Sultan 1. Rükneddin Mesud Kimdir?

Sultan 1. Rükneddin Mesud kimdir? Anadolu Selçuklu Devleti’nin 5. Sultanı 1. Rükneddin Mesud’un hayatı...

Danişmendli Beyi olan kayınpederi Emir Gazi desteğiyle Anadolu Selçuklu tahtına çıktı.

SULTAN 1. RÜKNEDDİN MESUD’UN HAYATI

Sultan 1. Kılıçarslan’ın en büyük oğlu Şahinşah (Melikşah), babasının Habur çayında boğulması üzerine Emir Çavlı tarafından 1107’de esir edilerek İsfahan’a götürüldü. Daha sonra Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Muhammed Tapar tarafından serbest bırakılarak "Sultan" ilan edildi. Sultan Şahinşah Konya’ya gelince üvey kardeşleri Şehzade Mesud ve Arab’ı hapse koymuştu.

Şahinşah, cesur ve hareketli bir genç olduğundan askerinin sayıca az, silâhça yetersiz olmasına bakmadan hemen Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos ile mücadeleye girişti. 1116 yılında imparatorla yaptığı savaştan sonra beyleriyle beraber Afyonkarahisar yakınında bulunan ordugâhına geldi. Burada Aleksios Komnenos ile barış antlaşması imzaladı ve Bizans imparatoru, Selçuklu Sultanına çok miktarda para verdi.

İmparator, Mesud’un tahta geçmek için ağabeyini ele geçirmek istediğini haber alınca Sultana ordugâhta kalmasını tavsiye etti. Şahinşah’ın buna yanaşmaması üzerine Aleksios Komnenos, Konya’ya kadar bir Bizans askerî birliğinin refakatinde gitmesini söyledi. Fakat Selçuklu hükümdarı, Mesud’un Sultan olmak için harekete geçtiğine inanmadığı için bunu da reddederek Bizans ordugâhından ayrıldı.

SULTAN 1. RÜKNEDDİN MESUD TAHTA NASIL GEÇMİŞTİR?

Şahinşah’ın bir emîri ona isyan ederek Mesut’u hapisten çıkarıp Danişmentli Emîr Gazi’nin yanına götürdü ve Mesut burada Sultan ilân edildi. Şahinşah, Konya istikametinde ihtiyat tedbiri almadan yola çıkmakla beraber yağmacı toplulukların olup olmadığını anlamak için keşif müfrezeleri gönderdi.

Yolda Mesud’la karşılaşıp onun saflarına katılan müfrezeler geri dönerek Sultana yolun tehlikesiz olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine yoluna devam eden Şahinşah, Mesut’un askerleriyle karşılaşınca geri dönüp kaçmaya başladı. Fakat daha önce Mesut’a katılmış olan Poukheas adlı bir emîr, Şahinşah’ın sadık bir taraftarı gibi görünerek ona imparatorun yanına değil Akşehir’e çok yakın olan Tyragion kasabasına gitmesini tavsiye etti, Sultan da onun dediğini yaptı. Kasabanın Hıristiyan halkı Şahinşah’ı güler yüzle karşıladıysa da çok geçmeden Mesut şehri kuşattı ve Rumlar Şahinşah’ı Mesut’a teslim etmek zorunda kaldılar. Mesud, 1116 yılında ağabeyinin gözlerine mil çektirdi ve ardından Konya’ya götürüp hapsetti. Ancak bir yıl sonra gözlerinin tam kör olmadığı anlaşılınca öldürüldü.

SULTAN 1. RÜKNEDDİN MESUD DÖNEMİ (1116-1155)

Danişmentli Emîr Gazi, Mesut’un Sultan olmasında oynadığı mühim rolden sonra onu kendine bağlamıştı. 1. Rükneddin Mesud kayınpederi Gazi’nin ölümüne kadar ona olan bağlılığını sürdürdü. Haçlılar karşısında kazandığı başarılarla temayüz eden Artuklu Belek b. Behrâm’ın ölümü üzerine Emîr Gazi, 1124 yılında Malatya’yı ele geçirmek için seferber oldu ve Mesud ile ittifak yaptı. Ancak Malatya’yı bir ay kuşattılarsa da alamadılar. Ancak şehri altı ay daha savunan I. Kılıçarslan’ın hanımı Ayşe Hatun ile oğlu Tuğrul Arslan, 10 Aralık 1124’te şehri Danişmentlilere teslim edip Minşar Kalesi’ne çekildiler.

Ankara ve Kastamonu meliki olan Mesut’un diğer kardeşi Melik Arap, Selçuklulara ait Malatya’nın Danişmentli Emîr Gazi’nin eline geçmesine ve kardeşinin de buna yardım etmesine çok öfkelendi. Bu yüzden 30 bin kişilik bir ordu ile Sultan Mesud’un üzerine yürüdü. Mağlûp olan Mesud yardım istemek için Bizans’a gitti. Melik Arab da Konya’yı kuşattı. Mesud’un gelişine sevinen 2. Ioannes çok miktarda para ve asker vererek onu ülkesine gönderdi. Sultan Mesut, Emîr Gazi’nin yanına gitti. İkisi birlikte 1126 yılında Melik Arab’ın üzerine yürüyerek onu yendiler ve Ermeni hâkimi 1. Toros’un yanına gitmeye mecbur ettiler. Emîr Gazi ve Sultan Mesut 1127’de Ankara’yı Melik Arab’dan aldılar. Melik Arab, 1128 veya 1129 öldü.

1130 yılında Emîr Gazi ile Sultan Mesut ve Bizans imparatorunun kardeşi Isaakios Malatya’da toplanıp kışı orada geçirdiler. Ertesi yıl Sultan Mesut, Uluborlu’ya kadar sokulmuştu. Fakat askerleri açlıktan dolayı hiçbir şey yapamayınca şehri alamamış ve kırsal kesimi yağmalayıp Konya’ya dönmüştü. Aynı yıl Emîr Gazi, Sultan Mesud’u da yanına alarak Karadeniz’in kıyı bölgesini ele geçirdi. 1132’de İmparator Ioannes, Bitinya ve Paflagonya’dan yürüyüp Kastamonu’ya geldi, şehri kuşatıp ele geçirdi ve esir aldığı Türklerle birlikte İstanbul’a döndü. Ancak ertesi yıl Emîr Gazi Kastamonu’yu muhasara edince çok geçmeden açlık baş gösterdi ve halk şehrin kapılarını ona açtı.

EMİR GAZİ’NİN ÖLÜMÜ

Emîr Gazi, 1134 yılında vefat etti. Ölümünde Fırat’tan Sakarya boylarına kadar uzanan Anadolu’nun büyük bir kesimi idaresi altında bulunuyordu. Sultan Mesud’a tahtı temin etmesi karşılığında onu kendine bağladığı gibi Selçuklulardan Malatya, Kayseri, Çankırı, Ankara ve Kastamonu yörelerini de alıp ülkesine katmıştı. Bu durumda Selçuklu ülkesi Konya, Niğde, Afyonkarahisar, Aksaray yörelerine münhasır kalmıştı.

Emîr Gazi’nin ölümünden sonra en büyük oğlu ve halefi Muhammed ile Sultan Mesut arasında veraset meselesi yüzünden ihtilâf çıktı. Bunu öğrenen İmparator Ioannes, Sultan Mesud ile bir dostluk antlaşması imzaladı, arkasından Danişmentoğlu’nun üzerine yürürken Sultan Mesud’un da savaşa katılmasını istedi. Selçuklu hükümdarı da bir askerî kuvvet yolladı. İmparator bu destekle birlikte Çankırı’yı kuşattı. Muhasara devam ederken Melik Muhammed bazı tâvizlerde bulunarak Sultan Mesud’la ittifak yapınca Selçuklu askerî birliği imparatorun ordusundan ayrıldı. Bunun üzerine kuşatmayı kaldıran imparator kışı geçirmek için Orhaneli’ne çekildi.

BARIŞ YOLUYLA YAPILAN FETİH

1135 baharında Kastamonu’ya hareket ederek burayı barış yoluyla aldı; bir müddet muhasara ettiği Çankırı’yı da ele geçirip muhafızlar bıraktıktan sonra İstanbul’a döndü. Fakat çok geçmeden Türkler her iki şehri de geri aldılar.

İmparator Ioannes 1137’de Kilikya’ya sefere çıkmış, oradan da Suriye’ye inmişti. Burada Şeyzer şehrini kuşattığı sırada Sultan Mesud, muhtemelen imparatorun geri dönmesini sağlamak için Bizans topraklarına saldırıp yağmaladıktan ve çok sayıda esir aldıktan sonra ülkesine döndü. Bunu haber alan imparator Suriye’den Kilikya’ya geldi ve Sultanla barış antlaşması yaparak İstanbul’a gitti. Sultan Mesud’un Antalya yöresine akınlar düzenleyip birçok ganimet ve esir ele geçirmesi üzerine imparator 1142 yılının baharında Antalya’ya geldi; şehirde bir müddet kalıp asayişi sağladıktan sonra Beyşehir taraflarına gitti. Ioannes’in buradan Konya’ya yürüyeceği zannını vererek Türkleri korkutmak istediği anlaşılmaktadır. Ancak Kilikya’ya geçen İmparator Ioannes Nisan 1143’te öldü ve yerine oğlu Manuel Komnenos geçti.

Danişmentli Melik Muhammed 1142’de vefat edince hânedan mensupları arasında saltanat mücadelesi başladı ve Danişmentli Devleti birinin merkezi Kayseri, birinin Sivas, birinin de Malatya olan üç kısma ayrıldı. Böylece Anadolu’da Sultan Mesut için uygun bir durum meydana geldi. Sultan Mesud, Kayseri Meliki ve damadı Zünnûn’u himaye ettiği için Zünnûn’un amcaları Malatya Meliki Aynüddevle ile Sivas Meliki Yağıbasan Zünnûn’a karşı bir ittifak oluşturdular. Yapılan savaşta Sultan Mesud, Sivas Meliki Yağıbasan’ı mağlûp ederek Sivas’a girdi ve küçük oğlu Şâhinşah’ı Ankara, Çankırı ve Kastamonu valiliğine getirdi, ardından 17 Haziran 1143’te Malatya’yı kuşattı. Üç ay boyunca bir sonuç alamayınca kuşatmayı kaldırarak Konya’ya döndü.

ARTUKLU BEYLİĞİ’NDE TAHT MÜCADELESİ

Sultan Mesud, 1144 yılında Malatya Meliki Aynüddevle’ye karşı yürüyüp Elbistan yöresini eline geçirdi ve buranın idaresini oğlu Kılıçarslan’a verdi. Bu sırada Artuklu Hükümdarı Dâvut’un ölümü üzerine oğullarından Arslan Doğmuş, Atabek İmâdüddin Zengî’nin yardımıyla babasının yerine geçmek isteyince diğer oğlu Fahreddin Karaarslan Sultan Mesud’un yanına gelmişti. Sultan Mesud’un 20 bin atlı vermesi sonucunda Fahreddin Karaarslan Harput hükümdarı oldu. Mesud aynı yıl Malatya’yı kuşattıysa da Bizans imparatorunun Selçuklu ülkesine yürüdüğünü haber alınca kuşatmayı kaldırıp ona karşı gitti.

İmparator Manuel Komnenos, Selçuklu-Bizans sınırındaki Bizans’a ait Prakana Kalesi’ni aldığı için Sultan Mesud’a mektup yazarak Konya üzerine yürüdüğünü bildirmişti. Akşehir’de Selçuklu öncü kuvvetiyle karşılaşan Bizans ordusu bir süre sonra Konya önlerinde göründü. Bizans ordusu kalabalık olduğu gibi zırhlı birliklere de sahipti. İki taraf arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bizans ordusuna pusu ve baskınlarla büyük kayıplar verdirildi; bu sırada Rumlardan 20 bin kişinin öldürüldüğü rivayet edilir. İmparator, Sultan Mesut’a doğudan yardım kuvvetlerinin gelmesinden kaygılandığı gibi Avrupa’dan da Haçlı ordularının gelmekte olduğunu haber almıştı. Bu sebeple geri dönmeye karar verdi. Selçuklu kuvvetleri Bizans ordusunu Büyük Menderes kıyılarına kadar takip etti.

2. HAÇLI SEFERİ’NİN NEDENİ

1144 yılında Urfa Kontluğu’nun İmâdüddin Zengî tarafından ortadan kaldırılması Avrupa’da derin bir üzüntü ve heyecan yarattı. Bu olay diğer Haçlı devletlerinin varlığını da tehlikeye düşürmüştü. Bu sebeple Alman Kralı III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Saint Louis ordularıyla İstanbul’a geldiler. İstanbul’dan ayrılan Konrad, Dorylaion (Eskişehir) yöresinde Türk ordusuyla karşılaştı. 26 Ekim 1147’de yapılan savaşta Alman ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Sultan Mesud, bu zaferle babası I. Kılıçarslan’ın 1 Temmuz 1097 Eskişehir’de uğradığı yenilginin intikamını almış oldu. Alman ordusundan az bir kısmı İznik’e kaçabilmiş ve Türklerin eline zengin bir ganimet geçmişti.

İznik’te karşılaştığı Konrad’dan felâket haberini alan Fransa Kralı Saint Louis, Eskişehir-Konya yolunu bırakıp Balıkesir-Bergama, Efes-Laodikeia (Denizli) ve Antalya gibi Türk hâkimiyeti dışındaki yollardan gitmeyi tercih etti. Franklar, yol boyunca ağır kayıplar vererek Antalya’ya ulaşabildiler. Buradan gemilerle Suriye’ye gittiler.

HAÇLILARIN ELİNDEKİ MARAŞ’I FETHETTİ

Sultan 1. Rükneddin Mesud, Elbistan hâkimi olan oğlu Kılıçarslan ile birlikte 1149 yılında Tel Bâşir hâkimi II. Joscelin’in elinde bulunan Maraş üzerine yürüyerek şehri kolayca zaptetti. Şehirden serbestçe çıkıp gitme izni alan Haçlılar Antakya’ya giderken Türkler tarafından yok edildi. Sultan Mesud bundan sonra Tel Bâşir’i kuşattı ve Kont II. Joscelin’in Mesud’u metbû tanıması şartıyla barış yapıldı. II. Joscelin bir süre sonra karşılaştığı Halep Hükümdarı Nûreddin Mahmud Zengî’yi yendiyse de Nûreddin Mahmud, Türkmenlerin yardımıyla onu yakalayıp hapse koydu. Bu sırada Sultan Mesud da Keysûn üzerine yürümüş, halk savaşmadan şehri ona teslim etmişti. Ardından çok müstahkem olan Behisni’yi, Ra‘bân Kalesi’ni ve Merzban’ı kolayca ele geçiren Selçuklu hükümdarı, damadı olan Halep Hükümdarı Nûreddin Mahmud’un desteğiyle Tel Bâşir’i kuşattıysa da Joscelin’in karısı Beatrice ile oğlu III. Joscelin tarafından savunulan şehri alamadı. Sultan Mesud fethettiği yerlerin idaresini oğlu Kılıçarslan’a bırakıp ülkesine döndü. 1151 yılında Nûreddin Mahmud Tel Bâşir’i eline geçirirken Sultan Mesut da Antep’i ülkesine kattı.

DANİŞMENTLİLERE BAŞ EĞDİRDİ

1152’de Malatya hâkimi Danişmentli Aynüddevle öldü ve yerine oğlu Zülkarneyn geçti. Sivas, Niksar, Tokat ve Amasya Hükümdarı Yağıbasan yeğenine Sultan Mesut’a baş eğmemesini söylemişti. Sultan Mesut, bunu duyunca öfkelenerek Yağıbasan’ın üzerine yürüdü. Selçuklu hükümdarına karşı koyamayacağını anlayan Yağıbasan itaat göstererek yeğenine yardım etmeyeceğine dair Sultan Mesud’a söz verdi. Sultan Mesud 24 Temmuz 1152’de Malatya’yı kuşatmak için yola çıktı; şehrin çevresini yağmalayıp tahrip ettirdi. Zülkarneyn, annesiyle birlikte Sultanın huzuruna çıkıp bağışlanmalarını rica edince Sultan onları affetti. Zülkarneyn de Sultan Mesut’u metbû tanıyacaktı.

Kilikya Ermeni hâkimi Toros bölgedeki Bizans’a ait şehirleri tamamen ele geçirmişti. Bizans İmparatoru Manuel, Toros’un Kilikya’daki Bizans varlığına son vermesine kızarak Sultan Mesud’u Kilikya’ya yürümeye teşvik etmiş ve bunun için Selçuklu hükümdarına para göndermişti. Esasen Sultan Mesut da Türk sınırlarını ihlâl ettiğinden Toros’a karşılık vermek istiyordu. Sultan, 1153 yılı baharında Danişmentli Yağıbasan’ı da yanına alarak Kilikya üzerine yürüdü. Ancak Ermeniler, Toros geçitlerini savundukları için Sultanın Kilikya’ya girmesi mümkün olmadı ve ülkesine dönmek zorunda kaldı.

Sultanın dönüşünden az sonra Kilikya’ya girmiş olan bir Bizans ordusu da Tarsus kapılarında Ermeni kuvvetleri tarafından mağlûp edildi.

Sultan 1. Rükneddin Mesud, ertesi yıl yeniden Kilikya’ya yürüdü ve bu defa güçlük çekmeden şehre girdi. Misis ve Anazarba’dan sonra Toprakkale’ye kadar ilerledi. Oradan Kılıçarslan’a bağlı emîrlerden Yâkup Bey’i 3 bin kişilik bir kuvvetle Antakya yöresine akına gönderdi. Fakat Yâkup Bey ve askerleri, Haçlı Templier şövalyeleriyle Toros’un kardeşinin kumandasındaki Ermeni askerleri tarafından pusuya düşürüldü ve büyük bir kısmı şehit edildi.

SULTAN 1. RÜKNEDDİN MESUD’UN KABRİ NEREDE?

Kilikya seferinden döndükten sonra hastalanan Sultan Mesut’un, öleceğini anlayınca Elbistan Meliki olan oğlu Kılıçarslan’ı Konya’ya çağırıp tahta oturttuğu ve başına tacını koyup ona biat etti. Bir süre sonra 1155 veya 1156’da vefat etti. Cenazesi Alâaddin Camisi avlusundaki türbede defnedildi.

ANADOLU’YA NE ZAMAN TÜRKİYE DENİLMEYE BAŞLANMIŞTIR?

Anadolu’ya Sultan 1. Rükneddin Mesud zamanına gelinceye kadar “Romania” (Romalılar ülkesi) deniliyordu. Onun devrinde Batılılar Anadolu’yu “Turchia” (Türkiye) adıyla anmaya başladı. Ermenilerin de Anadolu’nun Türklerin hâkimiyetinde bulunan büyük kesimine “Türkistan” adını verdikleri görülür.

Kaynak:DİA

İslam ve İhsan

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ SULTANLARI

Anadolu Selçuklu Devleti Sultanları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.