Ailenin Geçimi (Nafaka) ile İlgili Hükümler

Nafaka nedir? İslam’a göre ailenin geçimini kim sağlar? Anne-babaya ve yakınlara nafaka ödenir mi? Nafaka için hakim kararı gerekir mi? Kadının nafaka hakkını düşüren durumlar nelerdir? İşte cevapları.

İslâm’da koca, eşinin ve belirli yaşa ya da iş ve meslek sahibi oluncaya kadar çocuklarının geçim masraflarını karşılamakla yükümlü tutulmuştur. Anne-baba ve diğer yakın nesep hısımları da fakir düşerlerse “geçimi sağlama yükümlülüğü” onları da kapsamına alır.

NAFAKA NEDİR?

Nafaka sözlükte; azık, yiyecek, infak edilen şey ve ev reisinin sağlamak zorunda olduğu yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri şeyleri ifade eder. Bir fıkıh terimi olarak; yiyecek, giyecek ve meskenden kişiye yetecek miktarı ifade etmek üzere kullanılır. Çoğulu “nafakâf’tır. Türkçede nafaka yerine “geçim masrafı” veya “geçim harcamaları” gibi ifadeler kullanılır.

Nafaka genel olarak ikiye ayrılır:

1) Kişinin kendisine gerekli olan geçim harcaması. Bu, başkasına vereceği nafakadan önde gelir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Önce kendi nefsine, sonra nafakası sana gerekli olan kimselere tasadduk et.” [1]

2) Kişinin, başkasının geçim harcamalarını karşılaması. Bu çeşit nafaka üç nedenden birisine dayanır. Evlilik, nesep hısımlığı veya mülkiyet bağı.

İslam’da Nafaka

İslâm’da koca, eşinin ve belirli yaşa ya da iş ve meslek sahibi oluncaya kadar çocuklarının geçim masraflarını karşılamakla yükümlü tutulmuştur. Anne-baba ve diğer yakın nesep hısımları da fakir düşerlerse “geçimi sağlama yükümlülüğü” onları da kapsamına alır. Hatta bir ailenin yanında malik ve zilyed sıfatıyla bulunan, süt, et, yumurta veya gücünden yararlanılan hayvanların bakım görevi de evin erkeğine aittir.[2] İnsanın sosyal ve ekonomik problemlerini çözen İslâm, toplumla iç içe yaşayan hayvanların haklarına da eğilmiştir. Nitekim bir hayvanın açlık veya susuzluk yüzünden ölümüne neden olmak sorumluluğu gerektirir. Allâh’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Açlıktan ölünceye kadar hapsettiği bir kedi için bir kadın azap olundu. Ona kendisi yedirmediği gibi, toprak haşeratını yiyebilmesi için serbest de bırakmadı.”[3] Diğer yandan başka bir hadiste de, İsrailoğullarından günahkâr bir kimsenin, bir kuyunun başında susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su verdiği için mağfiret olunduğu bildirilmiştir.[4]

Bir hayvanın sahibi onu aç veya susuz bırakırsa çoğunluk müctehitlere göre hem diyaneten hem de kazâen bu hayvana bakmaya zorlanır. Hanefîlere göre ise kazaen (mahkeme yoluyla) buna zorlanamaz. Diğer yandan bir hayvana gücünü aşan yükün yükletilmesi caiz değildir.[5]

Hayvanların geçimi ve korunması için bile bu kadar hassas olan bir dinin, insanların geçiminin sağlanması ve onların korunması için gerekli önlemleri alması ve düzenlemeler yapması tabiidir.

NAFAKA KONUSUNDA YAPILAN DÜZENLEMELER

Belirli hısımların birbirinin geçimini sağlama yükümlülüğü, temelini kitap, sünnet ve icmâ delillerinde bulur.

Fıkıh mezheplerinin oluştuğu ikinci hicrî yüzyılda nafaka ile ilgili esaslar belirlenmiş ve bu başlıkla klâsik kaynaklarda yerini almıştır. Ancak yeni fetihler, yeni kültür ve sosyal çevreler özellikle örfe dayalı konularda sürekli bir gelişim ve değişimi de birlikte getiriyordu. Çünkü nafakanın miktar ve ölçüsü Kur’ân’da “ma’rûf” prensibine bağlanmıştır (bk. el-Bakara, 2/233). Ma’ruf sözlükte; herkesçe bilinen, tanınmış, belli ve ünlü anlamlarına gelir. Terim anlamı ise; İslâm’ın emrettiği, uygun bulduğu şey demektir.

Osmanlı Devleti uygulamasında, kâdilerin verdiği hükümlerde birliği sağlamak ve dava sürecini kısaltmak gayesiyle, mahkemede esas alınacak içtihat ve fetvaların önceden belirlenmesi ve bunların kanun metni haline getirilmesi gerekmiştir. Nitekim çeşitli batı ülkeleri 19’uncu yüzyılda kanunlaştırma işini tamamlamış ve dış ülkelere mevzuat ihraç eder duruma gelmiştir. İşte Osmanlı Devletinde 1869-1876 yılları arasında Ahmed Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından hazırlanıp yarım yüzyıl kadar uygulanan Mecelle ile 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnâmesi bu ihtiyaçtan doğmuş İslâm’a uygun kanun metinleridir. Yine Osmanlıların çeşitli dönemlerinde hazırlanan “Kanunnâmeler”, “Osmanlı Ceza Kanunu” ile “Arazî Kanunları” ve Mısır’da Kadri Paşa Kodu diye bilinen, 19 ncu yüzyıl sonlarında hazırlanıp, bir asırdan fazla süreyle önemini koruyan “Ahval-i Şahsiyye Kanunu” bunlar arasında sayılabilir.

İşte bu tedvin çalışmaları arasında konumuzu ilgilendiren 1333/1915 tarihli Osmanlı “Nafaka Kanunu (Kitabu’n-Nafakât)” da önemli bir yer tutar. 634 maddeden ibaret olan bu metin nafaka ile ilgili tüm ayrıntıları kapsar. İlke olarak Hanefî mezhebine uyulmuştur.[6] Bununla birlikte güçlük doğuran kimi konularda başka mezheplerden de görüş alınmıştır. Buna, boşanmış olup, temizlik durumu uzayıp giden (mümteddetü’t-tuhr) kadının iddet nafakasını hangi ölçüye göre alacağı konusunu örnek verebiliriz. Hanefîlere göre, boşanan kadın üç defa aybaşı olup, üçüncü aybaşı halinden temizlenince iddeti biter, kocanın iddet nafakası ödemesi de sona erer. Böyle bir kadın bir veya iki defa aybaşı olup, bundan sonra yıllarca ayhali olmasa, ayhalinden tam olarak kesileceği yaş olan, 55 yaşına kadar beklenir. Yani iddeti devam eder ve boşayan kocasının nafaka ödemesi de söz konusu olur. Bu durum gerek kadının yeniden evlenmesi ve gerekse nafaka yükümlüsü erkek bakımından bir takım sıkıntılar doğuruyordu.

Bunu dikkate alan kimi Hanefî fakihleri ve bu arada imam el-Kerderî, bu konuda Mâlikîlerin süreyi dokuz aya indiren görüşü ile fetva vermişlerdir. Buna uyularak Kitabü’n-Nafakât’ın (K.N) 359 ncu maddesi şu şekilde kaleme alınmıştır: “Hayız gören boşanmış kadının iddeti üç hayız ile sona erer. Fakat boşanan kadın ay hali olmazsa, iddeti dokuz ay ve daha önceden hiç hayız görmeyen kadının iddeti ise üç ay geçmekle sona erer.”

Bu kanundan iki yıl sonra hazırlanan 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi 140 ncı maddede ise aynı konu şu tarzda ifade edilmiştir: “İddet bekleyen kadın, zikredilen süre içinde hiç hayız görmediği veya bir yahut iki hayız gördükten sonra kesilmiş olduğu takdirde eğer hayızdan kesilme yaşına (sinn-i iyas) ulaşmışsa, iddetin başladığı tarihten itibaren dokuz ay iddet bekler.”

Osmanlı Nafaka Kanunu’nun gerekçesi şu cümlelerle sona ermektedir. “Hakkında görüş ayrılığı bulunan meselelerde Müslümanların imamı (devlet başkanı) hangi görüş ile amel edilmesini emrederse, bununla amel edilmesi vâcip olur. Bu yüzden bu kanun metninin kapsadığı hükümlerle amel olunması hususunu devlet başkanı tasdik edince, artık bununla çelişen görüşlerle hüküm ve amelden, kâdi ve müftiler menedilmiş olurlar.” (Bk. K. N. s. 4, Metin sadeleştirilerek alınmıştır)

Türk Medeni kanununun on kadar maddede düzenlediği nafaka konusunu[7] 1915 M. tarihlerinde Osmanlı Nafaka Kanununun 634 madde içinde tedvin edip düzenlediği düşünülürse İslâmî hükümlerin gelişmeye ne kadar elverişli olduğu daha iyi anlaşılır. Osmanlı Nafaka Kanununun, kanun tekniği bakımından bazı eksiklerinin bulunması da bu gerçeği değiştirmez.

EVLİ KADININ NAFAKASI

Bir kadın evlenip kocasının evine yerleştikten sonra onun yiyecek, içecek, giysi ve mesken masrafları kocaya aittir. Bunlar israfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal seviyelerine göre sağlanır. Eşlerin her ikisi de zenginse buna uygun harcama yapılır, ikisi de fakirse, kadın kocasından, zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez. Birisi zengin diğeri fakirse, ortalama yol izlenir. Diğer yandan bazı bilginler nafakanın miktarı konusunda yalnız kocanın durumunun dikkate alınacağını söylemişlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“...Onların (annelerin) toplumda iyi bilinen örfe göre (ma’ruf) yiyeceği ve giyeceği çocuk kendinin olan babaya aittir.”[8]

“Malî imkânları geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin, rızkı kendisine daraltılmış bulunan da nafakayı, Allâh’ın ona verdiğinden versin. Allah hiç kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.”[9]

Koca, hanımın giyim masraflarını da karşılamak zorundadır. Burada da sosyal seviye ve İslâm’a uygun olan örf ve âdetler ölçü alınır. Âyetteki “ma’rûf” terimi bunu ifade eder, her devir ve toplumdaki değer yargılarını ve çevre şartlarını dikkate almaya elverişli bulunur.[10] Kadının biri yazlık, diğeri kışlık olmak üzere yılda en az iki kat giysi hakkı vardır. Giyim kapsamına yorgan, döşek, çarşaf ve yastık gibi evin normal eşyası girdiği gibi, vefattan sonra kefen de bu kapsama girer. Çünkü kefen tesettürün devamı niteliğindedir.

Koca hanımına bağımsız ve içinde sosyal durumuna uygun mefruşatı bulunan, bir mesken sağlamak zorundadır. Bu yer kadının malı, canı ve ırzı hakkında güvenli olmalı ve karı-koca hayatı yaşamaya elverişli bulunmalıdır.

Şer’î bir meskende, koca fakir de olsa en az, kadına ait kilitli bir oda ile diğer gerekli bölmeler bulunmalıdır.

Kadın kocasının hısımları ile birlikte oturmaya zorlanamaz. Ancak koca, bir başka evliliğinden olan ve henüz ergenlik çağına ulaşmamış bulunan küçük çocuklarını karısı ile birlikte oturtmak hakkına sahiptir. Buna karşılık kadın, kendi hısımlarından hiçbirini, hatta başka kocadan olma kendi küçük çocuklarını kocasının izni olmadan onun evinde barındıramaz. Çünkü bir erkeğin, eşinin hısımlarına karşı bakım ve nafaka yükümlülüğü bulunmaz. Eşinin hısımlarına yardımcı olursa bu, onun güzel ahlâkındandır.

Kadın kendi evini, kendisinin ikametine tahsis etmesi için kocasına kiraya verebilir. Bu takdirde koca, kira bedelini vermekten kaçınamaz.[11]

Kadın, sosyal seviye bakımından emsali kadınların hizmetçisi bulunduğu veya kendisi bakıma muhtaç olduğu takdirde hizmetçi tutmak da nafaka kapsamına girer.

Kadın, kocasının davetine rağmen, onun evine gelmez veya itaatsiz olarak evden çıkıp gider yahut dinden çıkarsa erkeğin nafaka yükümlülüğü kalkar.

Erkeğin fakirlik yüzünden eşinin geçimini sağlayamaması Hanefîlere göre bir boşanma nedeni sayılmamıştır. Delil şu âyettir:

“Eğer evlenecek kişiler fakir iseler Allah onları fazlu keremiyle zengin yapar. Çünkü Allah lütfu çok geniş olan, her şeyi bilendir.”[12] Burada, fakirlik bir evlenme engeli sayılmadığı gibi, evliliğin teşvik edildiği de görülür. Diğer yandan Allah elçisinin fakir bir sahabeyi, bildiği Kur’ân’ı bu kadına öğretmesi şartıyla evlendirdiğini yukarıda belirtmiştik.[13]

Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri ile Şâfiî’den bir kavle göre, kocasının fakirliği, başka bir deyimle erkeğin hanımının geçimini sağlayamaması yüzünden kadın evliliği feshettirebilir. Kadının boşama hakkı sınırlı olduğu için bu görüş uygulamada kadına bazı kolaylıklar sağlayabilir. Nitekim, eşini Türkiye’de bırakarak yıllarca yurt dışında kalan, eşi ve çocukları ile ilgilenmeyen nice kocalar vardır. Kadın kendi başına geçimini sağlamak hatta çocuklarının eğitimini yaptırmak için ömrünü vermektedir. İşte eviyle hiç ilgilenmeyen, çalışıp kazanma imkânları olduğu halde yıllarca aile fertlerini fakirlik içinde bırakan ve belki onların kötü yollara düşmesine sebep olan bir kocaya karşı kadının çoğunluk fakihlerin bu görüşünden yararlanması mümkündür.[14]

ÇOCUKLARIN GEÇİM MASRAFLARI

Kız ve erkek çocukların nafakaları babalarına aittir. Nafakanın kapsamına bu çocukların yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçları girer.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Eğer (çocuklarınızı) sizin için, onlar (anneleri) emzirirlerse, onlara emzirme ücretlerini veriniz, aranızda uygun bir şekilde anlaşın.” [15] Burada, boşanmış bir kadının iddetini tamamladıktan sonra, çocuğunu emzirmesi halinde ücrete hak kazanacağı hükmü yer almaktadır. Bu da, çocuğun nafakasının babaya ait olduğunu gösterir.

Evli kadın çocuğunu emzirmek istemez ve çocuk başka kadının sütünü kabul ederse, annesi emzirmeye zorlanamaz.

Hz. Âişe (r. anhâ)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Ebû Süfyan’ın karısı Hind b. Utbe Rasûlüllah’ın huzuruna girdi ve “Ey Allâh’ın elçisi, gerçekten Ebû Süfyan çok cimri bir adamdır. Bana kendime ve çocuklarına yetecek kadar nafaka vermiyor. Onun malından haberi olmaksızın birşey alırsam, bana günah var mıdır?” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.); “Onun malından sana ve çocuklarına yetecek kadarını ma’ruf şekilde al.”[16] buyurdu.

Bu hadîs-i şerîf, karısı ile çocuklarının nafakasını vermenin erkek üzerine vacib olduğunu gösterir.

Babanın Erkek Çocuğuna Bakma Yükümlülüğünün Şartları

a) Erkek çocuk yetişip, bir meslek sahibi oluncaya kadar bakma yükümlülüğü devam eder. Ancak çocuk ergenlik çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka yükümlülüğü ileriki yaşlarda da devam eder.

b) Fakir olmalıdır. Çocuğun kendine ait malı varsa, masraflar ondan karşılanabilir.

c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır. Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir.

d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir.

Babanın kız çocuğuna bakma yükümlülüğünün şartları:

a) Kız çocuklarının evleninceye kadar geçim masrafları babaya aittir. Evlendikten sonra bu yükümlülük kocasına geçer. Kocası ölür veya boşanırlarsa kadının yine babasının evine dönme hakkı vardır. Kadın çalışıp kazanmaya zorlanamaz. Fakat İslâmî ölçüler içinde bir iş veya meslekte çalışıp kazanmak isterse bu da câizdir.

b) Fakir olmalıdır. Eğer kızın kendisine ait malı varsa, geçimi ondan sağlanabilir.

c) Baba, çalışıp kazanmaya muktedir veya zengin olmalıdır.

d) Babanın ve kızın hür olmaları gerekir.

Bir kimsenin yakınlarının geçimini sağlarken öncelik vereceği kimseler hadîs-i şerîfte şöyle belirlenmiştir: Ebû Hûreyre (r.a.) nakleder: “Bir adam Rasûlüllah (s.a.v.)’a gelerek şöyle dedi: Ey Allâh’ın elçisi! Benim yanımda bir dinar para var, nereye sarfedeyim? Hz. Peygamber; “kendi ihtiyacın için sarfet” buyurdu. Adam: “Yanımda başka bir dinar daha var.” dedi. Hz. Peygamber; “Eşine sarfet.” buyurdu. Adam dedi: “Başka bir dinar daha var.” Hz. Peygamber; “Çocuklarına sarfet.” buyurdu. Adam: “Bir dinar daha var.” dedi. Hz. Peygamber, onu da hizmetçisine harcamasını söyledi. Son bir dinar daha olduğunu söyleyince de; “Sen onu nereye harcayacağını daha iyi bilirsin.” buyurarak, bu konuda onu serbest bıraktı.[17]

ANA- BABA VE DİĞER USÛLÜN GEÇİM MASRAFLARI

Ana-baba fakir düşer veya yaşlanıp çalışamaz olursa, ilgi ve bakım yükümlülüğü çocuklara aittir.

Âyet-i kerimelerde şöyle buyurulur:

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve ana) babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine “öfjbile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”[18]

Biz insana ana) babasını tavsiye ettik. Anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşıdı. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana ve babana şükret diye (tavsiye ettik). Dönüş ancak banadır.”[19]

Cabir b. Abdillah’dan şöyle dediği nakledilmiştir: Hz. Peygamber’e (s.a.v.) babası ile birlikte bir adam geldi ve şöyle dedi:

“Ey Allâh’ın elçisi! Benim kendime ait malım var; bir de malı olan babam var. Babam benim malımı almak istiyor.” Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sen ve malın babana aittir.” [20]

Ancak, ana) babaların çocukların malı üzerindeki bu mülkiyet hakkı, yorumlanarak, onların fakîr ve muhtaç olmalarıyla sınırlandırılmıştır. Çünkü miras âyetleri nâzil olunca ana ve babanın, ölen çocuklarının malı üzerindeki hakları belirlenmiştir.

Ana-babanın çocuktan nafaka almalarının şartları şunlardır: Ana-babanın fakir olması gerekir. Aksi halde ihtiyaçları kendi mallarından karşılanır. Nafaka yükümlüsü olan çocuk veya torunun, bunu vermeğe muktedir olması gerekir. Bu kudret ya zengin olmakla, ya da çalışıp kazanmaya gücü yetmekle gerçekleşir.

Evli olan kız çocuğunun, kendi geliri varsa, yoksul düşen ana-babasının geçim masraflarına katkıda bulunabilir. Ancak yatalak olan ana-babasına onların evine giderek hizmet için kocasının izni gerekir. Aksi halde evinden ayrı kaldığı sürede kocasının nafaka yükümlülüğü kalkar. Bu takdirde onun geçim masraflarını kendi ana-babasının karşılaması gerekir.

YAKINLARA NAFAKA İÇİN GEREKEN ŞARTLAR

Yakınlara nafakanın gerekli olması için bulunması gereken şartlar şunlardır:

  1. Hısımın yoksul olması gerekir. Bu da ya malı olmamakla veya çalışmaya gücü yetmemekle meydana gelir. Çalışmaya gücün yetmemesi yaş küçüklüğü, yaşlılık, akıl hastalığı veya müzmin hastalık gibi nedenlerle olur. Ancak ana) baba bundan müstesnadır. Çünkü bunlar sağlıklı ve güçlü olup çalışmaya güçleri yetse de kendilerine nafaka desteği sağlanır. Bu duruma göre, ana) baba ve eş dışındaki hısımlar zengin olur veya çalışmaya gücü yeterse kendilerine nafaka gerekmez. Mâlikîlerce tercih edilen görüşe göre ana) baba çalışmaya gücü yetince çocuklarından nafaka talep edemez.[21]
  2. Nafaka yükümlüsünün gerek zenginlik ve gerekse çalışıp kazanmaya güç yetirmesi bakımından yoksul hısımının geçimini sağlayacak durumda olması gerekir. Ancak baba ve eş, bunun istisnasıdır. Bir erkek fakir de olsa ebeveynine ve eşine bakmakla yükümlüdür. Mâlikîlere göre fakir çocuk, çalışıp kazanmaya gücü yetse bile ana babasına nafaka vermesi gerekmez.

Câbir (r.a.)’in naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Sizden biriniz fakir düşerse, önce kendi ihtiyaçlarını karşılasın. Bundan artarsa aile fertlerinin ihtiyacına sarf etsin, yine artarsa diğer hısımlarına har­casın.” [22]

  1. Geçimi sağlanacak kimsenin nesep hısımı olması gerekir. Ancak karı ve mülk ilişkisine dayanan câriye bu kuralın dışındadır.

Hanefîlere göre nafaka yükümlüsünün, nafaka vereceği kimseye mirasçı olacak derecede nesep hısımı olması gerekir. Delil şu âyettir:

 “... Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de çocuk kendisinin olan bir baba, çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın. Mirasçıya düşen de bunun gibidir.” [23] Bu âyete göre, ana) baba ile çocuklar arasındaki bir takım hak ve yükümlülükler diğer mirasçılar arasında da söz konusu olur. Bu, gerektiğinde geçim masraflarını da kapsamına alır.

DİN AYRILIĞININ NAFAKAYA ETKİSİ

Kadın itaatsiz veya mürted olmadığı sürece eşler arasındaki din ayrılığı kadının geçiminin sağlanmasına engel teşkil etmez.

Hanefîlere göre, usûlün, fürûun ve eşin nafakasında din birliği şart değildir. Bu üç sınıfın dışındakiler için ise din birliği şarttır. Çünkü Müslümanla gayri müslim arasında miras cereyan etmez. Buna göre, karı, ana, baba, dedeler, nineler, çocuk ve torunlar dışındaki hısımlara din ayrılığı bulununca nafaka gerekmez. Karının nafakası onun evde tutulmasının karşılığıdır. Bunun dışındaki usûl ve fürûun nafakası ise “biri diğerinin cüz’ü olması” esasına dayanır. Bir kimsenin parçası kendisi gibidir. Küfrü sebebiyle kendi geçimini sağlamaktan kaçınamadığı gibi, kendi parçası olan usûl ve fürûunun geçimini sağlamaktan da kaçınamaz. Ancak bu hısımlar harbî durumda olurlarsa pasaportlu yabancı bile olsalar, bunların nafakası Müslümana vacib olmaz. Çünkü mü’minler, din konusunda kendileriyle savaş halinde olanlara iyilik yapmaktan nehyolunmuşlardır.

Başkasının geçimini sağlamanın sebebi, ihtiyaçtır. İhtiyacı olmayanın geçimini sağlamak gerekmez. Malı olanın geçim masrafları kendi malından karşılanır. Yaşı küçük veya büyük olsun hüküm değişmez. Ancak hanım bundan müstesnadır. Eş, zengin de olsa geçim masrafları kocasına aittir. Çünkü kadına nafaka vermenin sebebi “ihtiyaç” değil, onun kocanın bir hakkı olarak evde “tutulması” dır.

Nafaka İçin Hâkim Kararı Gerekir mi?

Usûl ve fürûun nafakası hâkimin kararına bağlı olmaksızın vacib olur. Ancak küçüğe ait gaib bir mal olur ve babası geçim masrafları için bu mala rücû etmek isterse bunun için hâkim kararı veya iki kişiyi şahit tutması gerekir. Eğer hâkimin izni olmadan veya şahit de tutmadan masraf yapsa küçüğün malına kazâen rücû edemez. Allah ile kendi arasında olmak üzere “diyâneten” rücû edebilir.

Usûl ve fürû dışındaki hısımların nafakası ancak hâkim kararı veya karşılıklı rıza ile sabit olur. Bunun sebebi, bu hısımların nafakası konusunda müctehitler arasında görüş ayrılığının bulunmasıdır.[24]

KARININ NAFAKA HAKKINI DÜŞÜREN DURUMLAR

  1. Nafaka vâcip olup, hâkimin kararı veya karşılıklı rıza ile zimmette borç halini almadıkça, geçen süreye ait nafaka düşer. Mâlikîlere göre geçen süreye ait nafaka düşmez. Kadın kocasına geçmiş günlere ait nafaka için de rücû edebilir.
  2. Geçmiş günlere ait ibra, nafakayı düşürür. Ancak Hanefîlere göre geleceğe ait nafakadan ibra veya hibe geçerli değildir. Çünkü kadının nafakası evde tutulma karşılığı olarak zaman geçtikçe parça parça gerekli olur. Geleceğe ait ibra, henüz vacib olmadan düşürme anlamına gelir ki geçerli olmaz.
  3. Eşlerden birisinin ölümü. Koca nafakayı vermeden ölse, kadın bunu onun malından alamaz. Kadın ölürse, mirasçılar da bunu talep edemez.
  4. Kadının itaatsizliği. Kadının kocasının meşrû isteklerine itaat etmemesi ve özürsüz yere evi terketmesi halinde kocanın nafaka yükümlülüğü düşer.
  5. Kadının dinden çıkması. Kadın irditâd edince kocasının nafaka yükümlülüğü düşer. Çünkü bu durumda kadının cinsel yönlerinden yararlanmak da caiz olmaz. Yeniden İslâm’a dönünce nafaka hakkı da doğar.
  6. Kadının ma’siyet yoluyla sebep olduğu ayrılık, nafaka hakkını düşürür. Meselâ; onun irtidadı veya kocası İslâm’a girdiği halde onun küfürde devam etmesi veya üvey oğlu ile cinsel ilişki kurması gibi. Bütün bu durumlarda onun nafaka hakkı düşer; çünkü günah işleme yoluyla evlilikteki “cinsel yararlanma” esasını kaldırmıştır. Bu yüzden “itaatsiz (nâşize)” duruma düşer. Ancak onun sadece evde oturma hakkı devam eder. Çünkü bu hak günah işlemekle düşmez.

Koca tarafından meydana getirilen ayrılık, ma’siyet yoluyla olsun veya olmasın nafaka hakkını düşürmez.[25] “Boşanmanın kesinleştiği tarihten itibaren iddet süresi olan yaklaşık üç ay nafaka hakkı devam eder.” (Bakara, 2/228). “Ancak örfe göre, kadının ihtiyacını dikkate alarak koca, bu nafaka ödeme süresini uzatabilir.” (Bakara, 2/241).

EŞ DIŞINDAKİ HISIMLARIN NAFAKASININ DÜŞMESİ

Çocuk, anne, baba ve diğer nesep hısımlarının nafakası, sürenin geçmesiyle düşer. Hâkim bu hısımlar lehine nafakaya hükmettiği zaman, hısım bunu kabzetmese veya süre geçinceye kadar nafakaya mahsûben borçlanmamış olsa nafaka düşer. Hanefîlere göre, hâkim borçlanmaya izin vermedikçe süresi geçen nafaka düşer. Çünkü diğer hısımların nafakası ihtiyacı gidermek için vacib olur. Zengin olan bunu isteyemez. Nafakanın zamanında kabzedilmemesi, hak sahibinin ihtiyacı olmadığını gösterir.[26]

Dipnotlar:

[1]. Müslim, Zekât, 95, 97, 106; Ebû Dâvûd, Zekât, 39, 40; Ahmed b. Hanbel, II, 94. [2]. Kâsânî, age, IV, 40. [3]. Buhârî, Enbiyâ, 54, Şirb, 9; Müslim, Selâm, 151, 152, Birr, 133, 134; Nesâî, Küsüf, 14, 20; İbn Hanbel, II, 159, 188, 286, 424. [4]. bk. Buhârî, Enbiyâ, 54. [5]. Kâsânî, age, IV, 40; Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 168. [6]. bk. Kitabü’n-Nafakât, Matbaa-i Amire 1333/1915 İstanbul. [7]. bk. Türk Medeni Kanunu, mad. 137, 144, 145, 148, 152, 162, 257, 315-317. [8]. Bakara, 2/233. [9]. Talâk, 65/7. [10]. bk. Bakara, 2/233. [11]. bk. İbnü’l-Hümâm, age, III, 321 vd.; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 544 vd.; Bilmen, age, II, 450; Döndüren, age, s. 298, 299. [12]. Nûr, 24/32. [13]. Buhârî, Nikâh, 14, 35, 44; Fadâilü’l-Kur’ân, 22, Libâs, 49; Müslim, Nikâh, 76. [14]. Döndüren, age s. 298. [15]. Talâk, 65/6. [16]. Buhârî, Büyü’, 95; Nesâî, Kudât, 31; İbn Mâce, Ticârât, 65. [17]. Ahmed b. Hanbel, II, 251, 471; Nesâî, Zekât, 54. [18]. İsrâ, 17/23. [19]. Lukmân, 31/14. [20]. İbn Mâce, Ticârât, 64; Ahmed b. Hanbel, II, 179, 204, 214. [21]. Kâsânî, age, IV, 36, 37, İbn Âbidîn, age, II, 923; Şirbinî, Muğnî’l-Muhtac, III, 448; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 595; İbnü’l-Hümâm, age, III, 347. [22]. Ebû Dâvûd, Itâk, 9; Nesâî, Büyü; 84; Ahmed b. Hanbel, III, 205. [23]. Bakara, 2/233. [24]. Kâsânî, age, IV, 22, 25; İbnü’l-Hümâm, age, III, 238; İbn Abidîn, age, II, 906. [25]. bk. Kâsânî, age, IV, 22, 29 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, III, 322 vd.; İbn Abidîn, age, II, 889-892; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid. II, 54; Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 160. [26]. Kâsânî, age, IV, 37; İbnü’l-Hümâm, age, III, 354; Meydânî, el-Lübâb, III, 109.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

NAFAKA NEDİR? NAFAKA ÇEŞİTLERİ NELERDİR?

Nafaka Nedir? Nafaka Çeşitleri Nelerdir?

NAFAKA NEDİR?

Nafaka Nedir?

İSLAM'A GÖRE NAFAKANIN HÜKMÜ

İslam'a Göre Nafakanın Hükmü

AİLE GEÇİMİ İLE İLGİLİ HADİSLER

Aile Geçimi İle İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.