Aile Saadeti İçin Eşlerin Bilmesi Gerekenler

Aile saadeti için eşlerin bilmesi gerekenler...

Eşlerin birbirlerini yatakta yalnız bırakması hususunda, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu hadîs-i şerîfi, Nisâ Sûresi’nin 34. âyeti anlatılırken mutlaka incelenmelidir: Muâviye İbni Hayde -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“-Yâ Rasûlâllah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir?” diye sordum. Şöyle buyurdu:

“-Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek, yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin çirkin olduğunu söylememek, onları yataklarında yalnız bırakmak gerekirse; bu işi sadece evde yapmaktır.” (Ebû Dâvud, Radâ, 41)

YUVANIN YIKILMASINI ÖNLEMEK

Öğüt aşaması ile sonuç alamayan erkeğin; hanımını yatağında yalnız bırakmak istemesi durumunda, bu cezayı evin dört duvarı arasında uygulaması gerekmektedir. Çünkü bu sırrın ifşâ edilmesi, kadının izzet-i nefsini son derece zedeler. Öte yandan yuvanın yıkılmasını isteyen bazı fesatçı ve dedikoducu kimselere de fırsat verilmiş olur. “Kol kırılır, yen içinde kalır.” diyenler ne güzel söylemiştir. Evliliği sona erdirmeyi gerektiren bir durum bulunmadıkça, dostları üzen, düşmanları sevindiren bir davranışta bulunulmamalıdır.[1]

Üçüncü tedbir olan dövme, özellikle çağımızda, kadın hakları ve insanlık haysiyeti yönlerinden önemli bir tartışma konusu olmuştur. Esasen tefsir ve hadis kitaplarına bakıldığında, kadının baş kaldırma durumunda bile kocası tarafından dövülmesini, eski tefsirciler arasında da farklı yorumlayanların, bunun câiz olmadığını ileri sürenlerin bulunduğu görülmektedir.

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) EŞLERİNİ DÖVENLERE "HAYIRSIZ" DİYOR

Dövme tedbiri ve hükmünün -bu âyet dışında- en önemli dayanağı, ilgili hadislerdir. Bu hadislerin, aksini söyleyen rivâyetlere nisbetle daha sahih ve sağlam olanlarında, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadınların dövülmesini men etmekte, eşlerini dövenlere “hayırsız” demekte, bu davranışla aynı yuvayı ve yatağı paylaşmanın bağdaşmazlığına, bunun insânî ve ahlakî olmadığına dikkat çekmektedir.[2]

Bu konudaki bir hadîs-i şerîf[3] şöyledir:

“Sizden biriniz karısını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o akşam onunla aynı yatakta yatacaktır.” (Buhârî, Tefsîru Sûre, 91/1)

Nisâ Sûresi, 34. âyetinin şerhi durumunda olan şu hadîs-i şerîf ise, Vedâ Haccı’nda buyurulmuştur:

“Ashâb’ım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz. Zira onlar, sizin idarenize ve himayenize verilmişlerdir. Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde, onlar üzerinde bir zorbalık kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini incitmeyecek şekilde dövün. Şayet size itaat ederlerse, artık onlara zarar verecek bir şey yapmayın.

Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim-kuşam ve yeme-içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır.” (Tirmizî, Radâ, 11)

Başka bir hadîs-i şerîf ise şöyledir:

“Birçok kadın Muhammed âilesine gelerek kocalarını şikâyet ediyorlar. Kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvud, Nikâh, 42)

Bazı tefsircilere göre, vurma tamamen semboliktir, meselâ müfessir Atâ’ya göre misvak gibi bir şeyle yapılacaktır.[4] İkinci nesil âlimlerinden Atâ, hukuku çiğneyen kadına uygulanacak müeyyide ile genel olarak kadını dövme konusundaki hadisleri birlikte değerlendirmiş ve şu sonuca varmıştır: “Erkek, namusu lekeleyecek bir davranışta bulunmayan, yalnızca «nâşize» olan karısını dövemez, ancak ona karşı olan öfkesini ortaya koyabilir.”

KADINI DÖVME İZNİ 

Atâ’nın bu anlayışını açıklayan -biri eski, diğeri çağdaş- iki tefsir âlimi farklı dayanaklardan hareket etmişlerdir. Bunlardan Ebûbekir İbnü’l-Arabî’ye göre, Atâ, âyette geçen dövmenin serbest bırakma (ibâha: mübahlık) ifade ettiğini, genel olarak erkeğin karısını dövmesini yasaklayan hadislerin ise kerâhet (mekruh ve çirkin görme) hükmü getirdiğini tespit etmiş ve sonuç olarak, “Koca, karısını dövemez!” demiştir.

Kocasına baş kaldırdığı, âile hukukunu çiğnediği, uzun zaman sevdiği ve kabullendiği kocasını istemez olduğu için kadının, kocası tarafından -belli ölçüler içinde- dövülebileceği hükmüne tarihîlik açısından da bakılmıştır. İbn-i Âşur’a göre, dövme izni, bazı toplulukların veya toplum tabakalarının örf, âdet ve ruh hâllerine riâyet edilerek verilmiştir, her zamanda ve her durumda geçerli değildir. “Nüşûz” durumunda kocanın karısını dövebilmesi için aralarında yaşadıkları toplumda dövmenin ayıp, anormal, aşağılayıcı, zarar verici, hukuka aykırı telakki edilmemesi, “kocanın öfkesinin karısı tarafından ancak bu vasıtayla hissedilir olması” gerekir; izin, böyle topluluklar ve durumlar için geçerlidir.

İYİ KOCA KARISINI DÖVMEZ

Bu âyette, kadının âile hukukunu çiğnemesi hâlinde bir ıslah tedbiri olarak başvurulabilecek belli başlı yolların, insanlığın tecrübeleri ve özellikle içinde yaşanılan topluluğun örf ve âdeti dikkate alınarak zikredilirken “kocanın karısını dövmesi” davranışına da yer verilmiştir. Bununla beraber, bu uygulama, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından toplum ıslah edilerek, insanın ve özellikle zevcenin dövülemeyeceği ifade ve telkin edilerek kötülenmiş, yukarıda zikrettiğimiz hadîs-i şerîfteki “iyi bir kocanın karısını dövemeyeceği” kâidesi, bu yakışıksız davranışın önüne bir set olarak konmuştur. Burada sünnet (Rasûlullah’ın sözleri ve uygulaması) âyeti nesh etmemiş; yerelliğini ve kültürel bağlamını açıklamıştır.[5]

Zaten Kur’ân’ı bize tebliğ eden ve her hâli ile bize örnek olarak gösterilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayatı boyunca bırakın bir çocuğu, köleyi, eşini… dövmek; âile reisliğini -hâşâ- suistimal edecek, incitip tahakkümde bulunacak bir davranışta bile bulunmamıştır. Onun, dayağı, bir eğitim ve yola getirme aracı olarak kullanmaması; asıl yapılması gerekeni göstermektedir. Yani dayağa ihtiyaç kalmadan karşılıklı sorumluluklar yerine getirilmeli; problemler, sevgi, saygı ve hoşgörüyle halledilmelidir.

KOCASINI MEMNUN EDEN KADIN CENNETLİK

Karşılıklı sorumluluklar demişken, kocanın karısı üzerindeki haklarından bahseden hadîs-i şerîflerden bazılarına bakalım şimdi de…

“Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.” (Tirmizî, Radâ, 10) buyurarak, meseleyi veciz bir şekilde özetlemiştir Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-… Zaten biz de, yazımızın pek çok yerinde bu memnuniyetin karşılıklı olarak sağlanması uğruna yapılabilecekler hakkında dilimizin döndüğü kadar tespitlerde bulunmaya çalıştık.

Biricik Rehberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yine konuyla ilgili benzer bir müjdeyi de şu hadîs-i şerîfiyle vermiştir:

“Kadın, beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, namusunu korur ve kocasına itaat ederse, ona «Hangi kapısından dilersen oradan cennete gir!» denilir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1/191, h. No: 1661)

KADININ KOCASINA İTAATİ

Kadının kocasına itaati hususunu, şu hadîs-i şerîfin ışığında değerlendirmek gerekir:

“Allâh’a isyan olan yerde kula itaat yoktur; itaat, ancak meşrû olanda gerekir.” (Buharî, Âhad, 1)

Bazı hanımlar, pek çok istekleri için eşlerini ikna edebilirken; birtakım tâvizleri için itaat mecburiyetini bahane göstermektedir. Yuvalarının huzuru, eşinin rızası için meselâ dış kıyafetlerinde tesettüre aykırı hâllere bürünen hanımlar, ya gerçekten yanlışlarının farkında değiller -ki bilmemek mazeret değildir- ya da sadece kendilerini avutmakta, nefislerine hoş gelen birtakım şeylere kılıf bulmaktadırlar. Hâsılı itaat, eşin meşrû isteklerindedir. Yoksa ne eş, ne de ebeveynin Allâh’ın rızasına aykırı isteklerine uymak câiz değildir.

YASTİK

Kocanın karısı üzerindeki haklarından bahseden hadîs-i şerîflerden bir diğeri de şöyle:

“Bir erkek, karısını yatağına çağırır da karısı gelmez ve erkek ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet ederler.” (Buhârî, Bed’u’l-Halk, 7)

Buhârî ile Müslim’in bir başka rivâyeti ise şu şekilde:

“Kadın, geceyi kocasının yatağını terk ederek geçirirse, melekler sabaha kadar ona lânet ederler.” (Müslim, Nikâh, 120)

Mühim ikazlar ihtivâ eden bu hadîs-i şerîfler, evliliğin gayesine aykırı, âilenin saadetine dinamit koyma mahiyetindeki tutumlara karşı kadınları uyarmaktadır. Cennetlik kadınlardan olmayı hedefleyen hiçbir hanım da, gönül incitici, soğukluğa sebebiyet verici bu tip davranışlara tevessül etmez, etmemeli de…

BİR YASTIKTA KOCAMAK

Eşinden boşanmış olan bir tanıdığım, yaşadığı süreci başlatan hâdiseyi şöyle anlatmıştı:

“…Tartışmamızın sonunda sinirlenerek, yastığını-yorganını salona koydum. Sonra soğukluk sürdü; telâfisi imkânsız hâle geldi…”

Atalarımızın, evlenenler için yaptıkları olmazsa olmaz duâları da; “Bir yastıkta kocayın!” değil mi zaten? 90’lı yıllardan sonra, neredeyse tarih olan tek ve uzun yastık, birlikteliğin sembolik bir nişânesi belki… Ama anlamlı da bir nişâne…

Enine boyuna, uzun uzun incelenmesi, hakkında okumalar yapılması gereken bu mevzu için, bu kadar değinmenin bir anahtar mesabesinde olmasını temenni ederken, son olarak birkaç hatırlatmada bulunalım:

Âile saadeti için, bütün hassasiyetlere dikkat edilmeli; karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde hareket edilmelidir. Zira memnuniyet sirâyet eder, muhatabımıza da akseder. Erkek ya da kadın, üzerine düşen vazifeleri, Rabbinin rızasına uymak, âile saadetine yatırım yapmak niyetiyle yerine getirdikçe, diğer taraf da, karakterinin ve ahlâkının kalitesi nisbetinde kendine çeki düzen verecektir zamanla…

Rabbimiz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izinde ve rehberliği doğrultusunda hareket edilen huzurlu İslâm yuvalarının sayısını çoğaltsın. Âmîn. (Devam edecek)


[1] Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Heyet, Erkam Yayınları, c: 2, sh: 330.

[2] Kur’ân Yolu, DİB Yayınları, c: 2, s: 45.

[3] Bu hadisin şerhi için bkz: Riyâzu’s- Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, c: 2, sh: 320.

[4] el-Cessâs, c: 2, sh: 189; İbn-i Atıyye, c: 2, sh: 48.

[5] a.g.e, c: 2, s: 46-47

Kaynak: Didar Meltem Erdem, Şebnem Dergisi, Temmuz 2015, 122. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.