Bedevî ve Filozof Kıssası

Bir bedevî ve filozof arasında geçen, ders dolu bir kıssa...

Bir bedevî, devesine iki büyük çuval yüklemiş, götürüyordu. Kendisi de iki çuvalın ortasına oturmuştu.

Yolda birisi onu söze tuttu. Bedevîye yurdunu sordu, onu konuşturdu. Bu soruşturma ile güzel sözler söyledi, hoş ifadelerde bulundu. Ondan sonra bedevîye dedi ki:

“–Bu iki çuvalda ne var, söyle bakalım?”

Bedevî;

“–Çuvalın birinde buğday, öbüründe kum var.” dedi.

Adam;

“–Ne diye kum yükledin?” diye hayretle sordu.

Bedevî;

“–Buğday çuvalı tek kalmasın, kum çuvalı ona denk olsun diye.” cevabını verdi.

Adam güldü ve şöyle dedi:

“–Akıllılık etseydin de buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koysaydın daha iyi olmaz mı idi? Hem çuval hafifleşirdi, hem devenin yükü azalırdı.”

Bunun üzerine bedevî;

“–Aferin ey akıllı ve hür fikirli filozof!” dedi fakat arkasından sordu:

“Böyle ince düşünce, böyle güzel görüşün varken sen nasıl oluyor da çıplak hâldesin, yaya yoruluyorsun?

Sende bu akıl, bu düşünce varken, sen ya vezirsin ya padişahsın. Kendini gizleme, doğru söyle…”

Filozof;

“–İkisi de değilim.” dedi. “Ben halktan biriyim, işte hâlime ve elbiseme bak da ne olduğumu anla!..” diyerek kıymetinin bilinmediğinden şikâyet etti.

Bedevî varlık ve kazanç nâmına ne sorduysa, menfî cevap aldı. Filozof günlük ihtiyacını dahî karşılayabilmekten âciz idi. İtiraf etti:

“–Yalınayak, çırılçıplak koşup duruyorum. Kim bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum. Bu fazîlet, bu hikmet ve bu hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim!”

Bu sözler üzerine bedevî, şu sözlerle filozofu yanından kovdu:

“–Çekil yanımdan, benden uzaklaş da senin uğursuzluğun benim de başıma yağmasın, beni yoksul bırakmasın!

O uğursuz felsefeni benden uzak tut!

Benim bir çuvalımın kum, öbürünün buğday dolu olması; senin bu işe yaramaz felsefenden daha iyidir!

Benim ahmaklığım, pek kutlu bir ahmaklıktır. Gönlüm ilahî lütuflarla, mânevî azıklarla doludur. Canımda da Allah’tan çekinme ve O’nun emirlerine uyma isteği var.”

Bu kıssada, filozofun yoksulluğu ile anlatılmak istenen, kendisine dahî faydası olmayan sözde bir bilgeliktir.

Kendi yaşayışlarına; îman, sâlih amel ve güzel ahlâk gibi fazîletleri kazandıramayan sözde «akıl» ehli, basîret ve güzel yaşayış sahibi olan cahil halktan çok geridedir. Çünkü o sıradan halk; Cenâb-ı Hakk’a îman ve teslîmiyetten doğan firâset nûruyla ve az da olsa ilmiyle âmil olmasıyla, Hakk’a ve hakikate çok daha yakındır. Hâlinden şikâyetçi değil, mesuttur.

Mevlânâ Hazretleri, insanı gerçek saâdete kavuşturacak olan hakikate şöyle işaret buyurur:

“Unutma ki; tabiattan ve hayalden doğan felsefî düşünceler, celâl sahibi Allâh’ın nûrunun feyzinden doğan hikmet değildir. Sendeki dünyevî felsefe, ancak zannı ve şüpheyi artırır.

Unutma ki; ancak din hikmeti insanı göklerin üstüne çıkarır, ötelere yüceltir.

Yazık ki; âhirzamanın zeki filozofları ve iblis huylu bilginleri kendilerini önce gelenlerden üstün gördüler.

Onlar hileler öğrenerek ortaya atıldılar. Dîne aykırı fikirler ile Hak bilginlerini üzdüler. Onlar; ne akıl almaz işler ve düzenler peşinde koştular!

Asıl kâr ve mânevî kazanç iksiri olan sabrı, bağışlamayı, hoş görmeyi ve cömertliği yok ettiler.”

Hazret-i Mevlânâ, Cenâb-ı Hakk’a ve Hazret-i Peygamber’e olan sadâkatini şöyle ifade eder:

“Bu can tende durdukça, Kur’ân’ın bendesiyim ve Muhammedü’l-Muhtâr’ın yolunun toprağı, ayağının tozuyum.

Bu hakikatin dışında hakkımda söylenilenlerden de onları söyleyenlerden de bîzârım, yine bîzârım!”

“Akıl, Mustafâ’ya kurbân olsun!”

Ayrıca;

Mevlânâ Hazretleri; akıllarını Allâh’a ve Rasûlü’ne kurbân edemeyip de akıllarının putperesti olan filozoflara, «iblis huylu» demektedir.

Kaynak: Yıl: 2017 Ay: Ocak Sayı: 143

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.