Zekata Tabi Mallar Hangileridir? (Şafii Fıkhı)

Şafii mezhebine göre zekata tabi olan mallar nelerdir?

Zekâta tâbi olan mallar beş sınıftır:

  1. Altın gümüş ve paralar
  2. Ticaret malları
  3. Maden ve defineler
  4. Toprak mahsülleri
  5. Hayvanlar (Koyun, keçi, sığır cinsi ve deve)

a. Altın, Gümüş ve Paraların Zekâtı

Altının nisabı yirmi miskal (85 gram) gümüşün nisabı ikiyüz dirhem (595 gram) dir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “20 miskalden az olan altında ve 200 dirhemden az olan gümüşte sadaka (ze­kât) yoktur.”[1]

Altın ve gümüşün zekâta tâbi olması için külçe veya işlenmiş olmaları farketmez. Altın dinarlar, gümüş dirhemler, işlenmiş olan her türlü altın ve gümüş bilezik, kolye, saat, rozet, kravat iğne­si zekâta tâbidir. Altın ve gümüşten yapılmış ya da bunlarla işlenmiş her türlü ev eşyası, evde bulundurulması ve kullanılması haram olmakla birlikte zekâta tâ­bidir. 

Kullanılması helâl olan süs eşyalarından ve takılardan ise zekât verilmez. Bunlar, kadının örf ve âdete göre israfa kaçmamak kaydıyla kullandığı, topla­m 200 miskâl altını geçmeyen takılardır. Şafi mezhebine göre kadın ziynet eşyaları 200 miskâle ulaşmışsa, israf olarak değerlendirilir; teâmülleri ve mûtadı aştığı için bunların zekâtını vermek gerekir. Hanefî mezhebine göre kadının altın takıları 20 miskalden faz­la olduğunda zekâta tâbidir.

Kadınların zinet eşyası olarak vücutlarına taktıkları inci, zümrüt ve yakut gibi süs eşyası ve mücevherata zekât gerekmez. Ancak bunlar, ticaret için elde tutulursa zekâtlarını vermek gerekir.

Günümüz­de altın ve gümüşün yerine nakit olarak kullanılan madenî ve kâğıt paralar, bankalardaki yatırımlar, çek ve senetler de altın hükmündedir. Dolayısıyla bunların da zekât­larının verilmesi gerekir. Para veya dövizlerin nisabı, altının nisabına göredir.[2] Para veya döviz 85 gram altın değerine ulaştığında zekâta tâbidir.

Altın, gümüş ve paralarda zekât oranı 1/40 yani % 2.5’tur. Nakit parası, döviz, altın veya gümüşü bulunan bir kişi, kesin alacaklarını da ekledikten sonra elinde 85 gr. altın değerinden daha fazla parası olduğu anda zengin sayılır. Bir yıl sonra hesap yaptığında üzerinde temel ihtiyaçları haricinde 85 gr. altın değerinde paraya sahip olduğunu gören kişi parasının kırkta birini zekât olarak vermek zorundadır.

Kişi, her biri nisap miktarından az olan altını ile gümüşünü, nisabı tamam­lamak için birbirine eklemek mecburiyetinde değildir. Diğer mezheplere göre altın ve gümüşü birbirine katar ve kırkta birini fakir­lere zekât olarak verir.

Evi olmayan bir kimse, ev almak için biriktirdiği paranın üzerinden bir sene geçer de henüz ev almamış olursa, parası da nisap miktarından fazla ise bu paranın zekâtını vermesi gerekir. Finans kurumları gibi kâr ortaklığına para yatırıldığı takdirde bu paraların hem sermayesinden hem de elde edilen kârından yılsonu itibariyle kırkta bir oranında zekât vermek gerekir.

Nakit altın, gümüş veya para zekâtının nakit olarak verilmesi gerekir. Nakit para yerine aynı değerde başka bir malı fakire vermek caiz olmaz. Bir kimse nakit para olan zekâtını dağıtmak üzere bir vekile veya ze­kât işinde çalışan bir görevliye verirse, bunun nakit olarak fakirlere verilmesi gerekir. Yani bu parayla giyecek veya gıda maddesi alınıp fakirlere dağıtılamaz­.

b. Ticaret Mallarının Zekâtı

Kur’ân-ı Kerîm’de ticâret mallarının zekâtının verilmesi emredilmiştir:

“Ey imân edenler! Kazandıklarınızın helâl ve güzel olanlarından infâk ediniz”[3]

Ticaret mal­larının zekâta tâbi olması için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:

  • Ticaret yoluyla kâr etmek için bulundurulan her çeşit mal, zekâta tâbi olur. Tüccarın peşin veya vadeli olarak satın aldığı mal, ticaret malı olduğu için zekâta tâbi olur. Ama tüccar da olsa bu kişinin elindeki mal, miras kalma gibi bedel öde­meksizin mülkiyetine geçmiş ise, bu malda ticaret niyetiyle tasarrufta bulunul­madıkça zekât vermek gerekmez.
  • Hangi cinsten olursa olsun ticaret mallarının değeri, altının nisabına ulaşırsa zekâtının verilmesi gerekir.
  • Bir malın ticaret malı olabilmesi için iki unsurun birlikte bulunması gerekmektedir. Amel (alım-satım işi) ve niyet (kâr etme kasdı). Bunlardan biri eksik olsa, o mal ticaret malı olmaz. Kişi, elindeki malının ticaretini yapmaya niyet etmezse bu malı zekâta tâbi olmaz. Sahip olduğu malı, kullanım için bulundurmaya niyetlendiğinde, zekâtın vücûbu için şart olan bir yılı doldurma süreci durur, ticaretini yapmaya niyetlendiğinde bu süre tekrar başlar.
  • Ticaret malı, mülk edildikten sonra üzerinden bir yıl geçmiş olmalıdır. Bir yıl geçmedikçe zekâtının verilmesi gerekmez.
  • Ticaret mallarının tümü yıl içinde nisabtan az miktarda­ki bir paraya çevrilmiş ise, bir yıllık sürenin geçme şartı işlemez; zekâtının ve­rilmesi de gerekmez. Zekât yükümlüsü bu parayla başka bir ticaret malı satın alırsa bir yıllık sü­re, bu malı satın aldığı tarihten itibaren işlemeye başlar. Ama kişi, yanındaki ticaret malının bir kısmını nisap mik­tarından az olan bir paraya çevirir, bir kısmını da mal olarak bırakırsa veya bu malların hepsini yıl sonunda satarsa, bir yıllık süre kesilmez, işlemeye devam eder.
  • Ticaret mallarında zekât, sadece kârdan değil kâr ve sermayenin bütünü dikkate alınarak verilir. Tüccar zarar etse bile, malı nisâbın üzerinde olduğu sürece zekâtını vermelidir. Ticaret mallarının değeri, yıl sonunda nisap miktarını geçiyorsa sadece yıl sonu nazarı itibara alınarak zekâtını vermek gerekir. Örneğin Ramazan’ın 5’in nisap miktarı paraya sahip bir tüccar, 20 bin lira ile işe baş­lamış ve bir yıl sonra Ramazan’ın 5’inde parası 40 bin lira olmuş ise, 40.000 liranın zekâ­tı olarak 1.000 lira zekât vermesi gerekir. Yıl içinde nisap miktarı üzerindeki azalma ve çoğalmalar dikkate alınmaz. Kârın üzerinden bir yılın geçmesi şart değildir.
  • Ticaret malı, meralarda beslenen hayvanlar veya meyve cinsinden bir şeyler olur da hem miktar hem de kıymet bakımından nisaba ulaşırsa zekât, bu malların bizzat kendilerinden verilir. Eğer bu tür mallar, kıymet bakımından nisaba ulaşmışsa zekâtı, ticaret malı hükümlerine göre verilir. Ticaret mallarında zekât oranı kırkta birdir. 

Ticari amaçla elde tutulan ev, dükkân, işyeri gibi binalar ve bütün gayrimenkuller ile satmak için alınan ihtiyaç fazlası arabaların değerleri üzerinden 1/40 oranında zekâtlarının verilmesi gereklidir. Tedavülde bulunan paraya göre değer tak­diri yapılarak ticaret mallarının zekâtı verilir. Bir mal satılmasa bile satış için ilan verilmiş veya satış için bir başkasına yetki verilmişse ticaret malı kabul edilir ve zekâta tabi olur.

Fabrika binası, makineleri, dükkânlar, iş yerleri, çalışma tezgâhları, servis araçları gibi artıcı olmayan sabit sermaye üzerine zekât gerekmez. Kitaplar ve sanat sahiplerinin iş aletleri de zekâta tâbi değildir. Ancak bunlar, kullanılmak için değil de satıp kâr sağlamak için satın alınmışlarsa, ticaret malı sayıldıklarından zekâta tâbi olurlar.

Ev yapımı veya oto­mobil üretiminde kullanılan demir ile sabun üretiminde kullanılan zeytinyağı gibi hammaddeler, mimar veya sanayicinin yanında bir seneyi doldurmuşlarsa, kıymet tespitlerinin yapıla­rak zekâtlarının verilmesi gerekir. Yaklananıp konserve yapılmak üzere hazır bulundurulan hayvanlar ile yine konserve yapılmak üzere hazır bulundurulan nebâtât da bu hükme tâbidir.

Menkul kıymetler borsasında alınıp satılmakta olan hisse senetleri de, ticari bir mal gibi olduğundan bunların değerleri üzerinden kırkta bir (yani % 2.5) oranında zekât verilmesi gerekir.

Şirketlerde her ortağın, şirket dışı mal varlığını da dikkate alarak zekâtını kendi hesaplayıp vermesi esastır. Ancak şirket ana sözleşmesiyle, şirket yönetimine zekâtı hesaplayıp ehline verme yetkisi tanınmışsa şirket yönetiminin yoksullara zekât niyetiyle yaptığı temliklerle ortakların zekâtı verilmiş olur. Bu şekilde zekâtı verilebilecek tâbi müşterek malın, dükkân, ambar, terazi ve bekçisinin aynı olması gerekir. Bu şartları taşıyan ortaklığın zekâtı bir kişinin malıymış gibi ödenebilir.

Kârı belli oranda bölüşmek üzere bir kişinin, başka birine para verip ticaret yaptırma­sına mudârebe ortaklığı denir. Bu ortaklık sözleşmesi, sermaye bir kişiden, emek de diğer kişiden olmak şeklinde yapılır. Böyle bir ortaklıkta sermaye sa­hibi, sermayesinin ve elde ettiği kâr payının zekâtını verir. Emekçi de kendi payına düşen kârın zekâtını verir. Tabii bu kâr payının ortaya çıkmasından iti­baren bir yıllık sürenin geçmiş olması da şarttır.

c. Maden ve Definelerin (Rikâzın) Zekâtı

Rikâz; maden, define, hazine ve insanlar tarafından yeraltına gömülüp gizlenen her türlü kıymetli eşyayı ifade eden umumi bir ıstılahtır. Rikazın, yer altında tabiî halde bulunanına "mâden", insanlar tarafından gömülmüş olanlarında "kenz-define ya da gömü" denir.

Şafi mezhebine göre yer altından çıkarılan ve zekâta tâbi olan madenden kasıt, altın ve gü­müştür. Altın, işlenip temizlendikten sonra, 85 gram saf altın ve gümüş de 595 gram saf gümüş ederse, bunların zekâtı, kırkta bir yani % 2,5 oranında ödenir. Bir sene geçmesi beklenmez.

Hanbelîler’e göre ise yer altından çıkarılan katı-sıvı her türlü maden zekât kapsamına girer. Klasik dönemde fakihlerin altın ve gümüş dışındaki madenlerin zekâta tâbi olmayacağına dair görüşleri, kendi dönemle­rinde o madenlerin ekonomik bir değer taşımamasından kaynaklanmaktadır. Zekâtın emredilmesinin temelinde, servetten pay alıp muhtaç insanlara dağıtma maksadı bulunmaktadır. Günümüzde bütün madenlerin zekâta tâbi tutulması hikmete daha uygun olacaktır. Bu itibarla mermer, bor, petrol gibi yer altından çıkarılan her türlü değerli maden, nisab miktarına ulaşıyor­sa, üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın çıkarıldıktan sonra % 2,5 oranında zekâtı verilmelidir.[4]

Müctehidlerin çoğunluğuna göre denizden çıkan ve ateşte erimeyen madenlerden zekât vermek gerekmez. Ancak Ebû Yusuf’a göre denizlerden çıkarılan inci, anber, yakut, elmas... gibi ateşte erimeyen değerli madenlerden de zekât vermek gerekir.

Definelerin, yerden çıkarıldıktan sonra üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın hemen zekâtının verilmesi gerekir. Bunların zekâta tâbi olması için 85 gr. altın kıymeti olan nisab miktarına ulaşması, bulan kişinin müslüman, hür ve ergen olması şarttır. Zekâtları da diğer zekât mallarının verildiği kimselere verilir. (Hanefi mezhebine göre maden ve defineler, nisapları olan 5 vesk miktara ulaştıklarında 1/5 oranında zekâta tâbidir. Bunların gelirleri fey (savaş yapılmadan elde edilen ganimet) hükmünde olup zekâtları da kamu yararına sarf edilebilir.)

Definelerde zekât oranı, beşte birdir. 1/5 oranında zekât verilmesinin dayanağı, Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet etmiş olduğu şu hadis-i şeriftir: “Definelerde beşte bir ora­nında zekât vardır.”[5]

Yer altında saklanmış ve İslâm'dan önceki dö­nemlere ait olan halis altın ve gümüşlere gömü veya hazine denir. Gömüler, onu bulup çıkaranın hakkıdır. Ancak çıkarılan gömü veya definelerin İslâm dönemine ait olduğu birtakım alametlerle tesbit edilirse, bu definenin sahibi belli ise kendisine verilir. Belli değilse kayıp mal hükmünde olur ki, onu bulan kişinin bir yıl sü­reyle ilân etmesi ve sahibini araştırması gerekir. Bir yıla kadar sahibi çıkmaz­sa, o define, bulan kişinin malı olur.

d. Toprak mahsüllerinin Zekâtı (Öşür)

Topraktan elde edilen mahsüllerden belirli oranlarda zekât verilmesi gerekir ki, buna öşür denir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Bunlar ürün verince, ürünlerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (zekâtını) verin.”[6]

Bozulmadan saklanma­sı mümkün olan toprak mahsülleri zekâta tâbidir. Bu ürünlerin meyve cinsinden olanla­rı üzüm ve hurma; tahıl cinsinden olanlarıysa buğday, arpa, mercimek, nohut, pirinç, çavdar, bakla ve mısır gibi gıda maddeleridir. Zâhire adı verilen bu tahıl ürünleri saklanabilme özelliğine sahiptirler.

Bozulma riski olan gıda ürünleri zekâta tâbi olmaz. Hadiste yer almadığı için şeftali, nar, incir, elma, kayısı gibi meyveler ile zeytin, bal, pamuk ve saf­ran gibi ürünler zekâta tâbi değildir. Rasûlullah (s.a.v.) salatalık, kavun, nar ve taze hurmayı zekât dışı mallardan saymıştır. Ancak günümüzde bu tarz mahsüller, uygun şartlar altında uzun süre tutulabilmekte olduğundan, nisap miktarını geçince diğer mezheplerin görüşlerini de dikkate alarak ihtiyaten zekâtlarını vermek daha uygun gözükmektedir.

Hanefî mezhebine göre yerden biten her türlü bitki zekâta tâbidir. Bu görüşe dayanak olarak da şu hadis-i şerif gösterilmektedir: “Yerin çıkardığı (bitirdiği) şeyde öşür vardır.”[7]

Toprak ürünlerinin zekâta tâbi olabilmeleri için üzerinden bir yılın geçmesi şart değildir. Yılda çift ürün alındığında her “hasad zamanı” zekât verilmesi gerekir. Çıkan ürünün bir kısmı yok olursa, kalanın zekâtı verilir.

Tarım ürünlerinden öşür yükümlüsü sayılmak için akıllı olmak veya ergenlik çağına girmiş bulunmak da gerekmez. Mal sahibi çocuk ve deli de olsa, onların veli veya vâsileri, çocuk ve deli adına zekâtlarını vermekle mükelleftir.

Toprak ürünlerinin zekâta tâbi tutulabilmesi için, be­lirli bir kişinin mülkiyetinde bulunması şarttır. Mescidlere vakfedilmiş olan ara­zilerden elde edilen ürünler, zekâta tâbi değildir.[8] Şahsa ait olmayan otlak ve çayırlardan kendiliğinden yetişen ağaçlardan, derelerden avlanan balıklardan öşür alınmaz.

Bir öşür arazisi, yağmur veya nehir suyu ile sulanırsa ürünün onda biri zekât olarak ve­rilir. Eğer arazi, su motoru, satın alınan su vb. vasıtalar kullanılarak sulanılırsa ürünün yirmide biri zekât olarak verilir. Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yağmur ve kaynak suyu ile sulanan veya kendiliğinden sulak olan yerlerin ürünlerinden onda bir, hayvan gücü veya taşıma su ile sulanan topraktan ise yirmide bir zekât gerekir”[9] Bu yöntemlerin her ikisiyle eşit miktarda sulanan zâhire ve meyvelerin ise 1/15'i zekât olarak verilir. 

Müctehidlerin çoğunluğuna göre, tarım ürünlerinde nisap, beş vesk (yaklaşık 35 teneke ürün) olup, bundan daha az olan ürün çeşitlerinde öşür gerekmez. Bu âlimler “Beş vesk’ten az üründe zekât yoktur.”[10] hadisine göre hareket etmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe ile Züfer ise az olsun çok olsun tüm toprak mahsüllerinden zekât verilmesi gerektiğini söylemişlerdir.

Beş veskten az olan hububat ve meyvelerden zekât verilmez. Değişik ürünler, nisabı doldurmaları için birleştirilip toplan­maz.

Zekât, mahsülün kendi cinsinden verilir. Zekât olarak verilmesi gereken ürünün yerine kıymetine eşit miktarda para veya başka bir şey verilmez.

Hububat tanelerinin sertleşmesi ve meyvelerin olgunlaşmasıyla, toprak mahsüllerinin zekâtlarının verilmesi vacip olur. Zekâtları hesaplanmadan bunların satılması sa­hih olmaz. Ancak ürünün miktarı bilirkişilerce tahmin edilip hesaplandıktan sonra satılabilir. Çünkü bu belirlemeden sonra zekât miktarı, mal sahibinin zimmetine geçer ve ne kadar zekât vereceği kesinleşir.

Bir arazi belli bir ücretle ekilip biçilmek üzere îcara (kiraya) verilmiş ise, mahsulün zekâtı araziyi kiralayandan alınır. Arazi ortak usûlü kiralanmış ise tarla sahibi ve kiracının hisselerine düşen öşür ayrı ayrı hesaplanır.

Tarım mahsüllerinden zekât verilirken tohum, gübre, ilaçlama ve işçi ücretleri gibi masrafların düşülmesi uygun görülmemektedir.

Balın zekâta tâbi olup olmadığı hususunda Peygamberimiz’den (s.a.v.) sahih bir rivayet gelmiş değildir. Şâfiîler ile Mâlikîler balın zekâta tâbi olmadığı hususunda muvâfakat ederken, Hanefî ve Hanbelîler, balın zekâta tâbi olduğu görüşündedirler.

e. Hayvanların Zekâtı

Üretmek, süt veya yün almak maksadıyla beslenen ve yılın yarıdan fazlasını kırlarda ve otlaklarda geçiren hayvana “sâime” denir. Bu türdeki koyun, keçi, sığır, manda ve develer, sayıca nisap miktarına ulaştığı takdirde ve üzerlerinden bir yıl geçince zekâtlarını vermek gerekir.

Zekât, kurban edilebilen hayvanlar için söz konusudur. At, katır, eşek vb. hayvanlar, ticaret maksadıyla bulundurulmadıkları takdirde zekâta tâbi olmazlar.

Yılın çoğunu ahırda yemle beslenerek geçiren hayvana “alûfe” denir. Alûfe türündeki hayvanların zekâtı, ticaret malları gibi kabul edilir ve değerleri üzerinden 1/40 yani % 2.5 oranında verilir. Sırf süt, et ve yavruları için ahırda yemle beslenen hayvanlar, satılmadıkları takdirde sermaye kabul edilir, sadece yapılan kârdan % 2.5 oranında zekât verilir.

Hayvanların yavruları da zekâtta hesaba dâhil edilir. Sene başında nisap miktarında bulunan saime hayvanlara yıl içinde başkaları dâhil edilmiş olsa, yıl sonunda tamamından zekât verilir. Sonradan dâhil edilenlerde yıl geçme şartı aranmaz.

Zekât, hayvan olarak verildiği takdirde en düşüğü veya en iyisi değil, orta du­rumda olanı verilir.

Hayvanların zekâtını kendi cinslerinden vermek gerekir. Zekât olarak verilmesi gereken hayvanın yerine kıymeti kadar para vermek caiz olmaz. Ancak bazı zaruret halleri bu hükümden istisna edilmiştir. Meselâ beş de­ve için zekât olarak verilmesi gereken bir koyun, araştırılıp da bulunamazsa, mal sahibi bu koyunun değerini takdir edip para olarak verebilir.

Hayvanların, üreme, et veya sütleri için beslenmeleri şarttır. Dolayısıyla iş için, çift sürmek, yük taşımak, binmek için beslenen katır, merkep, öküz için zekât ge­rekmez. Câbir b. Abdullah (r.a.) “Çift süren öküzün zekâtı yoktur.” demiştir. Binmek ve yük taşımak üzere bulundurulan atlara da zekât düşmez. Ancak ticari bir maksatla elde tutulan değerli atlar ise ticaret malı kabul edilir, kıymetlerinden 40'ta bir oranında zekât vermek icap eder.

Develerin Zekâtı:

Sâime olan devenin nisabı beştir.

0 – 4 deve arası zekât yoktur.

5 – 9 deve arası bir koyun,

10 – 14 deve arası iki koyun,

15 – 19 deve arası üç koyun,

20 – 24 deve arası dört koyun,

25 – 35 deve arası iki yaşına basmış bir dişi deve,

36 – 45 deve arası üç yaşına basmış bir dişi deve,

46 – 60 deve arası dört yaşına basmış bir dişi deve,

61 – 75 deve arası beş yaşına basmış bir dişi deve,

76 – 90 deve arası iki tane üç yaşına basmış dişi deve,

91 – 120 deve arası iki tane dört yaşına basmış dişi deve,

Develerin bundan sonraki sayıları için verilecek zekât miktarları fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Zekât olarak verilecek develerin dişi olması şarttır.

Sığır Ve Mandaların Zekâtı:

Sâime olan sığırın nisabı otuzdur.

0-29 arası zekât yoktur.

30 – 39 arası iki yaşına basmış bir erkek veya dişi sığır (buzağı),

40 – 59 arası üç yaşına basmış bir erkek veya dişi sığır (dana),

Bundan sonra her otuz tanede bir tane iki yaşına basmış her kırk tanede bir tane üç yaşına basmış sığır verilir. Meselâ 60 sığır için iki yaşında iki buzağı verilir, 70 sığır için bir tane iki yaşında olan buzağı ile bir tane üç yaşında olan dana verilir.

Koyun Ve Keçilerin Zekâtı:

Sâime olan davarın (koyun ve keçinin) nisabı kırk olup zekât şu şekle göre verilir.

0 – 39 koyun arası zekât yoktur.

40 – 120 koyun 1 koyun,

121-200 koyun 2 koyun,

201-300 koyun 3 koyun,

Bundan sonra her yüz koyunda bir koyun zekât verilir.

Davardan zekât verilirken erkek veya dişi olma şartı aranmaz, her ikisinden de verilebilir. Zekât olarak seçilip verilen keçinin 2 yaşında, koyunun 1 yaşını doldurmuş olması şarttır. Ancak, altı ayını geçmiş, ön dişleri düşmüş ve gösterişli olan koyun zekât olarak verilebilir.

Koyun ile keçi bir cins sayıldığından nisabın tamamlanması için birbirlerine ilave edilir. Mesela bir kimsenin yirmibeş koyunu ile onbeş keçisi olsa, bun­ların toplamı kırk olduğundan bir koyun zekât verilmesi gerekir. Sürüde koyun ve keçinin hangisi fazla ise zekâtın ondan verilmesi uygun düşer.

Müşterek ortakların sahip olduğu hayvanlar; nisab miktarına ulaşır ve üzerinden bir yıl geçerse zekâta tâbi olur. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Ayrılmış mallar, zekâtı artar veya eksilir korkusuyla birleştirilmez, birleştirilmiş olanlarda ayrılmazlar.”[11]

Ortakların sahip olduğu hayvanlar, birleşik iseler, zekâtı verilmemesi veya az verilmesi için onları birbirinden ayırmamak gerekir. Meselâ bir yıl boyunca kırk koyuna sahip olan iki ortak, zekât vermemek için yıl sonunda ortaklıktan ayrılıp her biri ken­di payına düşen yirmi koyunu alırsa; zekât korkusuyla birleşik mallarını ayır­mış olurlar. Dolayısıyla vebal altına girerler. Ya da kırkar koyuna sahip olan iki kişi, yıl sonunda zekât olarak her biri birer koyun vermemek için ayrı olan mallarını birleştirip ortak olur ve seksen koyun için bir koyun zekât verirlerse, yine aynı şekilde vebal altına girerler.[12] 

Zekât hesabının ortak yapılması için müşterek olan hayvanların beslenişi birlikte olmalıdır. İki kom­şu hayvanlarını bir araya getirip birleştirirlerse; çobanları, meraları, süt sağma yerleri, ahırları ve damızlık koçlarının aynı olması şartıyla bir kişinin malıymış gibi zekâtları verilir.

Dipnotlar:

[1] Ebû Ubeyd, Kitâbü'l-Emvâl, s. 413

[2] Günümüzde paraların nisabı hesaplanırken piyasaya daha hâkim durumda bulunan altının nisabı dikkate alınmaktadır. Ancak fakirlerin menfaati için gümüşün nisabının esas alınmasını uygun gören bazı âlimler de bulunmaktadır.

[3] Bakara sûresi 276. âyet

[4] Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2101

[5] Buhârî, Zekât, 67

[6] En'âm sûresi, 141. âyet

[7] Zeylaî, Nasbü'r-Râye, 2/384

[8] Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1883

[9] Buhâri, Zekat, 55; Müslim, Zekat, 8; Ebû Dâvud, Zekat 5, 12; Tirmizi, Zekat 14

[10] Tecrid-i Sarih Tercemesi, 5/32

[11] Buhârî, Zekât, 33, 34, 35; Ebû Davud, Zekât, 4; Nesâî, Zekât, 5

[12] Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 3/1930

Kaynak: Hasan Serhat Yeter, FIKIH 1 (Şafii Mezhebi), 2017

İslam ve İhsan

ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE ZEKAT KİMLERE VERİLMEZ?

Şafii Mezhebine Göre Zekat Kimlere Verilmez?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.