Ahmed İbn Asım Antaki (k.s.) Kimdir?

Ahmed İbn Asım Antaki (k.s.) kimdir? Ahmed İbn Asım Antaki Hazretleri nasıl bir ahlaka sahipti? Ahmed İbn Asım Antaki Hazretleri'ne kalp casusu denmesinin sebebi nedir?

Adı Ahmed bin Âsım, künyesi Ebû Ali ve Ebû Abdullah, nisbesi el-Antâkî’dir. An­takya’da itibarlı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Gençliğinde uzun yıllar ilim tahsili ile meşgul oldu. Tebe-i tabiîn nesline yetişti. Fudayl bin lyâd ve Hâris Muhasibi gibi ünlü sûfîlerle gِörüştü. Ebû Süleyman Dârânî’ye mürid oldu. Bişr Hafi ve Seriy Sakati ile çağdaş, Ahmed bin Ebi’l-Havarî’nin de üstadıdır. Melâmet konusunda Hamdun Kassar’dan ِnce sِz sِyleyen ilk sûfîlerden sayılır. O’na aid olduğu ileri sürülen iki eseri vardır: Kitâbu’ş-şübühât ve Kitâbu devam dai’l-kulûb. Bazı kaynaklardan Ebû Nuaym el-lsfahânî’nin Antâkî’nin bu ikinci eserinden alıntılar yaptığı ِne sürülür. Vefatı 239/853.

KALPLERİN CASUSU

Üstadı Ebû Süleyman Dârânî onun hakkında: “O, kalplerin casusudur” derdi. Çünkü çok keskin bir zekâya sahipti. Nitekim onun şu sözü belki kendi halinin itirafıydı:

“Hak dostlarının yanında kalplerinize sahip olun. İçinizde sadece sadakat ve iyilik duygusu bulunsun. Çünkü onlar kalplerin casusudurlar. Kalplerinize girip çıkarlar, gönül aynanıza bakarlar da hiç haberiniz bile olmaz.”

Antâkî, ameli Allah’a yakınlık mefhûmu ile ele alır ve amelsizlik için “isyan” tabirini kullanırdı. İsyanın insanın maddi yapısı ile ilgili olanlarına zahiri isyan, manevî ve ruhi yapısı ile ilgili olanlarına da batini isyan adını verirdi. Allah’a yakınlık için ilk şartın batini isyanı terk olduğunu belirtirdi.

Kalbin devası beş şey iledir, derdi:

  1. Salihlerle oturup kalkmak.
  2. Kur’ân okumak.
  3. Mideyi boş tutmak.
  4. Gece namaz kılmak
  5. Seher vakti Allah’a iltica.

ALLAH’A İŞTİYAK

Sordular:

– Allah’a iştiyak ve özlem duyuyor musun?

– Hayır, dedi.

– Neden? diye sordular:

 Çünkü iştiyak ve özlem gaib olan; uzakta bulunan için söz konusudur. Huzurunda bulunulana ve her an hazır olana iştiyak ve özlem duyulmaz ki, diye cevap verdi.

Allah’tan korkup, yine ondan ümitvar olmanın alametlerini şöyle anlatırdı: Allah korkusunun alameti günahtan kaçınmak, O’ndan ümitvar olmanın alameti de sevap taleb etmektir.

Kulda Allah’tan ümitvar olma duygusunun alametini bir başka defasında şöyle belirtmişti: “Lütuf insanı kuşatınca Hakk Teâlâ’nın dünyadaki nimetinin tam, ahiretteki bağışlamasının eksiksiz olacağı ümidiyle kendisine şükür duygusunun ilham edilmesidir.”

Çağındaki müslümanların haline bakıp: “Ben İslâm dininin bu kadar garip duruma düşeceği bir zamana erişeceğimi sanmazdım” derdi. Kendisine:

– Şimdi İslâmiyet garip bir halde mi, diye soranlara:

– Evet, hem de nasıl? Meselâ bir âlimi görmeye, sohbetinden istifade etmeye gidiyorsun fakat umduğunu bulamıyorsun. O baş olma sevdasında halktan saygı bekliyor. İlmiyle dünyalık kazanma peşinde. Kendini ibadete vermiş abidlere bakıyorsun, bir kenara uzlete çekilmiş, fakat nefsine aldanmış ve ibadetiyle mağrur. İbadetin adabına riayet etmediği için iç dünyasında ibadetin bir tesiri yok. Alimlerde abidler de sanki birer yırtıcı mahlûk. Bunlara bakıp ibret almalı diye karşılık verdi.

MA’RİFET-İ ÎLÂHİYYE

Kendisine marifetten sordular, şöyle cevap verdi:

 Marifetin üç derecesi vardır:

  • Birincisi, Kahhar olan Allah’ın birliğini kabul.
  • İkincisi, Allah’ın dışında (masiva) ile kalbi alakayı kesmek.
  • Üçüncüsü, Hiç kimsenin tarif edemiyeceği vehbî bir derecedir.

Marifetin ileri derecesi demek olan yakîn hakkında şöyle konuşurdu: “Yakîn, bir kalbe yerleşince onu nurla doldurur, içindeki şekk ve şüphe pisliklerini artırır. Bunun neticesinde kalpte şükür ve Allah korkusu meydana gelir.

Derdi ki: “Ariflerin marifetleri kadar hiç bir kimseye ve hiç bir şeye gıpta etmedim.” Çünkü kulun Allah’tan korkup utanmaması nefsi hakkındaki marifetinin azlığındandır. Allah hakkında en çok marifet sahibi olan ondan en çok korkandır.

MUHABBET-İ İLÂHİYYE

– Muhabbet-i ilâhiyye (Allah sevgisi) nedir? diye sordular. Şöyle cevap verdi:

– Muhabbet sahibinin konuşması az, tefekkürü daimi, yalnızlığı çok, susması aralıksız olur. Kendisine bakanları görmez; çağrılınca duymaz (gaybet hali) musibete uğrayınca üzülmez, nimete kavuşunca sevinmez (rıza makamı) Allah’dan başkasından ümidvar olmaz.

Müridlerini işar yani kardeşini nefsine tercih duygusuyla yetiştirmeye özen gösterirdi. Nitekim ihvanından otuz kadarıyla bir gece birlikte sofraya oturmuşlardı. Ekmek azdı. Ahmed Antâkî, ekmekleri bölüştürdü ve ışığı söndürüverdi. Karanlıkta ağızlar oynamaya başlamıştı. Mum tekrar yandığında ekmek dilimlerinin yerinde durduğu görüldü. Herkes kardeşini kendisine tercih ederek önündekini kardeşinin önüne sürmüştü.

Ona göre en faydalı fakirlik, insanın hoşlanarak tahammül gösterdiği fakirlikti. Yani sebeplere değil, sebeplerin sahibi Allah’a sarılmaktı. Zenginlik sebebe güvenmekti. Sebebi bırakan Hakk ile, sebebe güvenen halk ile ve nefsiyleydi. Çünkü sebebleri terk, keşf ve temaşa mahalliydi.

İhlâs, bir amel yapınca bununla anılmayı arzu etmemen, saygı görmeyi istememen, amelinin sevabını Allah’­tan başkasından beklememendi. En faydalı ihlâs ise riyayı, yapmacıklığı ve olduğundan fazla görünmeyi senden uzaklaştıran ihlâstı. En büyük tevazu da sendeki kibri defedip öfkeyi öldüren tevazuydu.

Günahla ilgili şunları söylerdi:

“Günahın en zararlısı, bilmeden şuursuzca yaptığın taattır. Çünkü bunun sana verdiği zarar, bilmeden yaptığın günahtan daha beterdir. Günahın azını küçümseyip basit gören büyüğüne yakalanıverirdi”

Şöyle anlatırdı:

Geriye kalan bir kaç günlük ömrünü ganimet bil. Şu kısa ömrünü, doğru dürüst geçir ki eski yaptığın günahlar bağışlansın.

KABİN DEVASI

Kalbin devası beş şey iledir, derdi:

  1. Salihlerle oturup kalkmak.
  2. Kur’ân okumak.
  3. Mideyi boş tutmak.
  4. Gece namaz kılmak
  5. Seher vakti Allah’a iltica.

Kaynaklar Sülemi, Tabakatu’s-sufiyye. 137-140; Hılyetü’l-evliya, IX, 280-297; Keşfu’l-mahcub (trc. Lamii Çelebi). 228; Sıfatu’s-safve, IV, 277-278; Tezkiretü’l-evliya, 410-412; Nefeha-tü’l-üns Terc. 143-144; Şarani, I, 83; el-Kevakibu’d-dürriyye, I, 197-198. A’lamü’n-nübelâ, X, 487-488, XI, 409-410.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER

 

İslam ve İhsan

HASAN BASRİ HAZRETLERİ KİMDİR?

Hasan Basri Hazretleri Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.