Müslümanın Sosyal Medya İle İmtihanı

Günümüzde sosyal medya mârifetiyle gönüllere huzur ve inşirah veren güzelliklerin çok hızlı yayılmasına mukâbil, maalesef kalpleri allak bullak eden çirkinliklerin de hızlı bir şekilde yayıldığını görüyoruz. Hattâ bunlar, çoğunlukla güzel husûsiyetleri bile gölgede bırakıyor. Bunlar karşısında mü’min, nasıl bir hassâsiyet sergilemelidir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi cevaplıyor...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde bir mü’mini şöyle târif buyuruyorlar:

“Mü’min, bal arısına benzer. Temiz olanı yer (helâl yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (Hakk’ın rızâsına uygun işler yapar), temiz yerlere konar (sâlih ve sâdık kişilerle görüşür) ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed, II, 199; Hâkim, Müstedrek, I, 110 [1/76])

“Mü’min, güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.” (Taberânî, el-Muʻcemü’l-Kebîr, XII, 319)

“Kim bir iyilik yaptığında seviniyor, bir yanlışlık yaptığında üzülüyorsa o mü’mindir.” (İbni Hanbel, IV, 399)

“Mü’min, insanları karalayan, lânet eden, kaba, kötü sözlü ve hayâsız biri değildir.” (Tirmizî, Birr, 48)

Bu hadîs-i şerîfler ışığında bakınca görüyoruz ki, kâmil bir mü’min, bütün güzellikleri kendinde cem etmiş, bu sebeple etrafına dâimâ İslâm’ın güzel ahlâkını, nezâketini, zarâfetini, huzûrunu ve güler yüzünü aksettiren bir şahsiyettir. Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beyânıyla;

“Mü’min; dilinden ve elinden insanların emniyette olduğu kimsedir.” (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikāk 26; Müslim, Îmân 64, 65)

Bu sebeple de ondan, gönül incitecek ve kalp kıracak ne kötü bir söz sâdır olabilir, ne de çirkin bir davranış…

MÜMİN HAYRIN VE HAKİKATİN YAYILMASINA GAYRET GÖSTERİR

Mü’min, dâimâ hayrın ve hakîkatin yayılması, daha çok insana ulaşması için gayret gösterir. Buna mukâbil, kötü söz ve ahlâkın, çirkin vasıfların temiz yüreklere sirâyet etmesinin de önüne geçmekle kendini mükellef addeder.

Nitekim, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir mü’minin, menfîliklere karşı nasıl bir tavır takınması gerektiğini şöyle haber veriyor:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin. Şayet eliyle düzeltmeye gücü yetmezse, diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin, ki bu, îmânın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Bugün pek çok kimse, sosyal medyada gördüğü bir resmi, videoyu veya sözü, hakîkatini araştırmadan, doğru olup olmadığını kesinleştirmeden ve gönüllerde nasıl bir tesir uyandıracağını hiç düşünmeden pervâsızca paylaşabiliyor. Veya bunu uluorta anlatabiliyor. Fakat Efendimiz’in şu îkâzını hiç unutmamak gerekiyor:

“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime, 5)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi, ya hayır söylesin yahut sussun!” (Buhârî, Edeb 31, 85, Rikāk 23)

ÖNCE KENDİ KUSURLARIMIZ

Bir de günümüzde insanların, kendi kusurlarına odaklanıp hâlini ıslâha çalışmak yerine, maalesef diğer insanlarda kusur arama yarışına girdiklerini görüyoruz. Hâlbuki Rabbimiz, mü’minlerin birbirlerine karşı kardeşlik ve muhabbet duygularını zedeleyen; gıybet, dedikodu, istihzâ/alay, istihkar/küçük görme, tecessüs/ayıp ve kusur araştırma, sû-i zan/kötü zan ve şüphe duyma gibi çirkin vasıfları haram kılmıştır. Böyle kötü ahlâka bulaşanları da Kur’ân-ı Kerîm’de şiddetle îkaz buyurmaktadır:

“…Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin (dedikodu yapmasın); hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz (değil mi?)…” (el-Hucurât, 12)

“İnsanları arkadan çekiştirip kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin ve mal toplayıp onu tekrar tekrar sayanların vay hâline!” (el-Hümeze, 1-2)

İslâm, bu nevî çirkin huylardan sakındırmak için, mü’min gönüllerin, affedici ve kabahat örtücü olmalarını teşvik ediyor. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyâmet gününde Allah da onun ayıbını örter.” (Müslim, Birr, 72)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hatâ ve kusur işleyenleri dahî rencide etmeden, gayet zarif ve nâzik bir üslûp ile îkaz ederdi. Muhâtaplarının hatâlarını onlara yakıştıramadığını hissettirmek maksadıyla, kendisine âdeta galat-ı ruʼyet (yanlış görme) izâfe eder ve;

“Bana ne oluyor ki sizleri böyle görüyorum.” buyururdu. (Bkz. Buhârî, Menâkıb 25, Eymân 3; Müslim, Salât, 119)

Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in ifadesiyle, kendisine birisinden hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor.” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar.” buyururdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

ÖNCE KENDİ AYIBINI GÖR

Mevlânâ Hazretleri, insanların kendilerindeki kusur ve eksiklikleri görmeyip başkaları hakkında ileri-geri konuşmalarının ne kadar garip bir davranış olduğunu, bir hikâye ile ne güzel îzah ediyor:

“Dört Hintli müslüman bir mescide girdiler, ibadet etmek için rukûa vardılar, secde ettiler. Her biri niyet etti, tekbir getirdi. Kendi noksanlarının, hatâlarının idrâki içinde, hulûs-i kalp ile candan yakararak namaza başladılar. Bu sırada mescidin müezzini geldi.

Namaz kılan Hintlilerden biri, kendisinin namazda olduğunu unutarak;

«–Ey müezzin! Ezanı okudun mu? Yoksa daha vakit var mı?» dedi.

Öbür Hintli de namaz içinde olduğu hâlde:

«–Sus be kardeşim; söz söyledin, namazın bozuldu!» diye söylendi.

Üçüncü Hintli, ikincisine:

«–Amca! Ona ne kusur buluyorsun? Sen de söz söyledin; sen kendine bak; öğüdü kendine ver!» dedi.

Dördüncüsü:

«–Allâh’a hamdolsun ki, üçünüz gibi ben kuyuya düşmedim, yani ben konuşarak namazımı bozmadım.» dedi.

Böylece dördünün de namazı bozuldu. Şunun bunun ayıbını görüp söyleyenler, ayıbı olanlardan daha çok yol kaybederler, yanlış yollara düşerler. Kendi ayıbını gören can, ne mutlu bir candır. Bir kimse birinin ayıbını görse, onu kendi satın almış gibi olur. Çünkü insanın yarısı, yani nefsi ve maddî yönü, ayıplık ve kusur âlemi olan bu dünyadadır. Öbür yarısı, yani rûhânî ve mânevî yönü ise, gayb âlemindedir.

Mâdemki senin başında nefsânî huylardan ve hayvanî ahlâktan birçok mânevî hastalık var, o hâlde merhemini kendi başına sürmen gerekir.

Kendi kusurlarını görmek ve kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilacıdır. (Nitekim ârif zâtlar; «Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz!» demişlerdir.) Bir mü’minde gördüğün kusur ve ayıp sende yok ise, emîn olma, kendine çok güvenme! Olabilir ki, o ayıbı sen de işleyebilirsin; senden de o ayıp halka yayılabilir.”

Velhâsıl mü’min; medya ve internette kendi fazîlet ve takvâsını arttıracak mecrâları takip etmeli. Gönül dünyasını karartan, kalbe gaflet ve kasvet veren yayınlardan titizlikle sakınmalı. Kimliği meçhul kaynaklardan yayılan ifsâd edici beyanlara aslâ îtibar etmemeli.

Zira günümüzde, yapay zekâ marifetiyle, -maalesef- istedikleri kişinin konuşmalarını hece hece kesip kopyalayarak, iftiraya sebebiyet verecek mâhiyette bir araya getirebiliyorlar. Böylece, hiç sarf edilmemiş sözleri, sanki söylenmiş gibi gösterip, garazkârâne bir tutumla yayabiliyorlar. Bu durum, pek çok sahtekârlık, dolandırıcılık ve sûistimallere de zemin hazırlıyor.

Dolayısıyla din kardeşlerimiz, sosyal medyada karşılaştıkları her paylaşıma hemen inanmamalı, onları dâimâ îman firâsetiyle, âdeta bir hakikat eleğinden geçirmeli. Zira Cenâb-ı Hakk’ın şu tâlimatı, bilhassa günümüzde çok daha büyük bir ehemmiyet arz ediyor:

“Ey îmân edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (el-Hucurât, 6)

Cenâb-ı Hak cümlemizi, elinden, dilinden ve gönlünden ümmet-i Muhammed’in istifâde ettiği sâlih kullarından eylesin! Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Eylül 2023 Sayısı

İslam ve İhsan

SOSYAL MEDYADA NEYİZ?

Sosyal Medyada Neyiz?

SOSYAL MEDYA TERBİYESİ

Sosyal Medya Terbiyesi

SOSYAL MEDYA DİNDARLIĞI

Sosyal Medya Dindarlığı

SOSYAL MEDYA HAYIR MI ŞER Mİ?

Sosyal Medya Hayır mı Şer mi?

SOSYAL MEDYADA ROL MODELİNİZ KİM?

Sosyal Medyada Rol Modeliniz Kim?

SOSYAL MEDYA DEPRESYONA SÜRÜKLÜYOR

Sosyal Medya Depresyona Sürüklüyor

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.