Batıl Dinler Hangileridir? - Batıl Din Nedir?

Batıl din ne demektir? Batıl dinler hangileridir? Kısaca batıl dinler hakkında bilgiler...

Asılları bakımından tevhid inancı ile ilgisi bulunmayan dinlere (inançlara) ise batıl din denir. Bunların kaynağı vahiy değil, insandır. Bazı toplumla­rın din adıyla uydurup, ortaya attıkları şeylerdir. Bunlarda akla, hikmete ve toplum yararına uygun bazı hükümler bulunsa bile esas itibariyle Yüce Allah'a ve O'nun bir peygamberine dayanmadığı için kutsal yönleri yoktur.[1] Aya, güneşe, yıldızlara, kutsal saydıkları bazı hayvanlara, insanların kendi elleriyle yaptıkları putlara veya bazı tabiat güçlerine tapmak bu niteliktedir. Hindu­izm, Budizm, Mecusilik ve Şamanizm bunlar arasında sayılabilir.

BATIL DİNLER

1. Budizm

Budizm, M. Ö. 6. veya 5. yy'da Gautama Buddha[2] adlı kişinin eğitimine bağlı olarak Hindistan'da kurulmuş olan büyük inanç sistemlerinden birisidir. Hindistan'da doğup orada gelişmesine rağmen daha ziyade uzak doğuda yayılmıştır.

Tarih içerisinde Budizm, çeşitli kollara ayrılmıştır. Ayrıca Hinduizm içerisinde farklı bir hareket olarak da ortaya çıkan Budizm, Hinduizmin tanrı düşüncesini ve kast sistemini reddeder. Acı ve ıztırapla dolu olan hayattan, insanın kendi çabasıyla kurtulabileceğini savunur, kurtuluşun, Nirvana’ya ulaşmaya bağlı olduğunu iddia eder.

Budizm, bir kurtuluş yolu olarak dört kutsal ha­kikatin varlığını kabullenir. Bunlardan ilki; hayatın ıstiraplarla dolu olduğudur. İkincisi, canlıları reinkarnasyona zorlayan sebebin, yaşama arzu ve isteği, yani hayat sevgisidir. Üçüncüsü, ıztırapların sona erdirilmesidir. Bunun yolu ise his ve duygu­larla beslenen yaşama arzusunun söndürülmesinden geçmektedir. Dördüncü gerçek ise ıztırapları dindirmenin yolunun bilinmesidir. Bu ise doğru inanmak, doğru düşünmek, doğru konuş­mak ve doğru davranışlarda bulunmaktır. Bunları iyi kavrayıp uygula­yan kişi, tenasüh çemberinden kurtulup kurtuluşa (Nirvana'ya) ulaşabilir.

Nirvana

Budizme göre Nirvana “yokluk” demektir. Başka bir ekol onu, “ruhun kavuştuğu bir mutluluk” olarak kabul eder. Nirvana bir çeşit ayrılmayı ifade etmekle bir­likte, var iken yok olmak da değildir. Yok olan şey, arzu ve ihtiraslardır. Nirvana terimi Budistlerin kutsal kitapları olan Vedalar ve Gita gibi metinlerde yer alır. Buralarda o, “kurtulmuş ruhların mekanı” anlamında kulla­nılır.

İslâm, Budizm’deki ruhun Nirvana’ya ulaştığı görüşünü kabul etmez. Nirvana, “ruhun sonsuz bir mutluluğa ulaşarak tatmin olması” manasına gelen bir terimdir. Nirvana ile reenkarnasyon sonucu değişik şekillere giren ruh, sonunda aydınlığa ulaşır ve böylece kurtuluşa erer. Bu anlayışa göre insanların kıyamet günü yaptıklarından hesaba çekilmesi söz konusu değildir.

İslam’a göre ise ölen ruh hesap gününü bekleyecek, hesabın sonunda mutlak mükafaata ulaştırılacak veya cezaya çarptılacaktır. İslam’da Allah’ın iradesi dışına çıkmak, cennet ve cehennemde ölmek ve yok olmak söz konusu değildir.[3]

Reenkarnasyon (ruh göçü)

Başta Hint dinleri olmak üzere çeşitli dinlerde ölümsüz olan ruhun, ya sürekli olarak ya da günahlarından temizlenene kadar bir bedenden diğer bedene tekrar tekrar geçmesidir. Bu düsünceye göre ölümlü olan yalnızca bedenlerdir. Dolayısıyla beden öldüğünde ruh, bir başka bedende tekrar doğar ve böyle­likle hayatını devam ettirir.

Bazı dinlerde ruhun islemiş olduğu iyilik ya da kötülük, onun bir sonraki iyi ya da kötü bedenini belirler, bu durumda yeniden doğan ruh, daha iyi ya da daha kötü bir insan, hatta bir tanrı sekline geçebileceği gibi bir hayvan ya da bir bitki şekline de dönüşebilir. Böylece ruhun rekrar tekrar vücut bulmasının sonsuza değin süreceği düşünülür. Budizmde aydınlanan kişi, ruh göçünden çıkarak Nirvana’ya kavuşur.

İslâm’a göre reenkarnasyon fikri, bir çok açıdan yanlış bulunmuştur. Bu inanç, işlenen suça verilecek ceza açısından, kader ve sorumluluk bakımından, ahiret ve mahşer inancı açısından, ilahî adalet ve yaratıcının kainata koyduğu nizam ve intizam bakımından, imtihan, ilahî rahmet ve merhamet açısından, insanın şeref ve haysiyeti bakımından, dünya ve ahiret dengesinin nasıl kurulacağı gibi bir çok açıdan, çelişki ve yanlışlıklar ihtiva etmektedir. Ayrıca bu düşünce günümüz modern bilim anlayışı ve akıl açısından da bir çok tenkide maruz kalmaktadır. [4]

İslâm, vücudu terk eden ruhun başka bir bedene girip tekrar dünyaya geldiği inancını, yani tenasüh ve reenkarnasyonu kabul etmez. Bu batıl inanç Kur’an âyetlerinde kesinlikle reddedilir: “Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman ‘Rabb’im! Beni geri dünyaya döndür ki ayrıldığım dünyada salih amel işleyeyim’ der. Buna Yüce  Allah şöyle karşılık verir. Hayır asla! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Çünkü onların önlerinde ta dirilecekleri kıyamet gününe kadar sürecek olan bir perde (berzah) vardır.[5]Kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür;[6]Herkesin kazancı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez;[7]Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık;[8]Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık.[9]

2. Hinduizm

Geleneksel Hint inançlarına verilen genel bir addır. Hindistan geleneğine ait bazı ortak özellikleri yansıtmakla birlikte Hinduizm, belirli bir inanç sistemi olmaktan ziyade, birçok dini geleneğe verilen ortak bir isimdir. Bu nedenle dinler tarihçileri, Hinduizm’in dini bir akımı mı yoksa Hint kültürel geleneğini mi ifade ettiği konusunda görüş farklılıkları içerisindedirler.

Hinduizm, dünyanın en eski ve en geniş kutsal metinlerine sahip olan bir gelenektir. M. Ö. 1300-800 yılları arasına ait olan Vedalar, Brahmanalar gibi metinler, Hinduizm’in kutsal metinlerini oluş­turmaktadır. Hinduizmin özellikleri arasında kast sistemi, Karma (Samsara) doktrini ve Avatara tasavvuru dikkati çeker. Tanrı düşüncesi açısından Hinduizm, ateist gruplardan teistlere ve panteistlere, monoteistlerden politeistlere kadar birçok akımı bünyesinde toplar. Ancak genellikle Hindu'­ların politeist oldukları görülmektedir.

Yüzlerce hatta binlerce tanrısal varlığa inanılmakla birlikte, yaratıcı tanrı Brahma, koruyucu tanrı Vişnu ve yıkıcı tanrı Şiva üçlüsü, tanrılar grubunun (Panteon) başını çekmektedir.

Tanrı düşüncesi konusundaki çeşitlilik, ayin ve ibadetler konusunda da görülmektedir. Hindular arasında dünyadan tamamıyla el etek çe­ken ve mutlak inzivayı yaşam biçimi edinen mistiklerden karma bir şekilde gayr-ı meşru ilişkiye girenlere, beslenme diyeti konusunda kendilerine sınırlama getirenlerden bu konuda kendilerini tamamıyla serbest bırakanlara kadar birçok farklı grubun varlığına rastlanır.

Genel olarak hindular, tanrı timsali olan heykel ve suretlere tapınır ve onlara hediyeler sunarlar. Rahiplerin yöneticiliğinde kur­ban törenleri düzenlerler, kendilerince kutsal mekanlara hac seyahatleri tertip ederler ve kutsal sularda vaftiz[10] olurlar. Hinduların çok ayrıntılı ve karmaşık zaman hesaplamaları da dikkat çekicidir.

Avatara

Hinduizm inancında avatara önemli bir yer tutar. Avatara, tanrının insan veya hayvan  şekline dönüşüp dünyevî bir varlık  suretinde yeryüzüne inmesidir. Tanrı daha çok hint tarihinde bir savaş kahramanı olan Krişna’nın suretine bürünerek yeryüzüne inmiş ve zor zamanlarda onlara yardım etmiştir.

Karma

Hinduizmin Temel prensiplerinden birisi olan Karma, bir ahlak kuralı olarak değerlendirilebilir. Karma, onlara göre ne yaparsan karşılığını görür­sün anlayışına yönelik bir sistemdir. Ruh göçüne inanmayı esas alan Hinduizme göre bütün varlıklar, sürdürdükleri hayatta ortaya koydukları başarıyla bir son­raki yaşam biçimlerini tayin ederler.

Normal yaşantıda kast değiştirmenin imkansız olduğu Hint inancında bir kişi ancak bir sonraki doğumunda kast değiştirebilir; eğer önceki hayatını iyi bir kişi olarak sürdürmüşse ölüm sonrası yeniden doğumunda bir üst kasta tabi olarak hayat bulabilir. Bunun tersi de mümkündür; kişi inançsız ve kötü bir hayat sürmüşse bir sonraki hayatında daha alt kastlardan birinde do­ğar.

Aynı şekilde bir kişi hayat tarzına göre bir sonraki hayatında sa­dece bir insan olarak değil, bir hayvan ya da bir bitki olarak da doğabilir. Çok iyi ve zahitçe bir hayat yaşayan kişiler, sonraki doğumlarında birer tanrı da olabilirler.

Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere karma, kişinin bir sonraki hayatını bizzat kendi tutum ve davranışlarının belirlemesine dayalı bir sistemdir. Bütün varlıklar (tanrılar ve evren de dahil), Karma'ya dahildir. Mesela, Hint düşüncesine göre bir dünyanın ömrü bittiğinde evren bütün olarak yok olur ve sonra yeniden doğar. Önceki hayatında evrenin iyi ya da kötü oluşu, onun yeni hayatındaki konumunu belirler.

Kast sistemi

Hinduizme göre toplum 5 ana sınıftan (kasttan) oluşur: 1) Rahipler ve bilginler grubunu oluşturan Brahmana, 2) prensler ve savaşçılardan oluşan Kşatriya, 3) tüccar ve zenginlerden oluşan Vaişya, 4) halkın geri kalan kısmını temsil eden, çiftçi ve işçilerden oluşan Sudra ve 5) bütün haklardan mahrum sayılan Paryalar.

Bu kastlar, sosyal hayatta birbirinden kesin çizgilerle ayrılmışlardır. Bir kasttan diğerine geçmek ve kastlar arası evlilik yapmak kesinlikle kabul edilmez. Kişinin hangi kasta tabi olduğu doğumuyla belirlenir ve hayat boyu değişmeden devam eder. Ancak karma yoluyla bu kastlardan kurtulabilir. Yani Hinduizmin inanç esaslarını en güzel bir şekilde yerine getirirse bir sonraki doğumunda bir üst kasta geçebilir veya üzerine düşen görevi yerine getirmezse daha aşağı bir kasta düşebilir.

3. Zerdüştlük - Mecusîlik

Zerdüşt[11] tarafın­dan kurulduğu söylenen dini gele­nektir. Mecusîliğin dini yapı açısından birbirinden farklılık gösteren iki döneminden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, Zerdüşt dönemi, diğeri ise sonraki Mecusîlik dönemidir. Zerdüşt döneminde monoteist (tektanrıcı inanç) hakim iken sonraki dönemde Zerdüşt'ün bu monoteist düşüncelerinden eski İran dinine doğru tekrar bir dönüş söz konuşu olmuş ve Mecusîlik, İran'ın resmi dini haline gelmiştir..

Mecusîler, ateşi bir tanrı olarak ka­bul etmemekle birlikte onu kötülüğü temizleyen ve tanrısal alemin sembolü olan bir nesne olarak kabul eder ve bu sebeple ona tazimde bulunurlar.
Onlar bu nedenle Ateşperest olarak adlandırılmışlardır.

İran'ın Müslümanlar tarafından fethedilmesiyle Mecusîlik tarih sahnesinden silinmiş, yalnız bir grup Mecusî, Hindistan'a göç ederek günümüzde “Parsiler” olarak bilinen akımı oluşturmuşlardır.

4. Şintoizm

"Tanrılar yolu"da denen Şintoizm, geleneksel bir Japon dinidir. Bu din, ölülerin ruhlarına tapınmayı tavsiye etmesiyle ön plana çıkar. Şintoistlere göre, ölülerin ruhları, tanrılaşarak insanların arasında yaşar. Ölülerin ruhlarını mutlu etmek için mezarlarının üzerine yiyecek-içecek türünden eşyalar bırakılır. Şintoizm, milli bir dindir.

5. Konfüçyanizm

Geleneksel Çin dinlerinden birisidir. Buna, felsefi bir ekol, ya da Konfüçyüs'ün[12] öğrencilerinin geliştirdiği ahlakî ve sosyal bir sistem de denir. Daha sonraları Konfüçyüs'e tazim etmek, atalara tapmak ve gök­yüzünü üstün varlık olarak kabul etmek de Konfüçyanizmin özellikleri arasına dahil edilmiştir. Konfüçyüs prensiplerini herhangi bir tanrı fikrine dayandırmamıştır. O, yaşadığı asırda hakim bir düşünce olan Tao felsefesini  kabul etmiştir.

Konfüçyanizm, oldukça erken dönemlerden itibaren Çin'in devlet dini olmuş ve birçok ilaveler yapılarak gü­nümüzdeki haline gelmiştir. 20. yy. başlarında bir süre Konfüçyanizm devlet geleneği olmaktan çıkarılmış olsa da sonraları Mao ve arkadaşları Konfüçyüs'ün prensiplerinin yaygınlaştırılması yönünde çeşitli çalışmalar yaparak bu ge­leneği canlı tutmaya çalışmışlardır.

6. Sabiilik (Mandeizm)

Kur’an’da üç yerde[13] isimlerinden bahsedilen ve günümüzde çok küçük bir topluluk olarak varlıklarını sürdüren Sabiiler, genellikle güney Irak'ta Fırat ile Dicle'nin birleştiği ba­taklık bölgelerdeki küçük yerleşim merkezlerinde yaşarlar.

Sabiilerin tanrı tasavvurlarının temelinde düalizm (ikicilik) mevcuttur. Onların düalizm inancına göre bir tarafta ışık ve nur, diğer tarafta ise karanlıklar alemi bulunur. Sabiilerin, kainatın ve yeryüzünün oluşumu ile ilgili tasavvurları, baştan sona mitolojiyle iç içedir. Sabiilere göre insan madde ve ruh olarak iki farklı unsurdan meydana gelir. Ceset maddi varlığı itibarıyla kötülük ve karanlığı, ruh ise iyilik ve nuru temsil eder. Sabii ibadet ve ayinleri arasında sıkça yapılan vaftizler, ölüleri yad etmek üzere düzenlenen din­i yemekler, önemli yer tutar.

8. Taoizm

Çin dinlerinden birisidir. Bu akım, doğal bir mistisizm içinde Tao'yu[14] izlemeyi ve kötülüğe iyilikle karşılık verme prensibini esas alır. Bu dinin kurucusu olan Lao, akıl ve erdemin değeri üzerinde durmuş, Tao prensibini algılamanın önemini vurgulamıştır. Lao'nun prensiplerinde tanrı düşüncesi merkez olma­makla birlikte sonraki dönemlerde Taoistler eski ve yeni birçok tanrısal varlığa tazimi ön plana çıkarmışlardır.

9. Sihizm

Guru Nanak adlı şahıs tarafından kurulan dini geleneğe sihizm denir.  16. yy.’da merkezi Hindistan ve Penjap’ta kurulan ve yayılan Sihizm, İslâm’la Hinduizmin meczedilmesine dayalı bir gelenektir. Yüce bir tanrı fikrine yer verilir, ancak bu tanrı­nın Avatarasının[15] bulunduğu inancı reddedilir. Bununla birlikte Nirvana ve tenasüh inancı kabul edilir. Sihızmin ilk dönemine ait dini önderlere Guru adı verilir.

10. Yogaizm

Yoga, birlik ve bağ demektir.  Hintlilerin dini geleneklerinde bir meditasyon tekniği sayılır. Evrensel ben ile bütünleştirmek için kişisel beni eğitmenin pratik yolu kabul edilir. Yoga tekniği oldukça eskilere dayanır. Gita, bilgi, çalışma, tapınma, zihin ve meditasyon yogasını öğreten bir kitaptır. Bir kısım Yoga, tapınmayı ön plana çıka­rır, Karma Yoga, ahlaki ilkeleri vurgular, diğer bir Yoga ise belirli şeylerin ritmik tekrarı ile zihni kontrol altına almayı hedefler.[16]

Sonuç ve Bu Dinlerin İslâm İnancı Açısından Kısa Bir Değerlendirmesi

Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşıldığı gibi batıl dinler, milli bir karakter arzetmekte ve genellikle çok tanrıcılığa dayanmaktadır. Bu dinlerden bazıları (zerdüştilik gibi) belli dönemlerde tek tanrıcılığa bağlı olsa da zamanla bu anlayış bozulmuştur. Bazıları aşırı zühtü yani dünyadan bütünüyle uzaklaşmayı (Hindüizm gibi) tavsiye edip, ıztıraplardan kurtulmayı ve Nirvanaya/aydınlanmaya ulaşmayı hedeflemiştir.

Bir kısmı da oluşturdukları kast sistemini devam ettirebilmek için ruhun bir bedenden başka bir bedene nakledildiğini (tenasühü) kabul etmiştir. Bazıları da atalarının ruhlarına tapınmayı (Şintoizm gibi ) din haline getirmişlerdir. Bu dinlerde net bir tanrı anlayışı yoktur. Bunlara göre hemen her şeyin (Panteizm) tanrı olma ihtimali vardır.

Sözkonusu olan bu dinler, çağdaş gelişmelerden oldukça zarar görmekte ve dğişik akım ve mezheplere bölünmektedir. Mesela günümüz dünyasında en çok mensubu azalan din Budizm'dir. Çünkü Budizmin bedbinci (dünyayı kötü görme ve ondan uzaklaşma) görüşünün, bugünkü dünyada kabul görmesi gittikçe zorlaşmaktadır.

Hin­duizm ise millî karakterli bir dindir. Yayılması ve çoğalması tamamen Hindu olmaya bağlıdır. Hindistan ise batı teknolojisiyle haşir neşir olmuş bir ülkedir. Batı kültürünün tesirinde kalan Hindi­stan'da dini yönden tam bir kaos yaşanmaktadır. Aynı dinden dallanan mezhepler, tarikatler ve senkretik (karma) bir karakter gösteren dini cereyanlar ülkesi haline gelen Hindistan ve onun milli dini Hinduizm, çağdaş batı medeniyetinden oldukça etkilenmekte ve her geçen gün dini bir kriz içine düşmektedir.[17]

İslâm, kimi doğu dinlerinde ve felsefî görüşlerinde yer alan Tanrı'nın tabiat varlıklarına dönüşerek varlığını sürdürdüğü ve onun eşyanın benliğinde yayılmış olarak bulunduğu görüşünü  kabul etmez. Çünkü İslâm'a göre, ilahî güç her yerde ve her zaman hazırdır. Canlı veya cansız tüm varlıklar, yaratılışlarında kendi fıtratlarına yerleştirilen emirlere, programlara yani sünnetullaha uyarlar. Yüce Allah’ın kendisi, bütün bu tür beşeri sıfatlardan uzaktır.

İslâm, bazı Doğu Asya dinlerinde görülen, Ying ve Yang'dan, yani erkek ve dişi iki cevherden, iki güçten oluştuğu tasavvur edilen Tanrı inancını da kabul etmez. Çünkü bu inanç, Tanrı'nın varlığının iki ayrı cevherin birleşmesinden oluştuğunu öne sürer ki bu durum, yeni bir dualizm[18] (ikicilik) sayılır. Düalizm kabul edildiğinde vahdaniyet iki ayrı cevhere bölünmüş veya iki şahsa ayrılmış olur ki bu da İslâm’ın Tevhid akidesi ile bağdaşmaz.

Ayrıca İslâm, insanın sadece bir yönünü ele alıp (Hinduizm ve Budizmde olduğu gibi) diğer yönünün tamamen ihmal edilmesini de kabul etmez. Bu ikisi arasında hayatın gerçeklerine uygun olarak orta bir yolun tutulmasını tavsiye eder, sadece ahlakî bir takım öğütlerde bulunmakla kalmaz, aynı zamanda insanların günlük hayatlarında karşılşabilecekleri konularla ilgili bir takım yönlendirici hükümlerde, emir ve tavsiyelerde bulunur.

Biraz önce yukarıda saydığımız yönleriyle batıl dinler, insanın sorumluluk alanını ve vazifelerinin ne olduğunu tam teşekküllü ortaya koyamamamış ve insanların ihtiyaçlarına gereken cevabı verememiştir. Dengeli bir şekilde dünya ve ahiret bilinci ve sistemi oluşturamamışlardır.

Dipnotlar:

[1] Aynı şekilde bu dinlerin, ilahî dinlerin güzel yönlerinden istifade ederek sistemlerini oluşturdukları veya eski ilahî kökenli dinlerin sonradan bozulmasıyla meydana getirildikleri de söylenmiştiiir. Zira her ümmete bir uyarıcının gönderilişi, peygamberlerinin sayısının çok fazla oluşu (mesela 124 bin) gibi hususlar, bu varsayımı desteklemektedir. [2] Budizm’in kurucusu olan Buda (M. Ö. 563-483) Hindistanda yaşamış bir filozoftur. Hayatının ilk yıllarında babasının sarayında lüks bir hayat yaşamış, daha sonra bu hayatı beğenmeyerek bir nevi zühd hayatını tercih etmiştir. Zühd hayatı yaşarken incir ağacı (Bodi) altında kendisine ilham geldiğini ve aydınlandığını söylemiştir. Bundan sonra kendisine gelen ilhamı insanlara anlatmak için uzun yolculuklar yapmış ve halka öğütlerde bulunmuştur. [3] Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 1999, s. 357, 359. [4] Giovanni Scognamillo – Arif Arslan, “Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Ruhçuluk ve Reenkarnasyon”, İstanbul, 1999, s. 218-232. [5] Müminûn, 23/99-100. Âyette ifade edilen berzah,  sözlük anlamı itibarı ile “engel” manası taşımaktadır. Dini anlamda ise “ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar geçen süreyi” ifade eden bir terimdir. [6] Nisa, 4/123. [7] En’âm, 6/164. [8] İsrâ, 17/70. [9] Tin 95/4. [10] Vaftiz: Genel anlamıyla yeni bir inanca girmek, iman tazelemek, günahtan arınmak, herhangi bir dini törene hazırlanmak için ya tamamıyla suya  dalmak veya vücudun belli kısımlarını yıkamak suretiyle yapılan ayindir. Hıristiyanlığa göre ise Hz. İsa’ya iman edişi ve Hıristiyanlığa girişi temsil eden bir merasimdir. [11] Zerdüştlüğün kurucusu sayılan kişidir. Onun M. Ö. 628-551'de yasamış olabileceği ileri sürülür. Yine kendisine atfedilen Avesta adlı kitapta tek tanrıcı görüş ve düşünceleriyle dikkat çeker. Bu kitapta o, alemin bir Bilge Rab tarafından yara­tıldığını öne sürer. Ayrıca kendisine bir meleğin gelerek yüce tanrıdan vahiyler ge­tirdiğini söyler. Böylelikle yaşadığı donemdeki İran'da halkın çok tanrıcılığı terk ermesi ve bu tek yüce tanrıyı tazim etmesi konusunda yoğun çaba harcar. [12] Konfüçyanizmin kurucusu Konfüçyüs’tür (M. Ö. 551- 479.) Onun metodu, eskilerin hikmetlerini yaşadığı zamana nakletmek ve bu doğrultuda yeni fikir­ler geliştirmekti. Memleketinde kısa bir süre yaşadıktan sonra 14 yıl seyahat ettii. Konfüçyanizmin temellerini oluşturan “Beş Klasik” adlı eserini kaleme aldı. [13] Bakara, 2/62; Maide, 5/29; Hac, 22/17. [14] Tao, yaratıcı prensibi teşkil eder. Alemin yaratılmasından önce var olduğu sanılan Tao, görülemez, duyulamaz ve anlaşı­lamaz bir prensiptir. O her şeyin temeli olmasına rağmen hiçbir şey de değildir. Bütün kainat ve tabiat onun vasıtasıyla vardır. Her şeyi o üretir ve besleyip büyütür. Bu nedenle Tao bazen anne diye ad­landırılır. Tao inancına göre Tao'dan Bir, Birden iki, iki'den üç ve üç’den ise yaratılan kainat meydana gelmiştir. Tao, yeryüzü ve gökyüzünün menşeidir. Aynı zamanda o, gökyüzü ve yeryüzünün kendisiyle birleştiği bir yoldur. Tao, yaratıcı prensip olmakla birlikte bir yaratıcı tanrı değildir. [15] Avatara: Tanrının insan ve diğer varlıkların şekline bürünüp yeryüzüne inmesidir. [16] Batıl dinlerle ilgili bk. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara, 1998; Ahmet Kahraman, Mukayeseli Dinler Tarihi, s. 78-80; G. Tümer-Küçük, age, s. 57,  67, 74, 85, 95, 100. [17] Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya, 1995, s. 389. [18] Düalizm (ikicilik): Birbirine karşı mücadele eden madde ve ruh gibi iki varlığın bir arada ve sonsuza kadar var olduğunu kabul eden felsefî bir sistemdir.

Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik  Hıristiyanlık ve İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

BATIL İNANÇ VE HURAFELER

Batıl İnanç ve Hurafeler

BATIL NE DEMEK?

Batıl Ne Demek?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.