Ümmet Nasıl Olunur?

Ümmet neyi ifade eder? Ümmet nasıl olunur? Ümmet olma sorumluluğu neyi gerektirir? Hayırlı bir ümmet olmanın yolu...

Ümmet, anne manasındaki "umm" kelimesinden gelir ve bir anne ile çocukları arasındaki merhamet ve muhabbet esaslı münasebeti ifade eder. Nasıl anne ile çocuk arasındaki kan bağı, merhamet ve muhabbetle apayrı bir yere terfi ederse ümmet bağı da hilkatte eş olmakla başlayıp yerini muhabbet ve merhamete bırakan yüce bir ufuktur. O ufku hepimiz için cazip kılan âlemlere rahmet Peygamberimizin hepimiz üzerine düşkünlüğüdür. Ümmet bağı, Rasûlullah Efendimizin herkesi kapsayan merhametinin tek tek her müminde tecelli etmiş nasibidir.

ÜMMET OLMAK

Ümmet dediğimizde biz Ümmet-i Muhammed’i kastederiz. Şu hayatta Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e ümmet olmaktan daha büyük bir şeref ve mesûliyet yoktur. O’na ümmet olmak bir şereftir, çünkü tevhid akidesini edinerek O’na tabi olmak en büyük nimettir. Bu tebaiyet insanlık hakkında bu dünyadaki murâd-ı ilahi, ahiretteki vesile-i necattır. Diğer taraftan O’na ümmet olmak zor bir mesuliyettir, çünkü bu bağ O’nun yüce ve eşsiz ahlâkıyla ahlâklanmayı gerektirir. “İnanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin” (Şuara, 3) ikâz-ı ilâhisi bu ahlâkın ne muazzam bir sadır genişliği gerektirdiğinin delilidir.

İnsanlık bir anne ve babanın çocuklarıdır. Ama zaman içinde çocukların aralarına çok mesafe girmiş, dilleri, renkleri ve halleri değişmiştir. Her biri ayrı bir asabiye ile yaşamakta, dünyaya gelirken tercih edemediği soy ve bağı ile övünmektedir. Irk ve kavim bağı aslında tanışıp kaynaşmaya vesile olması gerekirken tam tersi parçalamakta, bölmekte ve farklılaştırmaktadır. İnsanların seçemedikleri bir mensubiyet ile övünmesi ve kendisini başkalarından üstün görmesi ne gariptir! Bu bir İblis tuzağıdır. İnsanlık, ezeli düşmanının ayağını kaydıran illetle neredeyse uçurumun kenarına gelmiştir.

EN İNSANİ BAĞ

İnancı esas alan ümmet bağı en insani bağdır. Ne var ki modern dünyacılar ümmet kelimesinden de muhtevasından da hoşlanmazlar. Onlar, ayrıştırıp parçalamayı severler. Etnik kimlikleri parlatır, mikro milliyetçilikleri körüklerler. Bir taraftan müstekbirlerin ürün, hizmet ve markalarının her yere yayılmasını öngören ekonomik bir küreselliği teşvik ederler, diğer taraftan bu güce alternatif olabilecek her kimliği şeytanlaştırırlar. Haz odaklı bir tüketimi üst kimlik olarak takdim eder, inanç odaklı kimlikleri bölüp parçalamaya çalışırlar. Sünnet harcı ile bir araya gelmiş müminlerin oluşturduğu ümmet bağı bu şeytani tuzağa karşı tek umudumuzdur.

İnsanın seçemediği ile gönenmesi ilk kadim günahtır. Bu illetin adı ırkçılıktır ve İblis’le başlamıştır. İblis’in açtığı yolda yürüyenler ırkçılığı ümmet gibi inanç temelli bir bağa tercih ederek günahı güncellemişlerdir. Günahın güncelliği, ümmet gibi yüce ve asil bir kavramın zihnimizde hastalıklı ve düşük bir derekeye indirilmesindedir. Modern iblisler ümmet sevdasının bir romantizmden öteye gitmeyeceğini iddia ederek bizi ırk ve asabiyetten başka çaremiz kalmadığına ikna etmeye çalışmakta ve ne acıdır ki İslam ülkelerinin zaaf ve zayıflığından bahisle iddialarına taraftar da bulmaktadırlar.

Vakıayı tespit, teslim olmak için değil, tanzim etmek içindir. Sırtımızda, boynumuzda ve sadrımızda yük var diye gözümüzü diktiğimiz ufka yürümekten vazgeçemeyiz. Ümmet bugün zafiyet içinde olabilir. Bizler, elimizdeki nimetin farkında olmayabiliriz. Şahitliğimizin gerektirdiği temsil liyakati bizden çok uzakta olabilir. Bunlar arızî durumlardır. Kalıcı olan, niyetimiz ve bakışımızdır. Ümmet kavramı bizi altında toplayacak yegâne şemsiyedir. İblis’in ayağını kaydıran illetin tek panzehri ümmet bağıdır. Bunu bilir, bunu söyler ve insanlığın iki dünyada da kurtuluşunun ümmet bağından geçtiğini asla unutmayız.

Ümmet iddiamız, hakkımızdaki murâd-ı ilahinin tahakkuku için şarttır. Bizi bütün insanlığa şahit yapacak meziyet ümmet bağına yapacağımız yatırımda saklıdır. O yatırım ümmeti ümmet yapan harcı kuvvetlendirmektir. Ümmeti ümmet yapan harç, bir hayat tarzı olarak sünnettir. Sünnet, Uzak Doğudan Amerika’ya, İskandinavya’dan G. Afrika’ya bütün kürede birbirini görmeden aynı heyecanla kalbi çarpan mümin toplulukları eli, yüzü, gözü, zihni ve kalbiyle bir ve beraber kılan iksirdir. Kur’an ve Sünnet’e yapışan her mümin bu iksirle ümmet çatısı altında hakkın mümessili haline gelecektir.

YÜREĞİMİZ ÜMMETLE GENİŞLESİN

Ümmet bağının kıymeti evrensel oluşudur. O, sadece müminlerin ihtiyaç duyduğu bir birlik ve beraberlik şuuru değildir. Merhamet ve muhabbeti esas alan ümmet odaklı bir bakışa bütün insanlık âlemi muhtaçtır. Ümmet şuurunu o açıdan bütün insanlığı kucaklayacak bir gönül genişliği ile kullanmak zorundayız. İnsanlar ya hilkatte eşimiz ya dinde kardeşimizdir. İnanan icabet ümmeti, inanmayan davet ümmetidir. İcabet ümmeti hakkı gören, kabul eden ve hak elçinin yolundan gitmeyi seçenler; davet ümmeti hakkı görmesi umulan, kendisine tebliğ yapılan ve hak elçinin yoluna çağrılanlardır.

Oruç, Kur’an, tefekkür, ibadet ve infak ile ruhumuza bayram yaşatan Ramazan ümmet şuurunu yaşayacağımız ve yaşatacağımız bir hasat mevsimidir. Bu hasat mevsimi tefekkürle başlayacak. Dünyanın dört bir tarafındaki kardeşlerimizle nasıl muhteşem bir rabıtamız var, bunu fark etmemiz lazım. Sünnet aramızdaki ülfet, merhamet ve muhabbetin vesilesidir. Rasûlullah’ın örnek hayat tarzına doğru her adımımız bizi O’nun ümmeti ile daha da yakınlaştırmaktadır. O’nun ümmetinden her uzaklaştığımız adım ise, O’nun sünnetinden uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Ümmeti sevmek, Rasûlullah’ı sevmek, Rasûlullah’ı sevmek ümmeti sevmektir.

Acı günler yaşıyoruz. Ümmetin düştüğü şu hal Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’i nasıl bir hüzne gark ederdi acaba? O, üzerlerinde hiçbir şey olmayan, fakir Mudar ahalisinin perişanlığını görünce nasıl üzülmüştü, hatırlayalım. Hemen Bilal radıyallahu anh’a ezan okutmuş, Medinelileri yardıma çağırarak, gerekeni yapmıştı. Bugün Gazze’nin izzetli Müslümanları dört yandan abluka altına alınmış bir açık hava hapishanesinde ölüme terk edilirken bizler nasıl bir tepki gösterdiğimizi düşünmeliyiz. Aynı ümmetten olmak şüphesiz bize büyük bir mesuliyet yüklüyor. Elimizden geleni yapıyor muyuz, yoksa kayıtsız mı kalıyoruz? O mazlum ve mağdurları gündemimize almaz ve elimizden geleni yapmazsak, hesabımızı veremeyiz.

Ramazan, yüreğimizi mengeneye sokan şu acı ve çaresizliğin üzerine bir rahmet ve sekinet getirsin. Acıdır ki Gazzeli kardeşlerimize Allah’tan başka yardım edecek kimse yoktur. Hâlbuki ümmet olmak Allah’ın yeryüzündeki şahitleri olmak demektir. Bu da haksızlık ve zulüm karşısında ayağa kalkıp zalime engel olmak, mazluma sahip çıkmayı gerektirir. O noktada olamayışımız ümmet liyakatine ve nimetine erişemediğimiz anlamına geliyor. Dua edelim de bu Ramazan ümmet olma yolunda mesafe kat ettiğimiz bir bereketli zaman olsun. Oruç ile ruhun ve kalbin hayatına yükselelim, hayır ve infak ile mahrumlara yetişelim, Kur’an ve tefekkürü ile Allah’a firar edelim.

Ramazan’ı ümmet ile yaşayalım. Ümmet olmanın hem tadını hem acısını iliklerimize kadar hissedelim. Aksi takdirde “ümmetinden olduğumuz devlet yeter” diye umut bağladığımız Sevgili Peygamberimize beyan edecek mazeretimiz olmayacak.

BİR AYET BİNBİR DERS

Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır. (Al-i İmran, 110)

İyilerden olmadan iyiliği emredemeyiz. Kötülerin karşısında durmadan da kötülüğe mani olamayız. İyi olmanın yolu, iyilerle beraber yol yürümekten geçer. Ama ilave olarak kötülerin karşısında durmak, kötülük ve kötüler hakkında sürekli müteyakkız olmak da gerekir. İyi olmak, kötülerin karşısında konuşlanma garantisi vermez. Diğer türlü ayet sadece iyiliği vurgular, kötülük bahsine girmezdi. İyilerden ve iyilikten olmak iradesi, aynı zamanda kötülükten ve kötülerden uzak kalma, kötülüğe karşı koyma kararlığını da gerektirir.

İyilerle yoldaş olmak, aynı ufka gözü dikip, kader ortaklığı yapmak demektir. Bu ortaklıkta iyilerle hizalanmak isteyen, aynı zamanda kötülerle karşı karşıya gelmeyi de ihmal etmemelidir. Kimlerin yanında hizalanmışsak onlarla şu dört şeyi paylaşırız: sevinç, üzüntü, korku ve umut. Kime karşı hizalanmışsak yine bu dört duygunun imtihanımız olacağını bilmeliyiz. Birlikte sevinç ve umut yaşadıklarımız yoldaşımız, sevincimize üzülenler, korkumuza sevinenler düşmanımızdır.

Ümmet, Allah’a imana davet eden En Güzel İnsan’ın rehberliğinde aktif iyiliği gayesi yapmış insanlar topluluğudur. Aktif iyilik, sadece kötülükten uzak kalmak değil, kötülüğün yayılmasına mani olmak için de gayret göstermek, salihlerden olup, amel-i sâlih ile sulhu temin etmektir. Sulhu ancak müminler hayata geçirebilir. Ümmet şuuru yoksa sulh de yoktur. Sulh varsa ümmet şuuru diridir.

Gücü ellerinde tutanlar yeryüzünde fesat artsın diye uğraşıyorlar. O yüzden ümmetin mensupları her yerde acı çekiyor. Ümmet olmak, yeryüzünde iyiliğin hâkim olması, kötülüğün neşv ü nema bulmaması için gayret gösteren bir erdemliler ittifakı ortaya çıkartmaktır. Bu ittifakın ana şartı imandır. İman yoksa iyi olmak yetmez. Sulh, ancak imanın sağladığı emniyet ile hayata geçebilir. Sulh yoksa ümmet, ümmet yoksa iman nimetinden istifade yok demektir.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 457

İslam ve İhsan

HAYIRLI ÜMMET OLMANIN İLK ŞARTI

Hayırlı Ümmet Olmanın İlk Şartı

ÜMMETE ADANMIŞ BİR HAYAT

Ümmete Adanmış Bir Hayat

“ALLAH TEÂLÂ (ŞU ÂYETLE) ÜMMETİM İÇİN BANA İKİ EMÂN İNDİRDİ” HADİSİ

“Allah Teâlâ (Şu Âyetle) Ümmetim İçin Bana İki Emân İndirdi” Hadisi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.