Allah (c.c) Kulunu Kıskanır mı?

Allah (c.c) kulunu kıskanır mı? Allah'ın kıskançlığını nasıl düşünmeliyiz? Hadisi şeriflerde Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu konuda ne buyuruyor? Dr. Murat Kaya anlatıyor...

“Allah kulunu günahlardan kıskanır” ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ kıskanır. Allah’ın kıskanması, mü’min kulunun O’nun haram kıldığı şeyi işlemesi sebebiyledir.” (Buhârî, Nikâh, 107; Müslim, Tevbe, 36. Ayrıca bkz. Tirmizî, Radâ, 14/1168; Ahmed, II, 519, 536, 539)

2- Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“(Kulunu) Allah’tan daha çok kıskanan yoktur. Bu sebeple O, çirkinliklerin açığını da gizlisini de haram kılmıştır…” (Müslim, Tevbe, 33, 32-35. Ayrıca bkz. Buhârî, Tefsîr, 6/7; Tevhîd, 15)

3- Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâla Hazretleri meleklerine şöyle emreder:

«Kulum kötü bir amel yapmak isterse, onu yapmadıkça yazmayın! Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın! Eğer benim rızâmı düşünerek terk ederse bunu onun lehine bir hasene yazın! Kulum iyi bir iş yapmayı arzu ederse, yapmasa bile ona bir hasene yazın! Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar ona sevap yazın!” (Buhârî, Tevhîd, 35; Müslim, Îmân, 203, 205)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Günah, ilâhî emir ve yasaklara muhâlif inanç, söz, fiil ve davranışlar, dinen suç sayılan işlerdir. Resûlullah günahı hadis-i şeriflerinde şöyle tarif eder:

“(Günah) kalbini tırmalayıp duran ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr, 14, 15. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd, 52)

KÖTÜLÜĞÜN KAYNAĞI

Dünyaya imtihan maksadıyla gönderilen insan, hem hayra hem de şerre istidatlı olarak yaratılmıştır. Onun yapısında bulunan kö­tülük meylinin kaynağı nefistir. Çünkü nefis, “devamlı kötülüğü emreden (nefs-i emmâre)”[1] ve kişiyi günaha sevketmek için fısıltılar hâlinde devamlı telkinlerde bulunan[2] dâhilî bir düşmandır.

İnsanı günahlara sevkeden bir başka sâik de, onun ölümsüz bir dünya ha­yatını arzu etmesi ve âhireti pek düşünmemesidir.[3] Kendini bu zehirli duygulara kaptıran insan, âhireti unutarak pervasızca ha­reket eder ve hayvanî isteklerini tatmin edebilmek hırsıyla günahlara kolayca düşüverir.

Ayrıca insanın zayıf yaratılması,[4] mal, mülk ve evlat sevgisiyle dolu olması da onu günahlara sürüklemektedir.[5]

Günahın hâricî sebepleri de vardır. Dünya hayatının câzibe­si,[6] kötü örnek­lerin bol miktarda mevcudiyeti[7] ve sırât-ı müstakîm üzerine oturup insanları Hak yolundan saptırmaya ahdetmiş olan şeytanın aldatması[8] bunlardandır.

İnsan bütün bunlarla mücâdele edebilmek için nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye ameliyesi ile meşgul olmalıdır. Bu sâyede, Allah’tan gâfil olmadan zikir üzere bir hayat yaşamayı öğrenmelidir. Zira bütün günahlar, insan Allah’ı unuttuğu zaman devreye girmeye başlar.

Günahları terk ederek onlardan uzaklaşmak, ilâhî emirleri yapmaktan daha önce gelir. Kalp evvelâ günahlardan temizlenmeli, daha sonra farzları yaparak nûrla doldurulup tezyîn edilmelidir. Çünkü günahlar ve haramlar, dinî duyguları helâk eden zehirler mesâbesindedir. Fakat zâhiren bal gibi görünüp insanlara tatlı gelir. Onlara aldanan insanlar da nihâyetinde mânevî hayatlarını perişân ederler.

Şunu unutmamalıdır ki, her nimet bir külfeti gerekli kılar. Cennet ve Cemâlullah’ı isteyen mü’minler de, nefse tatlı gelen günahlara düşmemek için birtakım külfet ve meşakkatlere katlanmak mecbûriyetindedir. Bu hâl, ilâhî imtihanın bir sırrıdır.

ALLAH KULUNU NEDEN KISKANIR?

Cenâb-ı Hak kullarını çok sevdiği için dâimâ onların hayrını istemekte ve her zaman onlara rahmetiyle muâmele etmektedir. Dolayısıyla Allah, kullarının günah işleyerek imtihanı kaybetmesini ve Yüce Zâtından uzaklaşmasını asla istemez/bundan hoşnut olmaz. Birinci hadisimizde beyan edildiği üzere, kullarını günahtan kıskanır. O yüce kudret, onların nefse, şeytana ve neticede günahlara kapılarak sırat-ı müstakîmden ayrılmasını ve Cennetin yolunu şaşırmasını hiç istemez. Kullarının devamlı kendisine doğru gelerek mânen yükselmesini ve Cennetinden istifâde etmesini arzu eder. Onlara, Yüce Zâtını hiçbir zaman unutmayıp dâimî berâberlik şuuruna ermelerini tavsiye eder. Çünkü insanların bütün kazancı buradadır.

Hadis-i şerifte geçen ve “kıskançlık” diye tercüme ettiğimiz “gayret” kelimesi, Allah’a nisbet edilince, kulunun haram ve gayr-i meşrû söz ve fiiller yapmasına, dalâlet ve şekâvete düşmesine rızâ göstermemesi, ona merhamet ederek doğruluk, hidayet ve saadet üzere olmasını ve Yüce Zâtına yaklaşmasını arzu etmesi mânâlarına gelir. Yoksa, insanlarda olduğu gibi âni ve ölçüsüz tepkilerle kendisini gösteren bir gayret ve kıskançlık Allah hakkında düşünülemez.

Cenâb-ı Hak kulunun kötü duruma düşmesine rızâ göstermeyeceğini şöyle beyan buyurur:

“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne râzı olmaz.” (Zümer 39/7)

Aslında kıskançlık, karı-kocanın muhabbet ve koruma hisleriyle birbirlerini başkalarından sakınmalarını, kızgınlık gösterip sitemde bulunmalarını ifade eder. Cenâb-ı Hak da, kullarını korumak ister ve onların kendisinden uzaklaşmalarından hoşlanmaz. Bu sebeple günahları yasaklar ve günaha kapılan kullarını, bu musîbetten kurtarıp temizlemek için, bazı belâ ve musîbetlerle tedip eder. İşte böyle durumlarda “Gayretullah’a veya gayret-i ilâhiyeye dokundu” denir.

Yüce Rabbimiz, insanların mânevî olarak alçalıp, âhirette perişân olmasına rızâ göstermez. Günahlar ise melekî hisleri hayvânî arzulara teslîm ederek, rûhun mükemmele doğ­ru gelişimine mânî olur ve onu en aşağı seviyeye (esfel-i sâfilîne) doğru sürükler. Netîcede kalbin kararıp sâfiyetini kaybetmesine sebep olur. Bu da en güzel kıvamda ve mükerrem olarak yaratılan insanın tükenişini ifade eder. Dolayısıyla kalbin sâfiyet ve berraklığını muhâfaza için, günah ve mâsiyetlerin menfî telkinlerinden son derece sakınmak îcâb eder.

ALLAH ÇOK KISKANÇTIR

İkinci hadisimizde, Allah’tan daha çok kıskanan kimse bulunmadığı, bu sebeple de Allah’ın çirkinliklerin açığını da gizlisini de yasakladığı ifade edilmektedir.

Bu durum, kullarına Allah’tan daha çok şefkât ve merhamet gösteren kimse bulunmadığını gösterir. Her şeyi en iyi bilen Rabbimiz, günahların kulları için ne kadar zararlı olduğunu da en iyi şekilde bildiğinden, açık gizli bütün günahları yasaklamıştır. Günahların işlenmesine Cenâb-ı Hak kadar kızan ve bunu O’nun kadar çok yasaklayan kimse olamaz. O hâlde, Allah’ın günahkâr kuluna vereceği ağır cezayı yadırgamamak îcâb eder. Yüce Rabbimiz bu cezalarla kullarını korkutup, onları günahların zararından muhâfaza etmeyi murâd etmektedir.

Allah Teâlâ, kullarını günah ve çirkinliklerden muhâfaza etmek için Peygamberler ve kitaplar göndermiş, emir ve yasaklarını önceden bildirmiştir. Koyduğu sınırlara riâyet edilmemesi hâlinde gazaplanacağını da daha önceden haber vermiştir. Bütün bunlar onun kullarını günahlardan korumayı murâd etmesinden kaynaklanmaktadır.

Cenâb-ı Hak, günahlar karşısında kulunu her varlıktan daha çok kıskanmakla birlikte, buna karşı muâmelesini dâimâ hikmetle, adâletle ve en güzel şekilde yapar. Zulme ve haksızlığa asla meydan vermez. Hadisimizle alâkalı şu rivâyet, konuya biraz daha açıklık getirmektedir:

Sa’d bin Ubâde (r.a.) bir gün Resûlullah Efendimiz’in huzurunda:

“–Eğer hanımımın yanında yabancı bir erkek görecek olursam, onu kılıcımın keskin tarafıyla vurup öldürürüm” demişti.

Bunun üzerine Allah Resûlü, çevresindekilere:

“–Siz, Sa’d’ın bu gayret ve hamiyetine şaşıyor musunuz?! Ben Sa’d’dan daha kıskancım. Allah Teâlâ da benden daha kıskançtır” buyurdu. (Buhârî, Nikâh, 36, 107)

Bir yasağın çiğnenmesine karşı Hz. Peygamber ve Allah Teâlâ’nın hoşnutsuzluğu, elbette eşlerin birbirlerini kıskanmasından çok daha fazladır. Buna rağmen Cenâb-ı Hak, aceleyle karar verilmesini ve fevrî davranışlar sergilenmesini yasaklamıştır. Günahlar karşısında takınılacak tavrı sağlam kâide ve esaslara bağlamıştır. Dolayısıyla herkesin kendi kendine karar verip günahkârları cezalandırmaya kalkması doğru değildir. Allah’ın emir ve hükümlerinde pek çok hikmetler bulunduğunu bilerek bu emirlere tâbî olmak îcâb etmektedir.

İkinci hadisimizde geçen “Fevâhiş” kelimesi, gerek söz ve gerekse fiille icra edilen her çeşit çirkin iştir. Allah’ın haram kıldığı bütün çirkinlikler bu kelimenin sınırlarına dâhildir.

Hadis-i şerifteki, “Kötülüklerin açığını da gizlisini de haram kılmıştır” ifadesi şu âyet-i kerimelere telmihte bulunmaktadır:

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin! Sizin de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.” (En’âm 6/151)

Yüce Rabbimiz burada, “Kötülüklerin açığını da gizlisini de yapmayın” yerine “Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın” buyuruyor. Yani bırakın yapmayı, yanına bile yaklaşmayın, demek istiyor. Bu da, Allah Teâlâ’nın kullarını haramlardan ne derece kıskandığını açıkça ortaya koyan nüktelerden biridir.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de helâl, hoş ve temiz şeylerden istifâde etmeyi kullarına serbest bırakmış ve bunları yasaklamak isteyenleri azarlamıştır. Sonra da, kendisinin insanların faydasına olan şeyleri yasaklamayıp sadece zararlı şeyleri haram kıldığına işaret ederek şöyle buyurmuştur:

“De ki: Rabbim açığıyla, gizlisiyle tüm çirkinlik ve hayâsızlıkları, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’râf 7/33)

Cenâb-ı Hak, kullarını günahlardan şiddetle kıskanmasına rağmen onları hemen cezalandırmaz. Tevbe ederek istikâmet kazanmaları için mühlet verir. Buna aldanarak günahlara iyice dalmak ise, büyük bir ahmaklık ve hüsrân sebebidir.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Allah, insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar tehir ediyor. Vakitleri gelince (gereğini yapar). Şüphe yok ki Allah kullarını görmektedir.” (Fâtır 35/45)

Ancak Cenâb-ı Hak, günahkârların gafletten uyanarak kendilerine gelmesi veya âhiretteki cezalarının hafiflemesi için dünyada muhtelif musîbetler de verebilir.[9] Bunlar herkes için aynı olmayıp, farklı farklı îkazlar hâlinde gelebilir. Mesela bunlardan birinin rızkın azaltılması olduğu söylenmiştir. Takdir edilen rızık kişiye ulaşsa bile, günahı sebebiyle bir yolla elinden çıkar ve ondan istifâde edemez. Nitekim Kalem Sûresi’nde anlatılan bahçe sahipleri, fakirlerin hakkını vermeden gizlice mahsulleri toplamak istediklerinde, bahçeleri büyük bir âfete mâruz kalmış ve simsiyah kesilivermişti. Cenâb-ı Hak bu hâdiseyi bizlere ibret olması için uzun uzun anlattıktan sonra[10] sözü şöyle bitirir:

“İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!” (Kalem 68/33)

Günâhlar, en büyük rızıklardan biri olan ilim nimetinin zevâline de sebep olmaktadır. İbn Mesʻûd (r.a) şöyle demiştir:

“Bir kulun, işlediği bir günah sebebiyle bildiği bir ilmi unutacağını zannediyorum!” (Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, s. 61)

Dolayısıyla günahlardan tam bir hassâsiyetle sakınmak ve Allah’a ilticâ etmek zarûrîdir.

ALLAH KULLARINA KARŞI ÇOK MERHAMETLİDİR

Zaten Cenâb-ı Hak kullarını günahtan uzak tutmak için her türlü kolaylığı sağlamıştır. Üçüncü hadis-i şerif Rabbimizin kullarına karşı ne kadar merhametli olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Bunun yanında Cenâb-ı Hak, kullarını affetmek için sayısız fırsat kapıları da aralayarak, onları her fırsatta günahlardan arındırmayı murâd etmiştir.

[1] Yûsuf 12/53.

[2] Kâf 50/16; Necm 53/23.

[3] Bakara 2/95-96.

[4] Nisâ 4/28.

[5] Bakara 2/155; Âl-i İmrân 3/14.

[6] Âl-i İmrân 3/14, 185; Yûnus 10/23; Ra’d 13/26.

[7] En’âm 6/116; Furkân 25/27-29.

[8] A’râf 7/14-18; Hicr 15/36-42.

[9] Bkz. İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623.

[10] Kalem 68/17-33.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

CEHENNEME DÜŞEN İNSANLARIN İTİRAF ETTİĞİ İLK GÜNAH

Cehenneme Düşen İnsanların İtiraf Ettiği İlk Günah

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.