Altının, Gümüşün, Para ve Ziynet Eşyasının Zekatı

Altın, gümüş ve paraların zekatı nasıl olur? Altın ve gümüşün nisabı nedir? Ziynet eşyasının zekatı nasıl hesaplanır? Maaş, para, ayarı düşük altın, gümüş ve alacakların zekatı nasıl hesaplanır?

Altın, gümüş ve paraların zekâtı:

1) Altın ve Gümüşte Nisap:

Altının nisabı yirmi miskal, gümüşün nisabı ise iki yüz dirhemdir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak yirmi miskal altına veya iki yüz dirhem gümüşe yahut bunların karşılığı kadar para ya da ticaret malına sahip olan kimse, üzerinden bir yıl da geçmişse zekâtla yükümlü olur. Altın, gümüş ve parada zekât nisbeti kırkta bir, yani yüzde iki buçuktur. Buna göre, yirmi miskal altında yarım miskal, iki yüz dirhem gümüşte ise beş dirhem zekât gerekir. Miskalin sikkeli altın para şekline dinar denir.

Bir miskal, yirmi kırat olup yüz arpa ağırlığında, bir dirhem ise dört kırat olup yirmi arpa ağırlığındadır. Bir kırat = beş arpa = 0,2 gr. dır.

Zekâtta esas olan ölçü şer’î dirhemdir. Günümüz ölçü birimine göre, 1 şer’î dirhem=2,8 gramdır. 200 dirhem x 2,8 = 560 gram olur.

1 miskal = 20 kırat olup, 20 kırat x 0,2 = 4 grama denk olur. Buna göre, 20 miskal x 4 = 80 gram, altının nisabı olur. Bu ölçüye göre, ağırlık bakımından yedi miskal altın, on dirhem gümüşe denk olur. Altın ve gümüş arasındaki bu denklik, piyasada tedavülde bulunan ve standart olmayan, dinar ve dirhemleri bir esasa bağlamak amacıyla Hz. Ömer’in halifeliği sırasında belirlenmiştir.[1]

Şer’î ölçüye göre altının nisabı 80 gram, gümüşün nisabı ise 560 gramdır. Ancak dirhem ağırlığı ülkelerin örfüne göre bazı değişiklikler gösterdiği için, İslâm bilginleri zekâtın, ülkelerin örfî dirhemleri üzerinden verilebileceğine hükmetmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında 20 miskal altın 96 grama; 200 dirhem gümüş de 640 grama denk kabul edilmiştir. Bu örfî ölçüye göre, altında zekâtın nisabı 96 gram, gümüşte ise 640 gram olur.

Altın ve gümüşün nisap miktarları hadis-i şeriflerle sabittir.

Hz. Ali (r.a)’nin naklettiği bir hadiste Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Altında yirmi dinara kadar bir şey yoktur. Senin yirmi dinarın bulunduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman, ondan yarım dinar zekât vermen gerekir”[2] Hz. Ömer’in rivayet ettiği başka bir hadiste, Allah Elçisi: “Yirmi miskalden az altında zekât yoktur” [3] buyurmuştur. Abdullah İbn Ömer ve Hz. Aişe’den şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: “Hz. Peygamber her yirmi dinarda yarım dinar ve kırk dinarda da bir dinar zekât alıyordu.” [4]

Gümüşün nisap miktarıyla ilgili olarak Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)’den rivayet edildiğine göre Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Beş ukiyye’den az gümüşte, beş zevd’den az devede ve beş vesk’ten az hububatta zekât yoktur.” [5] Beş ukiyye’nin iki yüz dirheme denk olduğu Hz. Ali’nin rivayet ettiği şu hadisle sabittir. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “At ile kölenin zekâtını affettim. Siz her kırk dirhemde bir dirhem zekât verin. 199 dirhemde zekât yoktur. Fakat gümüş 200 dirheme ulaştığında, bundan beş dirhem zekât vermek gerekir.” [6]

İbn Ömer ve Hz. Ali şöyle demişlerdir: “Sahabeden gümüşün nisabının 200 dirhem olduğuna karşı çıkan olmamıştır.”[7]

Ebû Hanîfe’ye göre, altın ve gümüş, nisap miktarını aşarsa, yirmi miskalden fazla altın, dört miskale ve iki yüz dirhem gümüşten fazla olan miktar kırk dirheme ulaşmadıkça bu fazlalık için ayrıca zekât gerekmez. Ancak bu fazlalık ile birlikte başka bir ticaret malı bulunursa, bunlar birbirine eklenerek hesaplanır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Gümüşün zekâtını kırk dirhemde bir dirhem olarak ödeyin.” [8] Fakat altın ile gümüşten nisabın üstündeki miktar kıymet olarak dört miskale veya kırk dirheme eşit olursa, bu fazlalıktan da zekât gerekir.

Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve Hanefîler dışındaki çoğunluk fakihlere göre ise, iki yüz dirhemden fazla gümüşün veya yirmi miskali aşan altının zekâtı yüzde hesabı ile verilir. Bu fazlalık az da olsa yüzde iki buçuk zekât gerekir. Delil şu hadistir: “Her kırk dirhemde bir dirhem zekât verin. İki yüze tamamlanıncaya kadar size birşey vermek gerekmez. Miktar iki yüz dirhem olunca beş dirhem zekât vermek gerekir. Fazlası artık bu hesaba göre zekâta tabidir.” [9]

Mesela; bir kimsenin iki yüz otuz dokuz dirhem gümüşü bulunsa, Ebû Hanîfe’ye göre, yalnız iki yüz dirhem için beş dirhem zekât verilir. Geri kalan otuz dokuz dirhem için zekât gerekmez. Bu küsurlar kırka ulaşmadıkça zekâttan muaftır. Diğer imamlara göre ise, nisap miktarını aşınca bütünü üzerinden kırkta bir zekât uygulanır. Yine bir kimsenin yalnız iki yüz yetmiş dirhem gümüşü bulunsa, Ebû Hanîfe’ye göre iki yüz kırk dirhem için altı dirhem zekât vermesi gerekir. Geri kalan otuz dirhem zekâttan muaftır. Diğer imamlara göre bunun için de zekât gerekir.

Altın cinsinde de nisaptan sonraki dörder dinarlık fazlalıklar için bu prensip uygulanır.[10]

Altın ile gümüşün nisap miktarına ulaşıp ulaşmadığını belirlemek için kıymetlerine değil, ağırlıklarına bakılır. Bunda görüş birliği vardır.

Buna göre, altından yapılmış bir vazonun ağırlığı nisaptan az, mesela, on sekiz miskal olduğu halde kıymeti, kendisinde bulunan sanat değeri dolayısıyla yirmi beş miskal altına denk bulunsa ittifakla zekâta tabi olmaz. Ancak bununla birlikte zekâta tabi başka bir mal bulunup da toplamının nisaba ulaşması durumu müstesnadır.

Kendilerinde riba cereyan etmeyen, yani ölçü veya tartı ile alınıp satılmayan kıyemî mallardan zekât verilmesinde kıymetlerine bakılır, vezin veya sayılarına bakılmaz. Buna göre, orta büyüklükte iki koyun zekât yükümlülüğü bulunan kimse, bunların kıymetlerini para olarak verebileceği gibi, bu ikisinin kıymetine denk iyi bir koyun da vererek zekâtını ödeyebilir. Çünkü koyunlar kıyemî olup, bunlardan birinin yerine başkasını vermekte riba söz konusu olmaz.

Fakat riba cereyan eden mislî (standart) malların kendi cinsinden verilecek zekâtında miktarlara uyulması gerekir. Meselâ; zekât olarak verilmesi gereken beş kile adi buğday yerine dört kile kaliteli buğday verilemez. Yine iki miskal altın yerine, san’at değerinden dolayı buna denk olan bir miskal altın verilemez. Çünkü bu durumlarda faiz söz konusu olur. Bu görüş Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e aittir. İmam Züfer’e göre ise verilebilir. Çünkü kıymetleri eşittir. Faiz ise Allah ile kulu arasında bulunamaz.

2) Zînet Eşyasının Zekâtı:

Altın veya gümüşten yapılmış süs takımları, tablo, kap, kaşık, çatal ve benzerleri için nisap miktarına ulaşınca zekât gerekir. Çünkü altın ile gümüş büyüyen mallar olup, bunlar yaratılış olarak ticaret için hazırlanmıştır. Ayrıca bunların özünde satış bedeli olma (semen) niteliği vardır. Bu yüzden ister külçe, ister döküm, isterse insanlar için süs eşyası olarak elde bulunsun, sahibi bunların zekâtını vermekle yükümlü bulunur.

Zînet altınlara zekâtın gerekli oluşu şu hadise dayanır: Amr İbn Şuayb babası yolu ile dedesinden şunu nakletmiştir:

“Yemen’li bir kadın kızı ile birlikte Hz. Peygamber’in yanına geldi, kızının kolunda iki tane altın bilezik vardı. Hz. Peygamber ile bu kadın arasında şu konuşma geçti:

Allah’ın Elçisi sordu:

- Bunların zekâtını veriyor musun?

- Hayır.

- Kıyamet gününde Yüce Allah’ın bu iki bileziği senin koluna ateşten bilezik olarak takmasını ister misin?

Bunun üzerine kadın, bilezikleri kızının kolundan çıkarıp Allah Elçisi’nin önüne bıraktı ve şöyle dedi: “Bilezikler Allah ve Rasûlü’ne aittir.”[11]

Hanefîlere göre altın ve gümüşten yapılan süs eşyaları zekâta tâbidir. Meselâ altın ve gümüşten yapılmış bilezik, kolye, gerdanlık, bileklik, küpe gibi kadın süs eşyası nisaba ulaşır ve üzerinden de bir yıl geçmiş bulunursa, o günkü altın veya gümüş fiyatları ile değeri bulunur ve kırkta bir zekât verilir.

İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel’e göre ise mübah olan kadın süs eşyası zekâta tâbi değildir. Ancak Şâfiîlere göre, kadın süs eşyasında israfa kaçarsa, meselâ 200 miskal (yaklaşık 800 gr. altın) ağırlığında süs eşyası bulundurursa zekâtını vermesi gerekir.[12]

Abdullah İbn Ömer’in kızlarına ve cariyelerine taktığı zînet eşyasından zekât vermediği rivayet edilmiştir.[13] Ancak ticaret veya ihtiyaç zamanı için elde tutulan zînet eşyasına ise zekât gerekir. Burada kıymet değil ağırlık esas alınır.[14]

Kadınlara ait süs eşyasına zekâtın gerekip gerekmediği konusunda görüş ayrılığına düşen mezhep imamları, aşağıdaki iki konuda görüş birliği içindedir:

a) Altın ve gümüş dışında yakut, inci, zümrüt, elmas gibi değerli madenlerden yapılmış bütün süs eşyaları zekâta tâbi değildir.

b) Erkekler tarafından kullanılan veya dince kullanılması caiz görülmeyen altın-gümüş bütün süs eşyası zekâta tâbidir.[15]

Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf’a göre, altın ve gümüşten yapılan zînet eşyasına veya ibrik, tablo, kaşık, çatal gibi ev eşyasına nisap miktarına ulaşınca kendi cinslerinden zekât verilecekse sanat değerlerine bakılmaksızın tartıları esas alınır. İmam Züfer’e göre kıymetlerine, İmam Muhammed’e göre ise yoksulun lehine olana itibar edilir.

Fakat bu zekât kendi cinslerinden olmayan bir mal ile ödenecekse bu takdirde tartılarına değil, kıymetlerine göre işlem yapılır.

3) Nisap Tamamlama:

Altın, gümüş, para ve ticaret malları nisap tamamlamada biri diğerine eklenir. Buna göre, bir kimsenin bir miktar altın ile gümüşü, bir miktar da ticaret malı bulunsa, bunların toplamının kıymeti bir nisap miktarına, mesela 80 gram altına denk olsa, kırkta bir nispetinde zekât gerekir.

Ebû Hanîfe’ye göre, nisapların birbirini tamamlaması kıymet, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise cüz bakımından olur.

Buna göre, bir kimsenin meselâ; yüz dirhem gümüş ile yüz dirhem gümüş kıymetinde on miskal altını bulunsa, bunun için ittifakla beş dirhem miktarı zekât gerekir. Fakat yüz dirhem gümüşle, yüz dirhem gümüş kıymetinde beş miskal altını veya elli dirhem gümüş ile yüz elli dirhem gümüş kıymetinde on miskal altını bulunsa Ebû Hanîfe’ye göre beş dirhem miktarı zekât gerekirse de, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, cüz bakımından nisaplar tamamlanmadığı için zekât gerekmez. Diğer yandan yüz elli dirhem gümüş ile elli dirhem kıymetinde beş miskal altın bulunsa yine ittifakla beş dirhem zekât gerekir. Çünkü kıymetleri tam gümüş nisabına denktir. Ayrıca birinin nisabı dörtte üç, diğerinin nisabı da dörtte bir nispetinde bulunmakla, tamamı bir nisaba denk olmuş olur.

İmam Şâfiî’ye göre altın ile gümüş nisap tamamlamak için birbirine eklenemez. Çünkü cinsleri farklıdır. Belki her birinde ayrıca nisabın tam olması aranır.

4) Ayarı Düşük Altın ve Gümüşün Zekâtı:

Değeri düşük bir madenle karışık bulunan altın veya gümüşe “mağşûş” denir. Altının gümüşle veya gümüşün bakırla karıştırılması gibi.

Altın ve gümüş başka bir madenle karışık bulununca, altını çoksa altın, gümüşü çoksa gümüş hükmünde olur. Eğer karışık maden yarıdan fazla ise altın veya gümüş kısmı nisap miktarına ulaşırsa veya ulaşmadığı takdirde başka parası yahut ticaret malı bulunursa, ona göre zekâtı hesap edilerek verilir. Bunlar ticaret mallarından ise diğer maden kısmı da ayrıca dikkate alınır. Bunların altın veya gümüş kısmı nisap miktarına ulaşmazsa tamamı ticaret malı hükmünde olur.

Altın ile gümüş rayiç para niteliğinde olmamak üzere karışık bir halde bulunursa bakılır. Eğer altın kendi başına nisap miktarında ise veya ikisi bir nisap miktarında olup altın gümüşe tartı veya kıymetçe galip veya eşit ise hepsi altın sayılır, ona göre zekât gerekir. Fakat altın nisap miktarında olmayıp kendisine gümüş galip ise hepsi de gümüş sayılır.

Mesela; altın ve gümüş karışımı bir tabloda altın yirmi miskal, gümüş üç yüz dirhem olsa hepsi altın sayılır. Yine altın on miskal olduğu halde, üç yüz dirhem olan gümüş kısmından kıymetli bulunsa yine hepsi altın sayılır. Fakat altın yine on miskal olduğu halde gümüş kısmı üç yüz dirhem kadar olup kıymetçe on miskal altından yüksek bulunsa hepsi gümüş sayılır.

Tedâvülde bulunan mağşûş paraların altınları veya gümüşleri, karışık maddelerden fazla veya eşit durumda ise, altın veya gümüş gibi zekâta tabi olurlar. Eğer altın veya gümüşü yarıdan azsa, ticaret malları hükmünde olup yıl sonundaki kıymetlerine göre zekâtları verilir. Bunlarda ticaret niyeti aranmaz. Çünkü nakit para yerindedirler.

Altın ile gümüş karışımı rayiç para, akçe veya ticaret malı kabilinden olmayınca tartıları esas alınır, bunlar nisap miktarına ulaşırsa veya ulaşmadığı halde zekâta tabi başka bir mal ile birlikte bulunursa ona göre zekâtları hesaplanır.

5) Kâğıt Paraların Zekâtı:

Kâğıt paralarla madenî paralar, altın ve gümüş paralar yerine mal mübadelelerinde kullanılan paralardır. Bu paralar, tedavüldeki paralara karşılık merkez bankasında stok edilen veya stok edilmesi gereken külçe altınlar karşılığında çıkarılan banka havalesi niteliğindedir. Kâğıt paranın çıkışı ve yayılması 17. yüzyılda Avrupa’da altın karşılığı temsîlî para şeklinde olmuştur. Altın paranın basılması, taşınması ve korunmasındaki güçlüklere karşılık kâğıt para çok düşük maliyetle büyük miktarda satın alma gücü kazandıran kolay taşınıp, korunabilen bir para türüdür.

Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında da bir altın lira (7 gram) yüz kuruş itibar edilerek 19. yüzyıl ortalarında “kâime-i mu’tebere-i Osmaniyye” adıyla ilk kağıt para basılmıştır.[16]

Kısaca bu kağıt paraların, altın ve gümüş gibi bunların yerine ve bunları temsil etmek üzere mal mübadelesinde satış bedeli olarak kullanılması örf haline gelmiştir. Ancak 20. yüzyıl ortalarından sonra kağıt paranın altına olan bağlılığı giderek azalmış, bazı ülkeler merkez bankalarındaki karşılık olan altınları gereksiz stok sayarak serbest bırakmış, böylece kağıt paranın satın alma gücünü devletin ekonomik gücünden aldığı esası kabul edilmiştir.

Ancak kağıt paraların istenildiği an altın ve gümüşe çevrilmesi mümkündür. Bu yüzden de bunlar itibari olarak karşılığı bulunan para sayılırlar. Bunlar eşyanın günümüzdeki karşılığı olan satış bedeli (semen) olmuşlardır. Bunun için nisap miktarına ulaşınca kağıt paralara da altın ve gümüşte olduğu gibi kırkta bir oranında zekât gerekir. Fakihlerin çoğunluğunun görüşü budur.

Kağıt paranın nisabını belirlemede, ticaret eşyasında olduğu gibi yoksulun yararına olan, gümüş nisabının ölçü alınması bir çok fakih tarafından öne sürülmüşse de, bu konuda altın nisabının, esas alınması daha uygundur. Çünkü gümüş tarihi süreç içinde önemli ölçüde değer kaybına uğrarken, altın günümüzde ülkeler arası döviz gücünü korumuştur. Hz. Peygamber döneminde, altının ağırlık birimi olan miskal, Mekkelilerin paralarının esası idi. Her ülkedeki kuyumcular altının fiyatını kendi bölgesel paraları ile belirlemektedirler. Bu duruma göre, aslî ihtiyaçları ve borcu dışında 80 gram altın karşılığından fazla kağıt paraya sahip olan kimse, üzerinden bir yıl da geçmiş olunca kırkta bir zekâtla yükümlü olur.[17]

Diğer yandan kâğıt para sisteminin altın yerine temsîlî para döneminde olduğu gibi daha açık standart bir karşılığa bağlanması ve bu karşılıkla ilgili hükümlerin temsîlî parayı da kapsamına alması esas olmalıdır. Çünkü kendi maliyeti çok düşük ve önemsiz olan kağıt paranın satın alma gücü, temsil ettiği karşılıklara göre ortaya çıkmaktadır. Altın ve gümüş para gerçek değeri ile tedavülde bulunur. Faiz yasağı sebebiyle bu tür paralarla kendi cinslerinden olan külçe, zînet ve benzeri altın ve gümüş stokları arasında bir satın alma gücü farkı meydana gelemez. Buna göre, faiz yasağı altın veya altına endeksli parayı enflasyona karşı korur.[18]

Kağıt para, gerçek karşılığı olan altınla bağlantısı kesilince itibârî değerle dolaşan bir para türü olmuştur. Nitekim Emevîler devrinden itibaren yaygınlaşan ve fels adı verilen madeni paralar itibarî paralardır. Bunlar bakır, nikel, kalay karışımı paralar olup, altın veya gümüşü, içindeki karışımından az olan paralar da bu niteliktedir. Bu çeşit paraların zekâtı da kendi cinslerinden veya yıl sonundaki kıymetleri üzerinden kırkta bir olarak verilir.

Satış bedeli olarak kullanılabilen ekonomik değerlerin zekât dışı tutulması yoksulları zekât nimetinden mahrum eder ve servet sahiplerinin mal varlığını bu tür kağıt ve madeni paraya çevirerek zekât gibi önemli bir ibadetin sevabından nasipsiz kalmasına yol açabilir. Bunun sonunda, zekâttan beklenen amaç gerçekleşemez.

6) Maaş, Ücret ve Serbest Meslek Kazançlarının Zekâtı:

Bir hizmet karşılığında çalışan kimseye verilen aylık ücrete “maaş”, emeğin ve hizmetin fiyatına da “ücret” denir. Serbest meslek kazançları da avukat, muhasebeci, mâlî müşavir gibi geçici veya sürekli olarak her türlü serbest meslek faaliyetlerinden doğan kazançlardır.

Memur maaşları, işçi ücretleri, doktor, mühendis, avukat, terzi ve berber gibi serbest meslek sahiplerinin kazançlarından, temel ihtiyaçlar ve borçlar düşüldükten sonra, elde kalan nisap miktarını aşar ve üzerinden de bir yıl geçmiş bulunursa % 2.5 zekâta tâbi olur. Ancak bu yükümlünün, onu zengin kılan zekâta tâbi para, altın, gümüş, ticaret malı gibi başka ekonomik değerleri varsa, dönem sonunda, maaş, ücret veya serbest meslek gelirlerinden elde bulunan miktar da bunlara eklenerek, tek zekât matrahı üzerinden hesaplama yapılır.

Hz. Ebû Bekr’in devlet gelirlerinden hak sahiplerine atâ (bütçe fazlası paradan verilen pay) adıyla maaş verirken, yükümlünün, üzerinden bir yıl geçmiş zekâta tâbi malı varsa, bunun zekâtını kaynakta kestiği, Hz. Osman’ın da aynı şekilde uygulamada bulunduğu, Hz. Ali’nin “kişinin kazandığı malın üzerinden bir yıl geçmedikçe, o malda zekât tahakkuk etmez” dediği, Abdullah İbn Mes’ûd’un da aynı şekilde fetva verdiği nakledilmiştir. [19] Ancak Hz. Ali’nin bu sözü, dönem sonunda nisap miktarı mala sahip olanın, yıl sonuna doğru elde ettiği kazancının, bu matraha eklenmeyip, bir yıl daha bekletileceği anlamına gelmez.

7) Alacakların Zekâtı:

Başkalarının zimmetinde olup, nisap miktarına ulaşan nakit para türünden alacaklar, zekâta tabi olup olmama bakımından üçe ayrılır.

a) Kuvvetli alacak: Borç olarak verilen paralar, veresiye satılan ticaret mallarının bedeli olan alacaklar, borçlu borcunu kabul ediyorsa veya borç sağlam belgelerle ispat edilebilecek durumda ise kuvvetli alacaklardır. Bunlar tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara ait zekâtları verilir.

Kuvvetli olan ve üzerinden bir yıl geçmiş bulunan bir alacaktan, zekât nisabının yükümlü en az beşte bir kadar miktarı tahsil edince, bu miktarın zekâtını hemen verir. Bundan az tahsil edilirse, sahibinin zekâta tabi başka bir malı bulunmadığı takdirde zekâtını hemen vermesi gerekmez.

Diğer yandan İmam Muhammed’e göre böyle bir alacak, borçlu tarafından inkâr edilmekte ise, alacaklının ispat edici belgeleri bulunsa bile, tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara ait zekâtı lazım gelmez. Sağlam görülen görüş de budur. Çünkü her belge hakim tarafından geçerli sayılmaz ve herkes dava açma imkânını bulamayabilir.

b) Orta derecede alacaklar: Ev veya dükkân kirası gibi kendisi zekât konusu olmayan bir malın bedeli bu niteliktedir. Bu gibi borçlarda yıllanma süresi kiracının zimmetinde borç meydana geldiği tarihten itibaren başlar ve geçecek yıllar için zekât vermek gerekir. Ancak tam nisap miktarı kadar tahsil edilmedikçe, sahibinin zekâta tabi başka malı bulunmadığı takdirde, zekâtını hemen vermesi gerekmez.

Ebû Hanîfe’den daha sağlam görülen bir rivayete göre, bu tür alacakların geçmiş yıllara ait zekâtları lazım gelmez. Belki nisap miktarı kabzedilip bir yıl geçince veya zekâta tabi başka mal varsa, yıl geçmesi beklenmeksizin buna eklenerek zekâtı verilir.

c) Zayıf alacaklar: Bir mal bedeli olmaksızın başkasının üzerinde olan alacaktır. Mehir, miras, vasiyet, anlaşmalı boşanmada kadından alınacak muhâlea bedeli ve diyet alacağı gibi alacaklar bu niteliktedir. Çünkü mehir, bir mal mübadelesinden doğmuş bir borç değildir. Boşanma bedelinin de bir mal olarak karşılığı yoktur. Vasiyet borcu diyet ve sulh bedelleri ile miras malları da, bir malın karşılığı olan alacaklar değildir. Bu gibi alacaklardan nisap miktarı elde edilip üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât vermek gerekmez.

Alacakların bu şekilde sınıflandırılması Ebû Hanîfe’ye göredir.

Sonuç olarak; bu alacakların her birinden zekât vermek gerekir. Ancak ödeme teslim alma sırasında farz olur. Kuvvetli alacaklarda nisabın beşte biri alınınca, orta ve zayıf alacaklarda ise nisabı tamamlayacak kadar bir miktar alınınca zekât vermek gerekir. Diğer yandan bir bedel karşılığı olmayan zayıf alacaklar yeni bir kazanç elde etme niteliği taşıdığı için bunların üzerinden bir yıl süre geçmesi gerekir. Zekâta tabi başka bir mal bulunması halinde ise bunlar birbirine eklenerek zekâtı verilir.

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, diyet dışındaki tüm alacaklar eşit olup kuvvetli alacak niteliğindedir. Tahsil edilen alacağın üzerinden bir yıl geçmese bile zekâtı verilir. Çünkü borçlunun yanında iken geçen süre alacaklının yanında geçmiş gibidir.[20]

Şâfilere göre, altın, gümüş veya ticaret malının karşılığı olan alacaklar için, elde etmeye güç yetince geçmiş yılların zekâtını vermek de gerekir. Ancak alacak hayvan cinsinden veya hurma, üzüm gibi yiyecek maddeleri kabilinden olursa zekât gerekmez.[21]

Dipnotlar:

[1] İbnü’l-Hümâm, age, I, 519 vd; II, 522; İbn Âbidîn, age, II, 38 vd; Meydânî, Lübâb, I, 148; Şirâzî, a.g,e I, 157 vd; İbn Kudâme, age, III, 1-16; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri. s. 64. [2] bk. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar, 27; Hıyel, 3; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Tirmizî, Zekât, 8, 10; A. b. Hanbel, I, 148, III, 85. [3] Dârekutnî, Sünen, II, 93; Ebû Ubeyd, Emvâl, nr. 1107, 1167. [4] Dârekutnî, Sünen, II, 92; İbnü’l-Hümâm, age, I, 524. [5] Buhârî, Zekât, 4, 32, 38; Müslim, Zekât, 1, 3; Tirmizî, Zekât, 7. [6] Tirmizî, Zekât, 3; Ebû Dâvud, Zekât, 5; İbn Mâce, Zekât, 4; Nesâî, Zekât, 18. [7] Şemsüddin Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr (İbn Kudâme’nin Muğnî’si ile birlikte), Beyrut, 1972, II, 440. [8] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 137. [9] bk. Tirmizî, Zekât, 3; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Zühaylî, age, II, 762. [10] bk. İbnü’l-Hümâm, age, I, 520; İbn Âbidîn, age, II, 42; Meydânî, Lübâb, I, 149; İbn Kudâme, Muğnî, III, 6; Zühaylî, age, II, 762. [11] Nesâî, Zekât, 69; Ebû Dâvud, Sünen, I, 358. Bu hadis zayıftır. [12] Şirbinî, age, I, 390 vd; Şirâzî,age, I, 158 vd. [13] Mâlik, Müdevvene, I, 8, II, 22, 53. [14] İbn Kudâme, age, III, 9-17. [15] Şâfiî, Ümm, II, 36; Kurtubî, Câmi’, II, 136. [16] Paranın tarihçesi için bk. Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, Kâhire, 1298, s. 148; İbnü’l-Hümâm, age, II, 522; K. Miras, Tecrîd-i Sarîh Terc. V, 40; Artuk, “Sikke”, İ.A. X, 622; Feridun Ergin, İktisat, s, 539 vd; Halil Erdem, Meskûkât-ı Osmaniye, İstanbul 1334, I, 3; Hamdi Döndüren,İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, s. 64 vd. [17] Zühaylî age, II, 758; Bilmen , age, s. 349 vd. [18] Standart bir karşılığa endeksli para birimi için, riba cereyan eden mislî mallar esas teşkil edebilir. Bu konuda altı maddenin örnek olarak sayıldığı hadis için bk. Müslim, Müsâkât, 81; Tirmizî, Büyû’, 23; Hamdi Döndüren, age, s. 99, 100. [19] Ebû Ubeyd, Emvâl, nr. 1122, 1125-1129. [20] Kâsânî, age, II, 10; İbn Âbidîn, age, II, 47; Zühaylî, age, II, 768, 769. [21] Şirâzî, age, I, 142.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ZEKATA TABİ OLAN MALLAR

Zekata Tabi Olan Mallar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.