Velayet Çeşitleri

Velayet çeşitleri nelerdir?

Velâyet aile ve maliye konuları dikkate alındığında üç kısma ayrılır. Şahıs üzerinde velâyet, mal üzerinde velâyet ve hem şahıs hem de mal üzerinde velâyet.

VELAYET ÜÇ KISIMDIR

1) Şahıs Üzerinde Velâyet

Bu çeşit velâyet küçüklerin veya diğer kısıtlı olan kişilerin bizzat şahsı ile ilgili iş ve ihtiyaçları hakkında söz konusu olur. Eğitim, öğretim, terbiye, meslek öğretimi, eş seçiminde ve evlenmesinde yardımcı olma bu niteliktedir.

Hanefîîlere göre şahıs üzerindeki velâyet yetkisi mirastaki sıraya göre “asabe” denilen erkek hısımlardır. Bunlar bir kimsenin araya kadın girmeksizin nesep bakımından bağlı olduğu, belirli derecedeki erkek hısımlarıdır. Mirastaki sıraya göre velâyet yetkisine sahip olurlar. Bu sıra şöyledir: Oğul, oğlun... oğlu, baba, dede, ana) baba bir veya baba bir erkek kardeşler veya bunların erkek çocukları, ana) baba bir veya baba bir amca yahut bunların erkek çocukları.[1] Bunlardan yakın olan hısım varken uzakta kalanlar velâyet yetkisini kullanamaz. Meselâ; akıl hastası bir kadının akıllı ve ergen bir oğlu ile babası bulunsa, onun şahsı ile ilgili bakım, tedavi, hastaneye yatırma ve çıkarma gibi muâmelelerini yapmağa oğlu yetkili bulunur. Çünkü en yakın erkek hısımı oğlu olup, ondan sonra baba ve diğer erkek hısımlara sıra gelir.

Mâlikîlere göre ise velâyet şu sıraya göre sabit olur. Önce erkek çocuk ve onun oğlu, sonra baba, sonra onun vasi tayin ettiği, sonra öz veya yalnız baba bir erkek kardeş ve bunların oğulları, sonra dede, sonra amca ve onun oğludur.[2]

Şahıs üzerindeki velâyetin sona ermesi:

Akıllı ve kendisine güveni olan bir erkek çocuğun onbeş yaşına girmesi veya ergenlik belirtilerinin ortaya çıkması ile şahsı üzerindeki velâyet sona erer.

Kız çocuklarının şahsı üzerindeki velâyet ise evleninceye kadar devam eder. Eğer evlenmezse kendisine güven duyulacak yaşa kadar başkasının velâyeti altında kalır. Bundan sonra annesi ile birlikte veya tek başına bir evde oturması caiz olur. Hanefîler güven duyulacak yaş için bir sınırlama getirmemiş, bunun çevre, kültür ve yetişme şartlarına göre belirlenmesini yöneticilere bırakmışlardır. Nitekim günümüz Türk mevzuatında ve Suriye’de 18, mısır’da 21 yaşını tamamlayan kız çocukları ayrı bir meskende kalma hakkını elde etmiş sayılırlar. Ancak Suriye ve Mısır bu konuda kadının güvenilir olması ve fitne korkusunun bulunmamasını şart koşarken, Türk uygulamasında böyle bir şart da öngörülmemiştir.

Malikîlere göre, şahıs üzerindeki velayet, bunu gerekli kılan neden ortadan kalkınca sona erer. Velâyeti gerektiren nedenler; yaş küçüklüğü ile bu anlamdaki akıl hastalığı, bunaklık ve hastalıktan ibarettir. Kadın üzerindeki velâyet, evlenip kocası ile zifafa girince sona erer.[3]

2) Mal Üzerinde Velâyet

Ehliyetsizin veya eksik ehliyetli olan kimsenin malı üzerinde velâyet yetkisi bulunan kişiye “vasi” veya “mal üzerinde veli” denir. Küçüklerin rüşd yaşına ulaşıncaya kadar malları ile ilgili işlerde onların temsil edilmesine “Vesayet”, bu yetkiyi üstlenen veliye de “vasi” denir.

Hanefîlere göre mal üzerindeki velâyet önce babaya, sonra onun belirleyeceği vasiye, sonra dedeye (babanın babası), sonra onun belirleyeceği vasiye, sonra hakime ve onun tayin edeceği vasiye geçer. Mecelle’nin 974 ncü maddesinde vasiler şöyle sıralanmıştır. Madde sadeleştirilerek alınmıştır: “Küçüğün bu konuda velisi önce babası, sonra babasının hayatta iken belirleyip tayin ettiği vasi, bu vasi de vefat edince, onun hayatta iken tayin ettiği vasi, dördüncü sırada küçüğün babasının babası veya onun babası yahut onun hayatta iken belirleyip tayin ettiği vasi veyahut bu vasinin tayin edeceği vasi, sonra hakim veya onun tayin edeceği vasidir.”[4]

Şâfiilere göre, malî velâyet önce babaya, sonra dedeye sonra onun belirleyeceği vasiye, sonra hâkime veya onun tayin edeceği vasiye geçer.

Bu duruma göre baba veya hâkimin görevlendirmesi dışında küçük çocukların kardeş, amca veya anne gibi hısımlarına mal üzerinde velâyet yetkisi geçmez.

Mal üzerinde velâyet, kısıtlı rüşd yaşına ulaşıncaya kadar devam eder. Reşid olduktan sonra akıl hastalığı ve bunama gibi bir ehliyet arızası meydana gelirse Hanefî ve Şâfiîlere göre velâyet ve Vesayet geri gelir. Çünkü velâyeti gerektiren illet (gerekçe) bulununca, velâyet de onunla birlikte yeniden söz konusu olur.

Mâlikî ve Hanbelîlere göre yukarıdaki durumda velâyet yetkisi artık hâkime geçer. Çünkü akıllı ve ergen olmakla velâyet kalkmış olup, kalkan velâyet de geri gelmez.

Rüşd’ten sonra meydana gelen ehliyet arızası, malı saçıp savurma gibi sefihlik şeklinde ise, çoğunluk fakihlere göre velâyet hakime veya onun tayin edeceği vasiye geçer. Çünkü artık burada gaye malı korumaktır. İnsanların yararını korumak ise hâkimin görevleri arasındadır.[5]

3) Şahıs ve Mal Üzerinde Velâyet

Baba veya onun yokluğu durumunda, babanın babası kısıtlının hem şahsı ve hem de malı üzerinde velâyet yetkisine sahip olur. Ancak baba ve dede dışında başka hısımların iki çeşit velâyeti birlikte kullanma yetkileri yoktur. Baba veya dedenin ya da hakimin bunları mal üzerinde ayrıca vasi tayin etmesi durumu müstesnadır.[6]

Dipnotlar:

[1]. Ali Haydar, age, 1,131; Kadri Paşa Kodu, mad. 420-434; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, II, 427; Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâm-î, IV, 141, 142. [2]. İbn Cüzâ, el-Kavânînü’l-Fıkhıyye, Matbaatü’n-Nehda, Fas, t.y., s. 198. [3]. Zühaylî, age, VII, 749. [4]. bk. Ali Haydar, age, III, 61-65; Kadri Paşa, age, mad. 420-434. [5]. Zühaylî, age, VII 750. [6]. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 147.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

VELAYET NE DEMEKTİR?

Velayet Ne Demektir?

VELAYET NEDİR? İSLAM'DA VELAYET HAKKI

Velayet Nedir? İslam'da Velayet Hakkı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • ALLAH CC RAZI OLSUN

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.