Zünnûn-i Mısrî Hazretleri’nin Sohbeti

Zünnûn-i Mısrî Hz. nasıl sohbet ederdi? Zünnûn-i Mısrî Hazretleri’nin tavsiyeleri ve hikmetli sözlerinin yer aldığını bir sohbetini istifadenize sunuyoruz.

Zünnûn-i Mısrî -rahmetullâhi aleyh- bir sohbetinde şöyle buyuruyor.

HAYIRLI OL, HAYRI VASFEDEN OLMA!

Fakrı göğüsle, sabrı yastık edin, şehevâta yani nefsin isteklerine karşı dur, hevâ ve hevese uyma, bütün işlerinde Allah’tan kork. Bunları yerine getirirsen sende şunlar ortaya çıkar; şükür, rızâ, havf, recâ ve sabır. Bu beş şey de şu beş şeyi doğurur; ilim, amel, ferâizi edâ, haramlardan sakınma ve ahitlere vefâkâr olmak. Bu beş şeye ulaşabilmen için de şu beş şeyin tahakkuku lâzımdır. Geniş bir ilim, sadra şifâ verecek bir irfan, hedefe ulaştıran bir hikmet, açık bir basîret ve Allah’tan korkan bir nefse sahip olmak.

Yazıklar olsun, yazıklar olsun şu beş şeye müptelâ olana: (Her türlü hayırdan) mahrûmiyet, isyan içinde bulunmak, ilâhî yardımdan mahrum bırakılmak, Allâh’ın gazabını çeken bir şeyi nefsin güzel bulması, yaptığı şeylerle insanları küçük görüp onları incitmek.

Beş şey vardır ki çirkinin çirkinidir: Hoş olmayan işler yapmak, kötü amellerde bulunmak, günah ve suçlardan oluşan ağır yükü sırtlanmak, Allâh’ın hoşnut olmayacağı bir şekilde insanların ayıplarını tecessüs etmek, Allâh’ın hoş görmediği bir biçimde O’nunla çekişmek.

Şu on şeyde samimi ve ihlâslı olana müjdeler olsun. Ne mutlu o kişiye ki, ilminde, amelinde, sevgisinde, nefretinde, almasında, vermesinde, konuşmasında, susmasında, sözünde ve fiilinde hep samîmidir.

Bilmiş ol ki helâl mal elde etmenin yolu beştir: Doğruluktan ayrılmadan yapılan ticaret, hakkını vererek yapılan zanaat (meslek), kara ve deniz avı, helâl yoldan kazanılmış mala vâris olmak, sevip râzı olduğun yerden gelen hediye.

Şu beş şey hariç diğer dünyalıklar fazlalıktır: Seni doyuracak kadar ekmek, kandıracak kadar su, soğuktan ve sıcaktan koruyup örtecek bir elbise, başını sokup sığınabileceğin bir ev ve amel edeceğin ilim. Bunlardan fazlası fuzûlîdir.

Fakat bunlarla beraber şu beş şeyin de bulunması gerekir: İhlâs, sağlam bir niyet, tevfîk–i Rabbânî, Hakk’a muvâfık hareket etmek, yenilen ve giyilen şeylerin tıyb (helâl ve temiz) olması.

Rahat şu beş şeydedir: Kötü arkadaşları terk etmek, dünyaya rağbet etmemek, sükûtî olmak, insanların görmediği zamanlarda taatin tadına varmak, Allâh’ın kullarını tahkir edip incitmemek, hatta âsî birini bile küçük görüp ayıplamamak. Bunlara riâyet ettiğin zaman şu beş kötü hasletten kurtulursun: Münâzara, cedel, riyâ, süse önem vermek ve makam sevgisi.

Kalpteki düşünceleri belli bir noktada toplamak şu beş şeye riâyetle mümkündür: Allah Teâlâ’dan başka her şeyden ilgiyi kesmek, hesabı olacak her türlü lezzeti terk etmek, dosta ve düşmana sıkıntı vermemek, yükünü hafifletmek ve biriktirmeyi terk etmek.

Âlim olan kişi şu beş şeyden sakınır: Kaybolacak bir nimetten, inecek bir belâdan, ânî ölümden, öldürücü fitneden, istikrar bulduktan sonra ayağının kaymasından.

Ey kardeşim, hayırla tanın! Hayırlı bir kişi ol! İkide bir hayrı vasfeden olma! Yani hayırlardan bol bol bahsedip de onlarla muttasıf olmamak arzulanan bir şey değildir.

Kardeşim, biliyorum ki, İslâm’dan daha üstün bir şeref, takvâdan daha kıymetli bir üstünlük ölçüsü, verâdan daha sağlam bir bağ, tevbeden daha etkili bir şefaatçi, âfiyetten daha değerli bir libas, selâmetten daha koruyucu bir yol, kanâattan daha değerli bir hazine, olana râzı olmaktan daha değerli bir servet yoktur. Azığını yetecek oranda tutan rahata kavuşur. Rağbet ve düşkünlük göstermek, yorgunluk kapısını açan anahtar, bitkinliğe götüren binittir. Hırs, dâimâ insanı günaha çağırır. Açgözlülük her türlü ayıbı içinde saklar. Nice tamah vardır, yalancıdır. Nice emel vardır, zarara götürür. Nice ümit vardır, mahrumiyet kapısını açar. Nice kârlı görünen işin sonu, hüsrândır.

İmanın Alametleri

Şu üç şey îmânın alâmetlerindendir:

  1. Müslümanların dertleriyle dertlenip gönlün mahzun olması,
  2. Onların kendisine karşı su-i zanlarının acısını yutup, onlara karşı her türlü hayrı saçmak. Bol bol nasihat edip, haklarında cömertçe hayırlar dilemek.
  3. Onları faydalarına olan hususlara irşâd etmek. Her ne kadar câhillik edip bu hareketi hoş görmeseler de.

Hak ile sohbetin O’nun emrine muvâfakat tarzında, halk ile sohbetin onlara öğüt ve nasihat türünde, nefis ile sohbetin ona muhalefet şeklinde, şeytanla beraberliğin ona düşmanlık tarzında olsun!

İnsanların ayıpları kendi ayıbınla meşgul olmana engel olmasın. Onların ayıpları ile uğraşıp da kendini unutma. Sen onların murâkıbı değilsin.

Allâh’a kullarının en sevimli olanı, onların en akıllı olanıdır. Kişinin aklının kemâli ve bu akla rağmen tevâzû sahibi oluşu, bildiği bir şeyi anlatsa bile konuşan kimseyi güzelce dinlemesi, kendinden aşağı birisinden gelse bile, hak ve hakîkati hemen kabul etmesi, hatâ yaptığı zaman hatâsını itiraf etmesi ile anlaşılır.

Selim Bir Akla Sahip Olmayanlar

Şunlar selim bir akla sahip değildir:

- Dünya işinde zeki olup da âhiret işinde ahmak olan;

- Hilm ile akıl ve izan ile muamele edilmesi gereken yerde akılsızca davranıp sefih olan;

- Tevâzû gösterilecek yerlerde kibirlenen;

- İstek ve arzu olması gereken yerlerde arzu istekten müstağni kalan;

- Kendi hakkı için kızan;

- Akıllıların rağbet ettikleri şeyleri terk eden;

- Zeki kişilerin terk ettiklerine rağbet eden;

- Mevlâ’dan gelen çoğu azımsayan;

- Az şükrünü çok gören;

- Başkasından kendisine karşı insaflı olmasını isteyip de kendisi başkasına insaflı davranmayan;

- Allah Teâlâ’yı itaat etmesi gereken yerlerde unutup, yalnız ihtiyacı olduğu yerlerde hatırlayan;

- İlmi şöhret için öğrenen sonra da hevâsını ona tercih eden;

- Allah güzelce setrettikten, ayıp ve kusurlarını örttükten sonra O’na karşı hayâsı az olan;

- Nimeti izhar etmek yolu ile şükretmekten gâfil olan; d

- Düşmanın direnci karşısında kurtuluşu için mücâhede etmekten âciz kalan;

- Şahsiyeti giydiği elbise kadar olan;

 - Edeb, verâ ve takvâyı kendisine libas yapmayan;

- İlmini, mârifetini mecliste kendisine süs ve kisve olarak kabul eden.

Şunlardan Ayrılmayın

Şu üç şeyden ayrılmayın:

  1. Dininize îmânınızın gözlüğüyle bakınız.
  2. Dünyada iken âhiret azığınızı hazırlamaya çalışın,
  3. Yapmanızı ya da yapmamanızı istediği hususlarda Rabbinizden dâimâ yardım talep ediniz.

Başkalarının ayıplarına bakan kişi kendi ayıplarını göremez. Cennet ve cehenneme önem veren kimse dedikodu ile meşgul olamaz. İnsanlardan kaçan, şerlerinden kurtulur. Nimete şükredene nimet artırılır.

Zünnûn-i Mısrî  Hazretleri’nin Dostuna Mektubu

Dostlarından birisi rahatsızlandı. Bir mektup yazıp ondan duâ talebinde bulundu. Karşılık olarak şu mektubu gönderdi:

“Benden üzerindeki nimetin zail olması için duâ talebinde bulunuyorsun. Kardeşim şunu bil ki, hastalık, safâ ve dert ehlinin yalnızlığını giderdiği bir mücazât (karşılık)tır. Hastalık şifâyı (ve Şâfi olan Allâh’ı) hatırlatır. Belâyı nimet saymayan, hikmet ehlinden biri olamaz.

Kendine karşı müşfik davranandan emin olmayan kimse, töhmet ehli kimselere güvenmiş olur. Ey kardeşim, seni şikâyetten alıkoyacak bir hayâ duygusuna sâhip ol! Allâh’ın selâmı üzerine olsun.”

Bir başka mektubunda şunları söyledi:

“Hâlimin nasıl olduğunu soruyorsun. İçimi sızlatan acılar arasında bilmem ki hâlimi nasıl arz etsem. Bu sancılardan dördü var ki beni ağlatıyor: Gözümün sağa sola bakmaktan hoşlanması, dilimin faydasız söze tutkunluğu, kalbimin riyâset sevgisiyle dolu oluşu ve Allâh’ın râzı olmadığı hususlarda, Allah düşmanı İblis’in çağrılarına kulak verişim.

Şu dört şey de beni mahrum ediyor: Çirkin günahlardan dolayı ağlamayan göz, öğüt verilince ürpermeyen gönül, dünya muhabbeti sebebiyle anlayış gücü zayıf düşmüş akıl ve sonuçta Allâh’ı tanıma noktasında daha da geriye götüren mârifet.

Şu dört husus da beni bitkin düşürüyor: Îmânın en üstün hasletlerinden biri olan hayâ duygusunu kaybedişim. Âhiret için en hayırlı azık olan takvâdan mahrum oluşum. Dünya muhabbetiyle ömrümü tüketişim. Benzerini bir daha elde etmem mümkün olmayan bir kalbi zâyî edişim.”

Kendisine veda eden birine dedi ki: “Ebû Yezid’e de ki: Kafile geçip gitmişken uyku ve rahat ne zamana kadar devam edecek? Ebû Yezid buna şu karşılığı verdi: “Kardeşim Zünnûn’a de ki: Gerçek er o kimsedir ki, bütün gece uyur da, yine de menzile kafileden önce varır.” Bunun üzerine şöyle dedi: “Ne mutlu ona. Bu öyle bir sözdür ki, bizim hâlimiz henüz o mertebeye ulaşmamıştır.”

“Vallâhi ben seni seviyorum” diyen birisine dönüp şöyle mukabelede bulundu: “Allâh’ı bilip tanıyorsan, O sana yeter. Yok, eğer bilmiyorsan, O’nu tanıyan bir ârif ara ki, seni Allâh’a götürsün de sen de bu sayede Mevlâ’na karşı nasıl bir hürmet göstereceğini bilesin.”

“Kimlerle oturup kalkayım” diye soran birisine şu cevabı verdi: “Gördüğün zaman sana Allah Teâlâ’yı hatırlatan, gönlüne heybeti düşen, konuşması senin amelini artıran, ameli ile dünyaya olan rağbetini kesen, yakınında bulunduğun müddetçe Allâh’a isyan ettiğini görmediğin, sözle değil de hâl diliyle öğüt veren kimselerle otur kalk. Böyle kimseler, zaman olur sana tavsiye ettiği şeyleri kendisi yapmayabilir. Zîra kişi bazen öyle işler yapar ki içinde bulunduğu hâl öyle davranmasını gerektirmiş olabilir. O zaman seni diliyle yapman gereken şeylere irşad eder. O anda senin hâlin neyi gerektiriyorsa onlara delalet eder. Fakat sana söylediği şeyler kendisi için gerekli olmayabilir. Yukarıda geçen “hâl dili” ile maksat, o kişinin bütün işlerinde istikamet ehli olması gerektiğine işaret içindir. Biraz önceki izahla alakalı bir âyet meâli şöyledir: “Siz insanlara iyiliği (birr) emreder de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki siz kitabı da okursunuz. Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara, 44) Dikkat edilirse burada (el-birr) kelimesi belli bir iyiliği (birr) değil her türlü iyiliği ifade etmektedir.

“Bana sıdk ve mârifet yolunu göstersen” diyen birine cevaben dedi ki: “Bak kardeşim, hangi hâlde bulunuyorsan o hâl üzere sıdk içinde, kitap ve sünnete uyarak Allâh’a karşı vazifeni yerine getirmeye bak. Yükselmediğin makama çıkma, ayağın kayıp düşersin. Zîra sana o makama çıkman işaret edilirse düşmezsin, fakat sen kendiliğinden o hâle yükseleyim dersen düşersin. Kesin olarak görüp bildiğin şeyi, şüpheli olarak umduğun şey uğruna terk etme.

Bir gence de şu tavsiyelerde bulundu: “Ey delikanlı! Nefsine melâmet silâhı ile (onu kınayıp ayıplamakla) karşı çıkıp, zulmün her türlüsünü defederek onu derli toplu bir şekle sok. Böyle yaparsan yarın selâmet (kurtuluş) elbisesini giyersin. Onu emniyet bahçesinde hapset. Îmânın gerekleri olan farzların acılığını ona tattır ki, Cennet nimetlerine ulaşasın. Sabır kadehinden ona yudumlat. Fakrı ona vatan eyle ki işin tamam olsun.

Genç: “Söylediğin şeylere hangi nefsin gücü yetebilir” deyince şöyle devam etti: “Bir nefis ki… Azlığa sabreder. Gece karanlığında kendini ibâdete verir. Şartsız ve istisnasız dünyayı verip, âhireti satın alır. Allah korkusu ve O’nun için mahzun olma zırhını giyer. Cehâletin karanlığından ilmin aydınlığına çıkar ki zîra cehâletin karanlıkları içinde bir şey yapılamaz. Lezzetleri terk edip kendine hâkim olur. Gözünü âhirete diker. Fenâ diyarına basîretle nazar eder. Günahlardan geri durur. Yiyecek olarak aza kanaat eder. Hevâ ordularını mağlup eder. Zifiri karanlıkları aydınlatır (cehâleti ortadan kaldırır). Şevk ve iştiyak maskesi ile başı örtülür. Sabah karanlığında kendisine zor gelecek işleri yapmak için paçaları sıvar. Güzel yiyecekleri bırakıp basit şeylerle geçinir. İşte böyle bir nefis gerçek mânâda hem kendisine hem de başkalarına hizmet edebilir. Söylediğim hususları ancak böyle bir nefis gerçekleştirebilir. Yarın için güzel ameller işler. Tabii bütün bunlar Hay ve Kayyûm olan Allah Teâlâ’nın yardım ve inâyeti ile olacak şeylerdir.”

“Kiminle sohbet edeyim?” diye sorana: “Hastalandığında seni yoklayan, günah işlediğinde kendisine başvuracağın zât ile.” dedi.

Şöyle anlatıyor: “Mukattam dağında esirdim. Bir mağaranın kapısında bir adam şunları söylüyor: ‘Kalbimi ümitsizlikten kurtarıp ümitle mâmûr eden zâtı tesbîh ederim. O’ndan gelen ümitsizlik benden ayrıldı. Bana O’ndan bir ümit geldi de ben böylece ümit sâhibi oldum.’ İbâdetten yorulmuş, zâhitlikten bitkin düşmüş bir hâldeydi. Kendisine sokulup: “Bana nasihat et!” dedim. Şunları söyledi: “Göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa Allah’tan ümidini kesmemeye bak! Sevinçle üzüntüyü bir gör. Allah ile aranı açmaz, vuslata koşarsan kıyâmette gerçek sevinci görürsün.” Biraz daha nasihat etmesini arzu ettiysem de o: “Bu sana yeter!” diye kestirip attı.

Zünnûn-i Mısrî Hazretleri’nin Duası

 Şöyle duâ ederdi:

“Güç senindir, bolluk sendendir. Sen her yaratığına kuvvet ve kudretinle yardım edensin. Sen dilediğini yapansın. Sana aslâ acz ve cehâlet ârız olamaz. Noksanlık ve ziyâdelik Sana tuzak kuramaz. Nasıl kurabilsin ki, onları da Sen var ettin. Onlar Senin yaratığın, Sen bütün delillerinle mevcûd iken onlar yoktu. Yaratıkları Senden başka var edecek yoktur. Her kavranan şey kendisinin mahlûku, her mahlûk kendisinin sanat eseri olan zâtın şânı ne yücedir. Bu dünyada gözler O’nu kavrayamaz. Hiçbir mekân O’ndan müstağnî olamaz. Seni senden başka hiç kimse gerçek anlamda tanıyamaz. Ancak vahdâniyetini ikrâr edebilir. Mârifeti eksik olandan başka kimse Senden habersiz olamaz. Hiçbir şey Sana diğerini unutturamaz. Senin kudretine kimse sınır çizemez. Hiçbir yer Sensiz olamaz. Hiçbir durum, Seni başkasından alıkoyamaz.

Allâhım, gözlerimizi yaşlı, gönüllerimizi ibretle dolu eyle! Kalp­le­ri­mi­zi Senden korkarak semâ kapılarına yükselt. Gözlerimize bir mârifet ve basîret kapısı aç! Mârifetlerimize, hikmet nûruna nazar kılma anlayışı ver, ey âşıkların gönül dostu ve ey gönüllerin nihâî durağı!

Allâhım, Sen dostlarına yakın olansın. Tevekkül ehline yetensin. Sen onların gönüllerine ve sırlarına âgâhsın. Benim sırrım Sana açıktır. Ben Sana özlem duyuyorum. Günah beni Senden uzaklaştırınca zikrin beni kuşatır. Bilirim ki, bütün işler senin elindedir. İşlerin kaynağı senin kazâ ve kaderindir. Zillet ve noksana benden uygun kim var? Çünkü beni zayıf yarattın. Affına benden lâyık kim var? Sen bunu önceden biliyorsun. Senin emrin beni kuşatmıştır. Ben senin emrine izninle itâat ettim. Bu yüzden Sana minnet borçluyum. Sen biliyorsun ki ben isyâna düştüm, aleyhimde delilin var. Ben senden rahmetinin gereğini; ihtiyâcımı sadece Sana arz etmeyi, zâhir ve bâtın günahlarımı bağışlayıp beni kendinle her şeyden müstağnî kılmanı diliyorum.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ZÜNNUN MISRİ (K.S.) KİMDİR?

Zünnun Mısri (k.s.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.