buhârî, Ezân, 30; Müslim, Mesâcid, 249)

2. Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah:

“–Size, Allah’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselttiği amelleri haber vereyim mi?” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm:

“–Evet, haber veriniz ey Allah’ın Resûlü!” karşılığını verdiler.

Resûlullah Efendimiz:

“–Güçlüklere rağmen abdesti güzelce almak, mescitlere doğru çokça adım atmak ve bir namazdan sonra diğerini gözlemektir. İşte, bekleyeceğiniz en faziletli nöbet (ribât) budur” buyurdu. (Müslim, Tahâret, 41)

3. Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Sizden biri, abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde oturduğu müddetçe, melekler kendisine: «Allah’ım, onu bağışla, Allah’ım ona rahmetinle muamele eyle!» diye dua eder.” (Buhârî, Ezân, 36)

4. Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“İmam Fatiha’yı bitirip «Âmîn» dediğinde siz de «Âmîn» deyiniz. Kimin âmini meleklerin âmin demesine muvâfık düşerse, onun geçmiş (küçük) günahları mağfiret edilir/örtülür.” (Buhârî, Ezân, 111; Müslim, Salât, 72)

5. Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurdu:

“Münafıklara sabah ve yatsı namazından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. Onlar, bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi.” (Buhârî, Ezân, 34; Müslim, Mesâcid, 252. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Mesâcid, 18)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

İslâm, birlik beraberliğe ve toplum hâlinde yaşamaya önem verir. Allah Teâlâ, kullarının ictimâîleşmesini istemektedir. Bunun için de Kur’ân-ı Kerim’de insanların bir arada olmalarına yönelik pek çok emir ve işaretler yer alır. Bunlardan birinde şöyle buyrulur:

“Topluca Allah’ın ipine (Kur’ân ve Sünnet’e) sımsıkı sarılın, bölük pörçük olmayın…” (Âl-i İmrân 3/102-103)

Resûlullah Efendimiz de cemaat hâlinde bulunmanın ehemmiyet ve faziletini şöyle beyan eder:

“…Allah’ın eli (yardımı) cemaatle birliktedir.” (Tirmizî, Fiten, 7/2167)

“Cemaat rahmettir, tefrika ise azaptır.” (Ahmed, IV, 278)

“…Size beş şey emrediyorum, bunları bana Allah emretti: İşitmek, itaat etmek, cihât, hicret ve cemaat. Kim bir karış da olsa İslâm cemaatinden ayrılırsa, geri dönünceye kadar İslâm bağını boynundan çıkarmış olur.” (Tirmizî, Edeb, 78/2863)

Bu İslâmî rûhu sağlayacak en kuvvetli âmil de, ibadetlerin en mühimi olan namaz etrafında toplanmak, cami ve cemaate devam etmektir. Allah Resûlü’nün, gerek Kubâ’yı gerekse Medîne-i Münevvere’yi teşrif buyurduklarında yaptıkları ilk iş, hemen bir mescit inşâ etmek olmuştur.[1] Daha sonra bunların sayısı hızla artmıştır. Peygamber Efendimiz’in sünnetini takip eden Müslümanlar da tarih boyunca fethettikleri yerlere, hep camiler inşâ etmişlerdir. Günümüzde hâlâ cami yapmak en büyük şeref ve hizmet olarak görülmektedir. Çünkü cami ve cemaat, Müslümanların birbirleriyle kaynaşarak, kardeşlik rûhunu elde ettikleri en mühim mekânlardır. Camilerdeki birlik ve beraberlik rûhunu gösteren şu hadis-i şerif, ne kadar dikkat çekicidir:

“…Biriniz cemaati bırakıp sadece kendisine dua edecekse, başkalarına imamlık yapmasın! Kim böyle yaparsa (cemaate) ihanet etmiş olur.” (Ahmed, V, 250, 260; Tirmizî, Salât, 148/357)

Bu hadis-i şerif, hangi keyfiyette bir cemaat olmak gerektiğini göstermekle birlikte, aynı zamanda ümmet-i Muhammed için yapmamız gereken duanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu da göstermektedir.

Nitekim ümmetine her namazda dua etmek, Resûlullah Efendimiz’in sünneti idi. Hz. Ayşe (r.a.), Peygamber Efendimiz’i neşeli gördüğü bir gün:

“–Ey Allah’ın Resûlü, benim için Allah’a dua ediver!” demişti.

Resûlullah:

“Allah’ım, Ayşe’nin geçmiş, gelecek, gizli ve açık bütün günahlarını mağfiret eyle!” diye dua etti.

Hz. Ayşe vâlidemiz o kadar mesrûr oldu ki, sevincinden başı önüne düştü.

Resûlullah:

“–Dua etmem seni sevindirdi mi?” diye sordu.

O da:

“–Senin duan beni neden sevindirmesin ki?” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah:

“–Vallâhi bu, benim ümmetim için her namazda yaptığım duâmdır” buyurdu. (İbn-i Hibbân, Sahîh, XVI, 47/7111; Heysemî, IX, 243)

Mâruf Kerhî (k.s.) da şöyle buyurur:

“Kim her gün on defa:

«Allâh’ım, ümmet-i Muhammed’in hâlini ıslâh eyle! Allâh’ım, ümmeti Muhammed’in sıkıntılarını gider! Allâh’ım, ümmet-i Muhammed’e rahmet eyle» derse Abdâl’dan (Allah dostlarından) yazılır. (Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 366)

ÜMMET İÇİN DUA

Bu sebeple Allah dostları, dualarında hep ümmet-i Muhammed’i düşünerek şu şekilde ilticâ etmişlerdir:

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i mağfiret eyle!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e rahmet eyle!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e yardım eyle, zafer nasîb eyle!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i muhâfaza eyle!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i bir araya getir ve yekvücût eyle!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i ıslah eyle!

Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’in sıkıntılarını gider![2]

İşte, Müslümanlar, din kardeşlerine dua ederek böylesine birbirlerine muhabbetle kenetlenmiş sağlam bir cemaat olmalıdırlar. Bu ulvî maksada ulaşmanın en güzel yolu da, cemaatle namaza devam etmektir. Namazları camide cemaatle kılmak, mü’minleri bencillik ve ferdiyetten kurtarmak sûretiyle, böylesine diğergam, birbirinin iyiliğini isteyip hakkında dua eden ve birbirine bağlı kardeşler hâline getirmektedir. Bundan dolayı Allah Resûlü, mü’minleri devamlı cemaate teşvik etmiştir. Cemaatle kılınan namazın faziletinden bahsederek, bunun, yalnız kılınan namaza nisbetle yirmi yedi derece daha üstün olduğunu haber vermiştir. Hatta sevâbın, cemaatin sayısına göre daha da arttığını beyan ederek şöyle buyurmuştur:

“Bir kimsenin diğer bir kimseyle kıldığı namazı, yalnız kıldığı namazdan daha bereketli ve sevâbı daha fazladır. İki kişi ile kıldığı namazı da bir kişi ile olan namazından daha bereketli ve üstündür. Beraber kılanların sayısı ne kadar çok olursa, Allah Teâlâ’nın o kadar çok hoşuna gider.” (Ebû Dâvûd, Salât, 47/554; Nesâî, İmâmet, 45/841)

Cenâb-ı Hakk’ın bu hoşnutluğunu da şu misalle anlatmıştır:

“Müslüman bir kimse, namaz ve zikir için çokça camilerde bulunduğunda, Allah Teâlâ onun bu hâlinden, tıpkı bir âilenin, gurbetteki yakınları döndüğünde sevindiği gibi, sevinç duyar ve hoşlanır.” (İbn-i Mâce, Mesâcid ve’l-Cemâât, 19)

YAPILAN İBADETİN ECRİ

İkinci hadisimizde, namazı cemaatle kılmanın hatâlara keffâret olup dereceleri yükselttiği haber verilirken, bu esnâda karşılaşılan zorluklara da sabır göstermek gerektiğine işaret edilmiştir. Çünkü bu yolda sabırla karşılanan her bir zorluk, yapılan ibadetin ecrini artıracaktır.

Hadisin sonu ile üçüncü hadis, camilere gönülden bağlanarak oradan ayrılmak istemeyen mü’minler için büyük müjdeler ihtiva etmekte ve bu davranışın üstünlüğünü bildirmektedir. Namazı bitirince, ondan aldığı hazla biraz yerinde oturan ve diğer vaktin hasretini çeken mü’minler, sınırlarda nöbet tutmuş gibi büyük ecir kazanarak meleklerin duasına mazhar olmaktadır. Hak dostları, camilere bu şekilde gönülden bağlanmayı; “iman ülkesinin hudutlarında nefis ve şeytan düşmanlarına karşı nöbet tutmak” şeklinde anlamışlardır.

Ancak burada abdesti bozmamak şartı getirilmiştir ki, bu da abdestli bulunmanın ehemmiyetini bir defa daha gözler önüne sermektedir.

CEMAATLE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ

Müslümanların cemaate gönül huzûruyla gelerek cami ile ülfet etmeleri önemli olduğu gibi, namaz esnâsında uyanık ve huşû hâlinde bulunmaları da son derece ehemmiyetlidir. Cemaat, namazda farklı düşüncelere dalarak imamın ne okuduğundan habersiz olmamalıdır. Bu sebeple mühim bir dua olan Fâtiha Sûresi’ni dikkatle dinlemeli ve ihlâsla âmîn demelidir.

Resûlullah, cemaati ihmal etmenin zararlarından da bahsetmiştir. Muhtelif hadislerinde, cemaate devam etmekte zorlanan insanları uyarmıştır. Çünkü bu konuda tembellik göstermek, münâfıkların alâmetidir. Cemaate gelmek onlara çok ağır gelir. Hele sabah ve yatsı namazları, imanı zayıf olanlar için büyük bir imtihandır. Dolayısıyla bu iki namaz için camiye gitmenin sevabı, diğer vakitlere göre daha fazladır.

Osman bin Affân (r.a.) bir gün yatsı namazına gelmişti. Cemaatin henüz az olduğunu görünce mescidin gerisinde bir yere uzandı ve insanların çoğalmasını beklemeye başladı. O esnâda İbn-i Ebû Amre gelip Hz. Osman’ın (r.a.) yanına oturdu. Osman (r.a.) ona kim olduğunu sordu. O da kendisini tanıttı.

Hz. Osman (r.a.):

“–Kur’ân’dan ne kadar biliyorsun?” diye sordu. O da ne kadar bildiğini haber verdi.

Daha sonra Hz. Osman (r.a.) şöyle dedi:

“–Ey kardeşimin oğlu! Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

«Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gecenin yarısını namazla geçirmiş gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir.» (Bkz. Muvatta’, Salatü’l-Cemaa, 7; Müslim, Mesâcid, 260; Tirmizî, Salât, 165; Ebû Dâvûd, Salât, 47)

Allah Teâlâ, kullarının namazı cemaatle kılmalarına o kadar ehemmiyet vermektedir ki, normal zamanlar bir tarafa, savaşlarda dahî askerlerin cemâatle namaz kılmasını emrederek, bu namazı nasıl kılacaklarını Kur’ân-ı Kerim’de bizzat tâlim buyurmuştur. (Nisâ 4/102; Buhârî, Salâtu’l-Havf, 1-4; Tirmizî, Tefsîr, 4/3035; Ahmed, II, 522; Hâkim, III, 32/4323)

Resûlullah da bu konu üzerinde ısrarla durmuş, mühim bir mâzeret olmadıkça cemaate devam edilmesini istemiştir.

Nitekim bir gün Abdullah bin Ümmü Mektûm (r.a.) gelip:

“–Yâ Resûlallah! Ben gözü görmeyen ve evi de camiye uzak olan bir kişiyim. Bir kılavuzum var, o da bana yumuşak davranmıyor ve yardımcı olmuyor. Namazımı evimde kılmaya ruhsat var mı?” demişti.

Efendimiz:

“–Ezanı işitiyor musun?” diye sordu.

O, “Evet” deyince:

“–Senin için bir ruhsat bulamıyorum” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/552)

Bu hâdise cemaate devam etmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu vurgulamaktadır. Yoksa âmâ olmak, cemaate gelmemek için kabul gören mâzeretler arasındadır. Lâkin bu durumda olan kişiler de, imkân bulabildikleri nisbette, cemaatin büyük fazilet ve sevabından mahrum kalmamalıdırlar.

Allah Resûlü, cemaat hususunda ihmalkâr davrananları şöyle îkaz etmiştir:

“Kim ezanı işitir de cemaate gelmezse, kıldığı namaz (kâmil bir namaz olarak) kabul edilmez. Ancak bir özrü varsa, o başka.” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 17)

CEMAATLE NAMAZ KILMAYANIN MAZERETLERİ

Âlimlerimiz hadis-i şeriflerden hareketle “Cemâate gitmemeyi mübah kılan özürler”i şöyle sıralamışlardır:

1. Yürüyemeyecek kadar hasta olmak,

2. Felçli olmak,

3. Çok yaşlı olmak,

4. Kör olmak,

5. Kolu veya ayağı kesik olmak.

Bunların dışında herkesin kendi durumuna göre meşrû sayılan mühim mazeretleri de cemâate gitmemeyi mübah kılabilir. Meselâ, kişinin evde hastasının başında bulunma mecbûriyeti, bunlardan biridir.

Namazı cemaatle kılmaya bu kadar önem verilmesinin sebebi, mü’minleri kurtuluşa sevketmektir. Çünkü cemaat, ebedî kurtuluşun en büyük vâsıtalardan biridir. Zâten, hayrın bekâsına ve ebedî kurtuluşa vesile olması sebebiyle cemaatle namaza, “Felâh” ismi verilmiş ve mü’minler camiye, “Hayye ale’l-felâh: Haydin felâha/kurtuluşa” diye çağrılmıştır. (Adil Bebek, “Felah” md., DİA, XII, 301)

CEMAATLE NAMAZ KILMANIN FAYDALARI

Fert ve toplumun felâhını sağlayan cemaatle namazın, mü’minin kişiliğini inşâ açısından pek çok faydası vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

1. Namazın yirmi yedi derece daha faziletli olması,

2. Günahların affedilip mânevî derecelerin yükselmesi,

3. Meleklerin dua, istiğfar ve şahitliğine mazhar olmak,

4. Ameldeki nifak sıfatından kurtulmak,

5. Namazı en makbul zaman olan ilk vaktinde kılmak,

6. İftitâh tekbirine yetişerek büyük bir ecir kazanmak,

7. İctimâîleşmek,

8. Şeytandan uzaklaşmak,

9. Toplu yapılan dua ve zikirlerin feyzinden istifâde etmek,

10. Müslümanlar arasındaki ülfetin devam etmesi,

11. Tâat ve ibadet hususunda yardımlaşmak,

12. İmamdan işiterek namaz sûrelerini güzelce okumayı öğrenmek,

13. Namazı kâmilen ve huzurlu bir şekilde edâ edebilmek...

Cemaatle namaz, ırk, renk, dil, makam ve mevkî ayrımı yapmaksızın Allah’a kullukta aynı safta bir araya gelme, bütünleşme, yardımlaşma ve ictimâî muhasebeyi sağlayarak ümmet şuurunu kuvvetlendirir. Aynı düşünce ve hedefleri paylaşan bir cemaat ortamında, fertler arasındaki ayrılıklar önemli ölçüde aşılarak gönüllere eşitlik ve kardeşlik duyguları yerleşir ve dinî bir coşku yaşanır.

ASR-I SAADET’TE CEMAATLE NAMAZ HASSASİYETİ

Allah ve Resûlü’ne itaatte zirve olan örnek nesil Ashâb-ı Kirâm, namazı cemaatle kılmaya son derece ihtimâm gösterirlerdi. Abdullah bin Mes’ud (r.a) bunu şöyle ifade eder:

“Vallâhi ben, nifâkı bilinen bir münâfıktan başka (cemaatle) namazdan geri kalanımız olduğunu görmemişimdir. Allah’a yemin ederim ki (hasta) bir adam iki kişi arasında ayakta sallanır hâldeyken bile namaza getirilir ve onların iki taraflı desteğiyle safta durdurulurdu.” (Müslim, Mesâcid, 256-257)

Konumuz açısından güzel bir misâl de şudur:

Resûlullah zamanında iki Müslüman vardı. Bunlardan biri tüccar, diğeri de kılıç yapan bir demirci idi. Tüccar olan sahâbî, ezanı duyduğunda terazi elinde ise hemen kenara koyar, yerde ise olduğu gibi bırakıp doğruca Mescid-i Nebevî’ye giderdi.

Kılıç ustası da, çekiç örsün üzerindeyse o vaziyette bırakır, kılıca vurmak üzere kaldırmışsa arkasına atar ve hemen Mescid-i Nebevî’ye giderdi. İşte bu ve benzeri kişileri medhetmek üzere Allah Tealâ şu âyet-i kerimeyi indirdi:

“Onlar, ne ticaret ne de alışverişin, kendilerini Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşet içinde kalarak allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr 24/37) (Kurtubî, XII, 184)

İbn-i Mes’ûd (r.a.) bir gün çarşıda, ezanı duyar duymaz mallarını bırakarak namaza koşan bir takım insanlar görmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi:

“–İşte bunlar, Allah Teâlâ’nın (az evvel zikredilen) Nûr Sûresi’nin 37. âyetinde methettiği kimselerdir.” (Heysemî, VII, 83)

Dipnotlar:

[1] Ecdadımız, camilere çok ehemmiyet vermiş, bir beldeyi fethedince orada yaptıkları ilk iş, hemen bir cami inşâ etmek olmuştur. Bu hâli şâir ne güzel ifâde eder:

Hani Yunus Emre ki, k‎ıyı‎nda geziyordu;

Hani ard‎ına çil çil kubbeler serpen ordu?

[2] Bkz. Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 366; İbn-i Asâkîr, Târîhu Dımeşk, XXXIX, 402.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

CEMAATLE NAMAZ

Cemaatle Namaz

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.