Yunus Emre Hazretleri Nefsini Nasıl Terbiye Etti?

Yunus Emre Hazretleri, şeyhi Taptuk Babaʼnın dergâhında, nefsini terbiye etmek için “erbaîn”e girer. Kırkıncı gün, nefsine sahip olup olamayacağı hususunda bir imtihandan geçirilir.

“Kim nefsini bilirse Rabbini de bilir.” buyrulduğu üzere, mârifetullâhʼa eren, yani Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyan ve Oʼnunla beraberliğin feyz ve rûhâniyeti içinde yaşayan ehl-i irfânın en büyük mücadelesi, nefislerine karşı verdikleri iç mücadeledir. Zira nefs, ne kadar terbiye edilirse edilsin, yine de şerrinden emin olunamayan bir imtihan unsurudur.

Merhum Necip Fâzılʼın Yunus Emre adlı tiyatro eserinde, bu hususla ilgili hikmet dolu bir sahne vardır. Hulâsa olarak şöyledir:

Yunus Emre Hazretleri, şeyhi Taptuk Babaʼnın dergâhında, nefsini terbiye etmek için “erbaîn”e girer. Kırkıncı gün, nefsine sahip olup olamayacağı hususunda bir imtihandan geçirilir.

Derviş Yunus, çilehânenin kapısında bir kadın sesi duyar. Gelen, -güyâ- şeyhinin kızıdır. Yunus kapıyı açmaz. Kız ise, türlü diller dökerek kapıyı açtırmaya çalışır.

“‒Ey Yunus! Kırk gündür burada çile çektin. Kendini benimle bir imtihan et.” der. Yunus, bu nefs imtihanıyla yüzleşmek için kapıyı açtığında, karşısında “Siyahlı Adam”ı bulur.

Siyahlı Adam; Yunusʼun riyâzet ve mücâhedeleri neticesinde iç dünyasından çıkıp karşısında belirmiş olan nefsinden başkası değildir. Yunus, onu kovarak kendisinden uzaklaştırmaya çalışır. O ise bir gölge gibi sahibinden ayrılmaz. Üstelik türlü vesveseler ve zehirli fikirlerle, Yunusʼu çıktığı yoldan geri döndürmek ister. Onu, servet, şehvet ve şöhret vaatleriyle, nefsine karşı verdiği amansız mücadeleden vazgeçirmeye çalışır.

Yunus, Siyahlı Adamʼı, yani nefsini yakalamışken, onu öldürmek ve artık onun sıkıntılarından tamamen âzâde bir ömür sürmek ister. Siyahlı Adamʼı boğmaya kalkışır, boğamaz. Su testisini Siyahlı Adamʼın kafasına çarpar. Fakat testi, bir gölgenin içinden geçer gibi gidip duvarda patlar.

YUNUS EMRE'NİN NEFİS TERBİYESİ

Neticede Yunus, nefsini öldüremeyeceğini, fakat onu “Lâ ilâhe illâllah” zikriyle zincire vurabileceğini anlar. Zikri duyan ilâhlık dâvâsındaki nefs, âdeta çarpılmışa dönerek geri çekilip odadan çıkar.

Sonra Taptuk Babaʼnın sesi duyulur. Yunus, bu sefer de nefsinin, şeyhi kılığında geldiğini düşünerek tereddüt eder. Fakat Taptuk Baba, gelenin kendisi olduğunu, nefsinin ise zincire vurulmuş hâlde bulunduğunu söyleyerek kapıyı açtırır. Ardından, buradaki çilesinin bittiğini, artık son nefese kadar sürecek büyük çilehânedeki çilesine başlayacağını haber vererek onu “er meydanı” dediği dış dünyaya çıkarır. Dergâha dağdan odun taşımakla vazifelendirir. Ardından da, kızını ona nikâhlayacağını söyleyip şu nasihatte bulunur:

“‒(Yunus!) Hiçbir hak yeme! Nefsin hakkını da… Nefsin hakkı, şerîatte yazılı olduğu kadar… Ne bir lokma eksik, ne bir lokma fazla… Nefsi zincire vurmak böyle olur. Nefsini öldürmeye çalışma! (Zira nefs ölmez. Sen onu) îmâna getirmeye çalış! Allah onu yenmek için yarattı seni!..”[1]

Velhâsıl nefs, her yere ve her kılığa girer. Sahibini bir gölge gibi takip eder. Onu bütünüyle bertaraf etmek ne mümkündür ne de makbuldür. Makbul olan; onun gücünü mânevî terbiye ile kontrol altına alarak Hakkʼa kulluğa râm etmektir.

İmâm Ga­zâ­lî Hazretleri bu hakîkati ne güzel hulâsa eder:

“Nefs, rûhun bineğidir. Eğer insan, nefsin dizginlerini salıverir ve onun gittiği istikâmete kendini bırakırsa, helâk olması mukadderdir… O hâlde nefsinin dizginlerini sımsıkı tut ve bineğinden istifâde etmeye bak!..”

Cenâb-ı Hak biz âciz kullarını göz açıp kapayıncaya kadar da olsa nefsimizin eline bırakmasın. Cümlemizi, ihlâsını koruduğu sâlih kullarının arasına lûtf u keremiyle kabul buyursun. Kalplerimizi, ihlâs, takvâ, rızâ, muhabbet ve mârifet nurlarıyla münevver kılsın. Âmîn!..

[1] Bkz. N. F. Kısakürek, Yunus Emre, sf. 36-44, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1984.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.