Vâsile İbni Eska (ra) Kimdir?

 Vâsile ibni Eska radıyallahu anh hicretin dokuzuncu senesinde İslâm’la şereflenen bir sahâbi…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin dâr-ı beka’ya irtihallerinden iki sene önce Medine-i Münevvere’ye yolu düşen ve o kutlu beldede ashâb-ı kirâmın kardeşliğinden, edeb, nezaket, muhabbet, merhamet ve aralarındaki samimi davranışlardan etkilenerek müslüman olmaya karar veren bir bahtiyar…

Ceyşü’l-Usre diye bilinen orduyla birlikteTebük Seferine katılan bir kahraman… Şâm-ı Şerif’de ders halkaları oluşturan, kendi adına yapılmış bir mescidi bulunan ve orada en son vefat eden sahâbi olarak tanınan bir ilim eri...

İslâm’la buluşmasını kendisi şöyle anlatır:

“Kinane oğulları yurdundan kalkıp gece sabaha karşı Medine’ye geldim. Sabah olmak üzereydi. İnsanların Mescide gittiklerini gördüm. Ben de peşlerinden gittim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem namaza durmuştu. Ben de arka tarafta durdum. İnsanlara bakarak yatıp kalktım. Onlar ne yapıyorsa ben de onlar gibi ayakta durdum. Eğilip yere kapandım. Bu şekilde namaz kılmaya çalıştım. Namazdan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına döndü ve cemaati bir bir gözden geçirdi. Aralarında yabancı olarak beni gördü ve:

“- Sen kimsin?” dedi.

“- Ben Kinaneli Vâsile ibni Eska’yım” dedim.

“- Niçin buradasın? Bir işin, bir ihtiyacın mı var?” dedi. Ben de:

“- Sana biat etmek için geldim” dedim.

Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz bana tebessüm ederek:

“- Sıkıntılı ve rahat zamanda, hoşlandığın veya hoşlanmadığın hususlarda bana itaat etmek üzere biat edebilir misin?” dedi.

Ben de: “- Evet” dedim.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem tekrar te’yid alırcasına bana:

“- Buna gücün yeter mi?” dedi.

Ben de: “- Evet” dedim.

Hemen peşinden:

“- Gücün yettiği ölçüde” buyurdu.

Sonra mübarek elini uzattı. Ben de uzattım. Elini elimin üzerine koydu.

Bu vaziyette iken:  “-Ya Rasûlallah! Gücüm yettiği ölçüde” diyerek biat ettim.

Vâsile ibni Eska radıyallahu anh kısa bir müddet Medine-i Münevvere’de kaldıktan sonra ana-baba, âile efrâdına İslâm’ı tebliğ için memleketine döndü. Eve varınca önce babasına İslâm’ı anlattı. Babası ona:

“-Gerçekten sen müslüman mı oldun?” dedi. O da: “- Evet!” dedi.

Babası: “- Öyleyse bundan sonra seninle asla konuşmayacağım!” diyerek tepkisini ortaya koydu.

Vâsile ibni Eska radıyallahu anh babasından ayrılıp amcasının yanına gitti. Ona da İslâm’ı anlatarak Müslüman olmasını istedi. Fakat o da kibrini, gururunu yenemedi ve şöyle dedi:

“- Hangi konuda olursa olsun bizden önce davranman doğru değildir” diyerek yeğenine kızdı.

Allah Teala Vâsile ibni Eska’nın gayreti diniyyesini boşa çıkarmadı. Amcası inanmadı ama orada bulunan kızkardeşi anlattıklarını duymuş ve çok beğenmişti. Ağabeyinin yanına geldi ve İslâm’a girmek istediğini söyledi. Birlikte kelime-i şehadet getirerek İslâm’la şereflendi.

Vâsile (r.a) kızkardeşinin müslüman olmasına çok sevindi ve: “- Demek ki Allah senin için hayır dilemiş” diyerek memnuniyetini bildirdi. (İbn Sa’d, Tabakat, 1/305)

Vâsile ibni Eska radıyallahu anh’ın gönlü Medine’de kalmıştı. Bir an evvel o kutlu beldeye dönmek istiyordu. Zira ashâb-ı kiram Tebük Seferi için hazırlık yapıyordu. Fazla vakit kaybetmeden hemen kızkardeşine yol azığı hazırlattı ve Tebük seferine iştirak etmek üzere Medine-i Münevvere’ye gitti.

İSLÂM KARDEŞLİĞİNİN GÜZELLİKLERİ

İslâm ordusu hareket etmişti. Geride kalanları buldu. Yanlarına vardı ve onlara doğru şöyle seslendi: “-Kim beni devesine bindirirse, ganimetten aldığım payı ona vereceğim” diye ilan etti.

Onu duyan Ka’b ibni Ucre radıyallahu anh: “- Bu şartla seni deveme nöbetleşe bindiririm” dedi. Vâsile radıyallahu anh onunla birlikte yola çıktı. Bu yolculukta İslâm kardeşliğinin güzellikleri sergilendi. Bununla ilgili hâtırâları Vâsile radıyallahu anh kendisi şöyle anlatır:

“- Allah onu hayırla mükafatlandırsın. Beni nöbetleşe devesine bindirerek, her türlü ihtiyacımı görerek, yiyeceğini benimle paylaşarak Tebük’e kadar götürdü. Hatta ben deveye ondan daha fazla bindim. Bana çok iyi davrandı”dedi. ( Vâkıdî, Megazi, 3/1028)

O, Tebük’ten sonraki gelişmeleri de şu ifadelerle anlatır:

“- Ganimet mallarından bana altı adet deve düştü. Develeri sürüp Ka’b ibni Ucre radıyallahu anh’ın kapısına götürdüm ve ona seslenerek: “- Allah sana rahmet etsin, dışarı çıkıp develerine baksana!” dedim.

Ka’b ibni Ucre radıyallahu anh çadırından dışarı çıktı ve develeri şöyle bir süzdü. Din kardeşliğinin  gereği ve İslâm ahlâkının bir güzelliği olan cömertlik duygusu gönlünde coştu ve şunları söyledi:

“- Ey Vâsile! Develer çok güzel! Allah onları sana mübarek kılsın! Ben seni, senden bir şey almak niyetiyle deveme bindirmedim. Ben sana, sadece Allah rızası için yardım ettim, dedi ve develeri alıp kendi çadırına götürmesini söyledi.” (Ebu Dâvud, Cihad, 113)

Ne samimi bir kardeşlik!.. Ne örnek bir davranış!.. Ne zarif bir hareket!.. Ne gıbta edilecek bir cömertlik!..

Vâsile ibni Eska radıyallahu anh Tebük Seferinden döndükten sonra Mescid-i Nebi’de Suffe denilen mahalle yerleşti. İki Cihan Güneşi Efendimiz’den hiç ayrılmayarak ilim, irfan öğrenmek için her türlü sıkıntıya, çileye katlandı. Suffe ehli ile geçirdiği günlere dair hâtırâları da şöyle anlatır:

“-Suffe’de yirmi kişi kalıyorduk. En küçükleri bendim. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden ilim tahsil ediyorduk.” (İbn Sa’d, Tabakat, 7/408 )

Ashâbı kirâmın mescide getirdiği yiyeceklerle geçiniyorduk. Çoğu zaman da bir şey bulamıyorduk. Birkaç gün peşpeşe bir şey yiyememiş ve çok acıkmıştık. Suffe ehli arkadaşlarım beni Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e gönderdiler. Huzuruna çıkınca: “- Ya Rasûlallah! Suffe ashabı çok aç!” dedim.

İki Cihan Güneşi efendimiz hemen Hazreti Âişe radıyallahu anha annemize koştu. Yanında bir şey var mı? diye sordu. Annemiz de: “- Birazcık süt ve bir parça ekmek var” diye cevap verdi.

Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “-Onu bana getir!” buyurdu. Ekmek ve sütü alınca, ekmeği ufak parçalar halinde doğrayıp üzerine sütü döktü ve iyice karıştırarak tirit yemeği yaptı. Sonra bana: “- Ey Vâsile! Arkadaşlarını onar kişilik gruplar halinde çağır” buyurdu.

On arkadaşı alıp götürdüm. Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz sofraya buyur etti. Arkadaşlar oturunca şu hatırlatmalarda bulundu:

“- Bismillah diyerek yemeye başlayın. Yemeğin kenarından alın, üstünden almayın. Çünkü bereket yemeğin üstüne iner” buyurdu. (İbni Mâce, Et’ıme, 12)

Arkadaşlarım doyuncaya kadar yediler ve kalktılar. İki Cihan Güneşi efendimiz mübarek eliyle kabın sağını solunu güzelce temizleyip toparladı. Sanki yemek hiç yenmemiş gibi bereketlenmişti. Yemek kabta olduğu gibi duruyordu.

Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bana tekrar: “- Ey Vâsile! Git on kişi daha çağır!” buyurdu. Bu ikinci gurup da geldi ve yedi. Tekrar üçüncü bir on kişilik gurup çağırıldı. Onların da hepsi doyasıya yediler. Tenceredeki yemek devamlı bereketleniyordu. Geride Suffe ashabından kimse kalmayınca bana: “- Ey Vâsile! Artan yemeği Hazreti Âişe’ye götür” buyurdu.

Vâsile radıyallahu anh son birkaç sene de olsa Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme böylesine yakın olmuş bir bahtiyardır.

O, ilim âşıklısı bir insandı. Devamlı yeni şeyler öğrenmeyi severdi. Gönlüne ve zihnine takılan bir şeyi hemen sorarak öğrenmeye gayret ederdi.

O, birgün Efendimiz’e: “- Ya Rasûlallah! Irkçılık nedir?” diye sordu. Efendimiz de: “- Haksız oldukları bir konuda kavmine destek olmaktır” buyurdu. (Ebu Davud, Edeb, 112)

Yine bir gün o, Suffe’de otururken Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yanına bir adam geldi ve: “- Yâ Rasulallah! Kur’an’daki hangi âyet daha üstündür?” diye sordu. İki Cihan Güneşi Efendimiz cevaben: “-Âyetü’l-Kürsî” buyurdu.

Vâsile ibni Eska radıyallahu anh çok cömert bir ahlaka sahibti. Sofrasından misafir eksik olmazdı. İsteyen ve ihtiyac sahibi kimsenin işini bizzat kendisi görmeyi severdi. Onun bu güzel ahlakını Amr b. Leysi şöyle anlatır:

“-Vâsile ibni Eska’nın yanında bulunduğum bir sırada eve bir yoksul geldi. Vâsile (r.a) hemen yerinden kalkarak biraz ekmek biraz da para aldı ve yoksula verdi.

- Ey Ebu Eska! Ailenden bu işi yapacak biri yok mu? dedim.

- Var. Ancak kim bir şey alıp da fakir birine götürürse, her bir adımı için bir günahı silinir. Sadakayı fakirin eline verdikten sonra geri dönerken attığı her adımda da on günahı silinir, dedi. (Kenzü’l-Ummal, 3/315)

İNSANI YILDIZLAŞTIRAN DAVRANIŞLAR

Vâsile radıyallahu anh Sevgili Peygamberimizden duyduğu her şeyi hayatına yansıtmaya çalışırdı. Halkın hizmetinde bulunur, hastaları ziyaret eder, cenazelere iştirak ederdi.

Bir gün onun evinden bir deve satın alıp götürürken Abdullah ibni Malik (r.a.)’ı gördü. Ona: “- Ey Abdullah! Bunu satın mı aldın?” dedi. O da: “- Evet” dedi. Pekiyi bu devenin kusurlu tarafını sana açıkladılar mı? Onun ayağında bir yarık vardı, dedi ve peşinden şu hadis-i şerifi nakletti:

“- Kim bir şey satarsa, onun kusurlu tarafını açıklamadan satması helal olmaz. Malın kusurunu bilen kişinin mutlaka onu açıklaması gerekir. Yoksa satıştan elde ettiği para helal olmaz.” (Müsned, 3/490)

İşte insanı yıldızlaştıran davranışlar!... Ashâb-ı kiram’ın hepsi, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin izinde yürüyen, ona canıyla, malıyla tam teslim olmuş, onun sünnetine uygun hayat kurmuş yeryüzü yıldızlarıydı. Haram-helal konusunda böylesine titiz davranırlardı.

Vâsile ibni Eska radıyallahu anh, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in dâr-ı bekaya irtihallerinden sonra Medine-i Münevvere’de duramaz olmuştu. Hayatının son dönemlerini Şam taraflarında geçirmiş ve ömrünün sonuna kadar Dımışk yakınlarındaki Belat beldesinde yaşamıştır.

O, Şam’da en son vefat eden sahâbi olarak tanınır.

Allah ondan râzı olsun. Rabbimiz cümlemize Suffe ehli bu sahâbinin güzel ahlâkından, ilim aşkından, muhabbet ve teslimiyetinden hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasib eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: Sayı: 302, Nisan 2011

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.