Anne-Babaların Evlatlarıyla İmtihanı Nasıl Olur?

Anne-babaların çocuklarıyla imtihanı nasıl olur? İmtihanların en zoru; evlat imtihanı...

Küçük çocuklara:

“-Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorduğumuzda çoğunlukla “Anne/baba!” cevâbını duyarız. Fıtrattan gelen bir gönül hikâyesidir, evlât sahibi olmak...

Allâh’ın hediyesi ve ikramıdır evlât. Rahîm sıfatının özellikle kadında tecellî etmesidir. “Çok merhamet ederek” çocuklarıyla ilgilenebiliyor olmaları, şüphesiz Allâh’ın rahmetinin anne yüreğindeki bir tezahürüdür. Yine bu rahmet sebebiyledir ki, kendisine ihsan edilen evlâda canı pahasına sahip çıkacak yüreği ve gücü vardır anne ve babanın...

Nuh Peygamber’in isyankâr oğluna bir hitâbı var ki, kocaman bir pedagoji kitabı yazdırır: “Yavrucuğum!” İsyanda dahî olsa evlâda merhamet, sevgi tükenmiyor, tükenemiyor!

Bu hitaptan üzerimize alacağımız ders; ne olursa olsun şu âyet-i kerîmenin tecellîsi tadında bir üslûbu benimsemenin ne kadar elzem olduğudur:

“…Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile!..” (Âl-i İmrân, 159)

Hayatımızın en kıymetli dönemi olan gençliğimizi âdeta evlât yetiştirmek için vakfediyoruz, tâbiri câizse… Bu eğitim esnasında çocuğun dört bir yanını merhamet, sevgi ve doğru bir üslûpla sarmak çok önemli… Kıymetli bir büyüğüm:

“-Öyle bir zamandayız ki, çocuklarınızı gerekirse sevgi ile şımartın. Zira sokakta sevdiğini iddia edip yoldan saptırmaya hazır bir sürü grup var!” demişti.

İnsan, fıtratı gereği muhabbet ve merhameti hissetmek ister. Bu sebepledir ki, hiçbir anne ya da baba:

“-Ben sevgimi gösteremiyorum!” diye bir bahanenin arkasına sığınma lüksüne sahip değildir. Yani seven, sevdiğine anlayacağı dilden sevgiyi hissettirmeli, göstermeli, duyurmalıdır. Biri için sevgi; küçük bir dokunuştur. Diğerine göre “senin için” diyerek uzatılan bir çiçektir. Bir başkasında, “Üzerini sıkı giyin, üşütme!” tembihinden ibarettir. Kimine göre on dakika da olsa göz göze vakit geçirip her şeyi geride bırakmak... Bazısı da eline verilen bir bardak çayla ısıtır yüreğini...

Anne ve baba, çocuklarını iyi keşfetmeli, doğru iletişim kanalı ile sevginin konforunu yaşatabilmelidir. Çünkü evlât, Rabbin en değerli hediyelerinden biridir kuluna...

İMTİHANLARIN EN ZORU

Evlâtla imtihan, peygamberlerin de mâruz kaldığı zorlu bir imtihandır. Zorludur; çünkü evlât, bazen anne-babanın hayatını öyle bir kaplar ki; kadın ve erkek olmayı, eş olmayı ve bazen evlât olmayı unutturup ikinci plâna atma sebebi olur. Ardından -Allah muhafaza- Rabbini unutturacak derecede kalbe hadsizce yerleşen bir kişi olur da başlı başına bir imtihan sebebine dönüşür. Verenin, ikram edenin hatırına “evlâda emanetçi” olduğumuzu yüreğimizde diri tutmaya ihtiyacımız var.

Her nimetin elbet bir imtihanı vardır. Annelik ya da babalık ikram edildikten sonra yürekleri bir âyetin telâşı sarar alev alev:

“Ey îman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (et-Tahrîm, 6)

Artık sadece kendi nefsini haramlardan muhafaza etmekle sorumlu değildir anne-baba... Yavrusunu da hayra giden yola sevk etmeye çabalayan, onu hatadan koruma endişesiyle kıvranan biri vardır artık... Ve neticeden değil, yapması gerekenden mes’uldür. Evlâda “hatırlatıcı” olmakla mükelleftir.

EVLAT İMTİHANI

Dînin gerekleri konusunda pek çok anne-baba evlâtla mücadele hâlinde… Bakınız altını çiziyorum; “mücadele”... Oysa din güzel ahlâktır ve kaba-katı yürekli olmanın ziyanı, âyette bildirilmiştir. Mücadele yerine sevdirmektir asıl olan…

Ebeveynin sert ve baskıcı tavrı, çocuğun, o şahıs nezdinde dine, belli bir siyasî görüşe düşman olmasına sebep oluyor. Baba, bütün öfkesiyle çocuğunu azarladıktan sonra, belki huzur bulmak belki de sığınmak/rahatlamak niyetiyle namaza duruyor. Fakat çocuğun kalbinde ve zihninde:

“-Böyle müslümanlık mı olur? Onun kıldığı namazdan ne hayır gelir? Önce insan olsun!” diye ardı sıra isyan cümleleri yükseliyor sessizce...

Şahsın hatası ile fatura dîne çıkarılıyor. Netice:

“-Namaz kılmıyorum, ama ben iyi insanım!” deme cesaretini gösterecek bir nesil ortaya çıkıyor. Nefis-şeytan ortaklığında sinsi bir oyunun tam ortasına düşüyor canım evlât, farkında olamadan!

Bir hanımefendi, seminer sırasında:

“-Hocam, namazı hatırlatıyoruz, örnek de olmaya çalışıyoruz. Fakat «Yakacaksa beni yakacak, rahat bırakın beni!» dedi evlâdım. Ne yapmalıyım?” dedi endişeyle…

Aman yâ Rabbi! Cehennem ateşi öylesine basit bir ateş mi ki, bu evlât pervâsızca, Allah’tan ar etmeden bu cümleyi kurabilmişti? Elimiz bir an fırına, ütüye, tencereye değse acımızdan ne yapacağımızı şaşırıyoruz. İşte evlât böyle bir imtihan oluyor bazen ailelere... Allâh’ım, bütün evlâtların yolunu, yönünü, kalbini kendine döndürsün, inşâallah. Ne denir, böyle bir durumda?

“-Güzellikle hatırlatmaktan, güzel örnek olmaktan ve sevginizi göstermekten geri durmayın. Lokman Sûresi’ni okuyun bol bol yavruya… Duâ ile Rabbimize teslim edin. Sahibi O, siz sadece emanetçisisiniz!” dedim.

Tabiî, ümmetin evlâtlarına, kendi evlâtlarımıza nasıl duâ ediyorsak öyle duâ etmek, hepimizin en güçlü yanı... Zira temiz ağızla edilen duâdır; mü’minin mü’mine duâsı… Gıyâpta edilen böyle duâlara melekler de “Âmin!” diye mukâbele eder, buyrulur hadiste... [i]

Hucurat Sûresi ve Lokman Sûresi; Kur’ân’ın zarafet dersi tadında...

Dr. Emoto’nun su araştırmasını bilirsiniz. Bir barajdan aldığı sulara iyi ve kötü içerikli farklı farklı cümleler kuruyor. Belli bir süre sonra su kristallerini inceliyor. İyi kelimelerin söylendiği suyun kristalleri güzel bir şekil alıyor, kokusu güzelleşiyor ve berraklığı artıyor. Kötü söze mâruz kalan ise, daha bulanık ve ağır kokulu... İnsan bedeninin yaklaşık %70’inin su olduğunu düşündüğümüzde kendisine Kur’ân âyetleri okunan bir kimsenin bundan etkilenmemesi mümkün değildir.

Firavun’a bile “leyyin” yani yumuşak sözle yaklaşmayı tavsiye ediyor Rabbimiz… Peki, emanet olan evlâtlar neler duyuyor bizden?

Varlığı başka bir imtihan, yokluğu başka bir imtihan evlâdın... Var olan, türlü tehlikelerin arasında bir inci saflığında korumaya çabalıyor evlâdını… Çakıl taşı ile tanıştı ise:

“-Ona göre değilsin sen yavrum!” demenin onlarca yolunu bulma derdi ile yorgun düşüyor ana-babalar…

Ve tabi fıtratta var olan bu annelik ve babalık duygusu, insanın bazen imtihan sebebi oluyor. Tıbbî bir problemleri olmadığı hâlde evlât sahibi olamayan tanıdıklarınız olmuştur elbet... Zor olsa da:

“-Allah bize bir evlât vermeyi murâd etmemiş. Her şeyin sahibi O; dilerse verir, dilerse mahrum bırakır!” demeyi başaran, teslîmiyet sahibi aile çok az...

Tabi, öncelikle kulluk gücünü ve tedavi yöntemini araması şartı ile... Bununla birlikte hatırlamak gerekir ki;

Sun’î aşılama veya tüp bebek uygulaması, tıbbî bir tedavi usûlü olup, yalnız karı-koca arasında olmak şartıyla câizdir. Ancak bazı uygulamalarda erkeğin haram görüntülere mâruz bırakılması ve dînin sınırları dışında kalan bazı hâller, iyi niyetle çıkılan yolun kirlenmesine sebep oluyor.

Pek çok ailenin dağılmasına, çevre baskısına mâruz kalmasına sebep olan çocuksuzluğu kabullenmek elbette ki zor... Çünkü evliliğin bir gayesi de neslin devamını sağlamaktır. Bununla birlikte olanda da, olmayanda da hayır vardır.

Tedavi sürecinde şüpheli durumlar var ise;

“Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde ve işte) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar.”  (Tirmizî, Kıyâmet, 60) hadîsini hatırda tutmalı…

Allâh’ın hudutlarının dışına taşarak, hayır beklemek akla sığmaz. En çok hadis rivâyet eden (muksirûn) sahâbîlerden Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz de çocuk sahibi olamamış, ama Ümmet-i Muhammed’in ilim kaynağı “Vâlidesi” olmuştur.

Toplumumuzda evlâtlara, “yaşlanınca yalnız kalma” kaygısı ya da “ileride bana bakar” düşüncesiyle yaklaşılıyor. Oysa en güzel duâ ile Allâh’a sığınmalı:

“Allâh’ım, bizi kendinden başka kimseye muhtaç etme. Son nefese kadar îman, sağlık, akıl ve âfiyet nimetini üzerimizde dâim eyle!” Âmîn.

Evlâtlardan veya akrabalardan bir şey beklemek yerine, kendi ektiğimizi bulmayı düşünmeliyiz. Zira Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Herhangi bir genç, yaşlılığından dolayı bir ihtiyara hürmet eder ise, yüce Allah da yaşlandığında ona hürmet edecek kimseler halkeder.” (Ebû Dâvud, Edeb, 58)

Bu hadîs-i şerîf, bir mânâda; “Evlât sahibi olamasanız da siz yaşlılara hizmette kusur etmezseniz, Allah kulunu darda, zorda bırakmaz!” demektir.

Çocuğu olmayana eksik, kusurlu gibi yakıştırmalar yapmak; îman ve ahlak zayıflığından başka bir şey olmasa gerek!.. Bu durum, Allâh’ın muradına ve kararına hadsizce karışmak demektir.

Allah tarafından kendisine evlât emanet edilenler, iyi birer örnek olmakla; evlât yokluğu ile imtihan olanlar da Allâh’a tam bir tevekkül ve teslîmiyetle bağlanmak sûretiyle sıkıntılarına ferah kapısı bulacaktır, şüphesiz…

“Âhir zamanda sizin en iyiniz, çoluk çocuğu olmayandır.”[ii] mânâsında bir hadis vardır.  Hadiste geçen “hafîfü’l-haz” ifadesi, kıyamet gününde “hesabı kolay olacak kimse demektir. Ancak bu rivayetin zayıf bir hadis olduğu söylenmiştir.

Belki bu tür ifadeler, evlendiği hâlde ebeveyn olamayan kimseleri bir nebze rahatlatmak için tekrar edilip durmaktadır. Oysa Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- evliliği ve çocuk sahibi olmayı teşvik etmiştir:

“Evleniniz, (çoğalınız), çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 1)

İşin özü; verilene de verilmeyene de rızâ hâlinde bulunup, kulluk edebiyle yaşama çabası göstermektir.

Allâh’ım, bizleri sâliha anne/sâlih baba olacak îman, ihlâs ve takvâya erdir. Emanet ettiğin evlâtları, dîn-i İslâm’a hâdim olan, yüz akı nesillerden eyle. Evlât ikram etmediklerini de Cennet’inde bu teessürlerini unutturacak güzelliklerle nimetlendir. Âmîn.

Dipnotlar:

[i] Bkz. Müslim, Zikir, 86. [ii] Bkz. Ahmed, Müsned, V, 252; Tirmizî, Zühd, 35.

Kaynak: Ayşenur Sever, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452

İslam ve İhsan

EVLAT İMTİHANI

Evlat İmtihanı

PEYGAMBER EFENDİMİZ NASIL BİR BABAYDI?

Peygamber Efendimiz Nasıl Bir Babaydı?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.