Zulme Nasıl Mâni Oluruz?

Garip ve kimsesizlere acı; fakat zâlimlere daha fazla acı!.. İnsanlığa veda eden kapitaliste, işçisinin ve emri altındakinin hak ve hukukunu çiğneyen gaddar patronun sefil rûhuna ve; “Acıyın bize!” feryatlarını duymayan sağırlaşmış kalplere bilhassa acı! Bu acımadan kastedilenin de; onları îkaz etmek, yanlışlarını kavratmak, zulümlerini engellemek ve onlara merhameti öğretmek olduğunu unutma!..

İŞÇİSİNİN, MÜŞTERİSİNİN HAKKINI YİYEN PATRONLAR

Îmânın en büyük meyvesi olan merhamet; sadece zayıfa, fakire ve kimsesizlere acımak değildir. Bir zulüm karşısında asıl acınacak hâlde olan, mazlumdan ziyâde zâlimin taş kesilmiş vicdânıdır. Bu dünyada asıl acınacak kimseler, daha fazla kazanma hırsıyla işçisinin, müşterisinin hakkını yiyen zâlim patronlardır. Asıl zavallı durumunda olan, fânî saltanatlarının esiri olmuş zâlimlerin kirlenmiş ruhlarıdır. Bir zulüm ve haksızlık rejimi olan kapitalist sistemde, mazlum fakirlerden önce, mütekebbir varlıklıların sefih ruhlarına acımak ve onların âkıbetlerinden ibret almak gerekir.

ZULME MÂNİ OLMAK MÜSLÜMANIN VAZİFESİDİR

Ayrıca müʼminlere düşen, onların gelgeç ihtişâmına gönlünü kaptırmak değil, bilâkis onları yumuşak ve münâsip bir lisanla îkaz ve irşâd ederek ıslah olmaları için çalışmaktır. Zira Cenâb-ı Hak, küfürde Firavun derecesinde olan bir kulunun bile îkaz, irşad ve tebliğden mahrum bırakılmasına râzı olmamış, ona bile Musâ -aleyhisselâm-ʼı gönderip “leyyin” yani gönül alıcı, yumuşak bir üslûpla konuşmasını emretmiştir.

Zulme mânî olmak, hakkı tutup yüceltmek, her müslümanın vazifesidir.

Âdeta selde sürüklenen kütükler misâli istikâmetini kaybetmiş kimselere, suyun akışı gibi ferahlık veren bir lisanla yön vermeye çalışmak, bir îman mesʼûliyetidir.

ÂHİRETİN MÜFLİS DİLENCİLERİ

Unutmamak gerekir ki bu fânî dünyanın maddî saltanatına ulaşmak için ilâhî hudutları çiğneyen servet sahipleri, -hâllerini ıslah etmedikleri takdirde- âhiretin müflis dilencileri olacaklardır. Böyle muhterisler için şu ilâhî îkazlar ne kadar da şiddetlidir:

“…Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele!” (et-Tevbe, 34)

(Vay hâline o kimsenin) ki o, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. Hayır! Andolsun ki o, Hutameʼye atılacaktır. Hutameʼnin ne olduğunu bilir misin? Allâhʼın, tutuşturulmuş, (yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşidir.” (el-Hümeze, 1-7)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.