Ümmet Coğrafyası Yangın Yeri

Süleymani sonrası Abd-İran gerilimini neler bekliyor? Libya'daki son durum ne? Küresel ve bölgesel aktörlerin libya motivasyonları neler? Suriye ve Libya’nın benzerliği nedir? Berlin sonrası Libya’ya barış gelme ihtimali var mı? Dünya gündeminde en son ne oldu, nasıl oldu, kim ne dedi? İşte cevapları...

Bir türbülanstan diğerine sürükleniyor Ortadoğu ve ümmet coğrafyası. Oynanan oyunlar hep bu coğrafya üzerine… Geçen ayın dış politika gündeminin odağında da yine Ortadoğu’daki gelişmeler ve bu coğrafya üzerinde oynanan oyunlar vardı. Suriye, Libya, Yemen alev alev yanarken, Irak ve Lübnan’daki protesto gösterileri hayatı felç ediyordu. İran ile ABD arasındaki yarım kalan hesaplaşmanın devamının gelip gelmeyeceği tartışılıyordu.

Küresel gündemi meşgul eden gelişmelere ilişkin geçen ay neler yaşandığını ve bu gelişmelerin önümüzdeki günlerdeki yansımalarının neler olabileceğine gelin birlikte bakalım.

Daha hayatta iken “yaşayan şehid”, “İran’ın Ortadoğu’daki kılıcı” gibi lâkaplarla anılan İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ABD tarafından Irak’ta öldürüldüğü zaman kimileri küçük kıyametin kapıda olduğunu düşünmüştü. Çünkü İranlı yetkililer, İran’ın ikinci adamı olarak gösterilen Süleymani’yi öldürmesi sebebiyle “Büyük Şeytan” Amerika’ya inanılmaz öfkeliydiler.  Suikast emrini veren Trump yönetimine öylesine üst perdeden tehditler savurmuştular ki, söz konusu ABD ve İsrail olunca İran rejiminin sadece gürlediğini ama hiçbir zaman yağmadığını bilmeyenler Tahran yönetiminin ABD’yi bu suikastı işlediğine bin pişman edeceği vehmine kapılmışlardı. 

Ama bunun bir vehim olduğu çok geçmeden anlaşıldı. İranlıların, Irak’taki ABD üslerine yönelik gerçekleşen ve “80 ABD askerini öldürdük” dedikleri misillemede bir tek Amerikan askeri ölmemişti. Aksine, sonradan İranlılar tarafından düşürüldüğü ortaya çıkan Ukrayna uçağında ve Süleymani’nin şehir şehir dolaştırılan cenazesinin teşyiinde, izdiham sebebiyle ölenlerle birlikte günün sonunda Amerikalılar sıfır kayıp verirken toplamda 160 İran vatandaşı hayatını kaybetmişti. 

Uluslararası arenada tiyatro olarak görülen İran’ın misillemesi sonrası Tahran yönetimi hâlâ tehdit dilini kullanmaya devam ediyor. Ancak bu tehditlerin fiiliyata dönüşmeyeceği Süleymani suikastı sonrası çok daha net bir biçimde görüldü.

ABD ile İran’ın aslında dost olduklarını ama takiyye yaptıklarını söylemiyoruz elbette. Evet, 1979’dan bu yana aralarında ciddi bir husumet var. Ancak yıllardır sıcak bir çatışmaya dönüşmeyen bu husumet üzerine Ortadoğu’da kurdukları düzen her iki tarafa da kazandırmaya devam ediyor. Bir anlamda aralarındaki zımni ittifak sayesinde İran bölgedeki yayılmacı politikalarını sürdürürken, ABD de İran’ın bu yayılmacı politikasını, hem bölgedeki işgalinin gerekçesi olarak kullanıyor hem de Körfez ülkelerini sömürmenin anahtarı olarak görüyor.  ABD, İran’da bir rejim değişikliği peşinde olmadığını sıklıkla vurguluyor. Çünkü Körfez’deki müttefiklerini yolmak için kullandığı oldukça kullanışlı bir argüman olan “İran korkusu”nu elinden çıkartmak istemiyor.

SÜLEYMANİ SONRASI ABD-İRAN GERİLİMİNİ NELER BEKLİYOR PEKİ?

Süleymani İran için önemli bir kayıp olarak mı kalacak, yoksa İran, bu suikastı kendisi açısından yeni bir fırsata dönüştürebilecek mi? Ukrayna uçağının İran tarafından düşürüldüğünün anlaşılması ve sonrasında yaşananlar rejim açısından Süleymani suikastını fırsata dönüştürme imkânını ortadan kaldırmış gözüküyor. Rejim karşıtları Tahran yönetiminin ABD’ye yönelik misillemesini ellerine yüzlerine bulaştırmakla, ABD’den intikam almak isterken onlarca İranlı’nın daha ölümüne sebep olmakla suçluyorlar.

Budan sonraki süreçte her iki taraf nasıl bir yol izleyecek? ABD’nin, bu zamana kadar İran’a karşı izlediği kontrollü gerginlik politikasını sürdüreceği öngörüsünde bulunmak mümkün. Sıcak bir çatışmaya girmeden yıkıcı ambargolarla Tahran yönetimini süründürmeyi tercih edecektir Washington.

İran rejimi ise içeride konsolidasyonu sağlamak için “Büyük Şeytan” retoriğini sürdürecek gibi gözüküyor. Yine, üst perdeden tehditlerle ama ABD ve İsrail’e bulaşmadan bildiğini okumaya devam edecek. Nedir o bildiği? “Direniş hattı” söylemi kamuflajıyla Sünni Arap coğrafyasındaki yayılmacılığını, İran sınırları dışındaki tahkimatını sürdürecektir.  Bir ihtimal, Süleymani suikastının misillemesini yetersiz görenlerin yüreğini soğutmak adına İran dışındaki vekilleri üzerinden Amerika’ya karşı yeni misilleme teşebbüslerinde bulunmayı tercih edebilir. Ama bunun da bir bedeli olacağı bilecektir İran.

  • Libya’da Barış Anahtarı Türkiye’nin Elinde

Devrik lider Muammer Kaddafi’nin 2011’deki ölümünden bu yana Libya ciddi bir kaosun içinde. BM’nin tanıdığı Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Tobruk merkezli darbeci General Halife Hafter’e bağlı gruplar arasındaki çatışmalara sahne oluyor Libya.  Görünürde iki grup arasında cereyan eden bir savaş var. Ancak her iki grubun arkasındaki bölgesel, küresel güçlere ve devlet dışı aktörlere bakıldığında aslında Libya’nın çok uluslu, çok aktörlü bir güç mücadelesine, vekâlet savaşlarına sahne olduğu görülüyor.

Libya’da olup biteni anlamak için öncelikle Libya’nın jeopolitiğine kısaca bir göz atalım.

İtalya’nın 1911’deki işgaliyle beraber Osmanlı hâkimiyetinden çıkan Libya, zengin petrol ve doğal gaz rezervleri ile biliniyor. Geniş bir yüz ölçüme sahip ülkenin büyük çoğunluğu çöl. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu ise Akdeniz kıyısındaki başkent Trablus, Bingazi ve Misrata gibi şehirlerde yaşıyor. Yani darbeci General Halife Hafter’in kontrolü altındaki bölgelerin çok büyük bölümü çöl.  Ülkenin en önemli gelir kaynağı ise ihraç ettiği petrol ve doğal gaz. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütünün (OPEC) üyesi olan Libya, dünyada keşfedilmiş petrol rezervlerinin yüzde 4,1’ine ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda Afrika’da keşfedilmiş en büyük doğal gaz rezervine sahip. Nüfusu da sadece 7 milyon dolayında. Libya’nın bir diğer jeopolitik önemi ise Afrika’ya açılan köprübaşı ülkesi olması.

KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN LİBYA MOTİVASYONLARI

Arap Baharı öncesi Libya’nın petrol ve doğalgaz zenginliği, başta Fransa olmak üzere kimi Batılı petrol şirketleri tarafından iç ediliyordu. Muammer Kaddafi’nin devrilmesi sonrası ise Libya’nın zenginliğinden pay alamayan Rusya gibi kimi küresel aktörler Libya’daki yeni dönemi bir fırsat kapısı olarak gördüler. Yani Batılı küresel aktörlerin Libya’ya müdahil olmasına neden olan motivasyon tamamen duygusal sebeplere dayanıyor!

Darbeci General Halife Hafter’ın en büyük destekçisi BAE’nin, onunla birlikte hareket eden Mısır ve Suudi Arabistan’ın Libya’daki vekâlet savaşına müdahil olmasının motivasyonu ise tamamen ideolojik. Arap Baharı sonrası bu üç ülkenin en önemli misyonu tüm Ortadoğu coğrafyasındaki demokratikleşme süreçlerini akamete uğratmaktı. BAE bu uğurda sahip olduğu inanılmaz finansal gücüyle Ortadoğu’nun hemen her yerindeki demokratik talepleri baskılamaya çalıştı ve hâlâ da çalışıyor. Libya’da Halife Hafter’in saflarında savaşan Sudanlı, Nijerli ve Rus binlerce paralı askerin maliyetini karşılayan BAE bununla da yetinmeyip Hafter güçlerine pek çok silah desteği de veriyor.  

Hafter’in en önemli destekçilerinden Mısır’a bu noktada ayrı bir parantez açmak gerekirse, Sisi yönetimi Hafter’i sadece ideolojik sebeplerle değil aynı zamanda ekonomik sebeplerle de destekliyor. Mısır’ın Libya’ya yönelik çok ciddi ekonomik çıkarları bulunuyor çünkü. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan bu yana Libya’dan bedavadan biraz pahalıya aldığı petrol anlaşmasını, ülkenin istikrara kavuşmasının ardından da devam ettirmek istiyor. Sisi, Sarrac hükümetinin, Mısır’a tanınan bu ayrıcalığı ortadan kaldıracağı endişesini taşıyor.

SURİYE VE LİBYA’NIN BENZERLİĞİ

Libya’daki ortam ve yaşananlar bir anlamda Suriye’de yaşananlara çok benziyor aslında. Libya’daki vekâlet savaşlarına müdahil, küresel ve bölgesel pek çok aktör BM tarafından meşru kabul edilen, “islami tandanslı” olarak da gördükleri Fayiz es-Sarrac hükümeti yerine, darbeci, gayri meşru ama laik General Halif Hafter’i Libya’nın başında görmeyi daha çok tercih ediyorlar. Her ne kadar bu niyetlerini açık etmeseler de durum böyle. Tıpkı demokratik ama “İslamcıların” elindeki bir Suriye’dense eli kanlı da olsa diktatör Esed’i Suriye’nin başında görmeyi tercih ettikleri gibi. Çünkü Ortadoğu’yu diktatörler eliyle kontrol etmenin çok daha kolay olduğu görüşündeler.

Peki, Libya’nın meşru hükümetini sadece Türkiye mi destekliyor? Hayır, ama en ciddi desteği Türkiye veriyor. Arap Baharı karşıtı blokun hedefindeki Katar, Cezayir ve Tunus da Fayiz es-Sarrac hükümetini destekliyor. Türkiye, Kasım ayında es-Sarraj hükümeti ile deniz yetki alanları ve güvenlik alanında işbirliği anlaşması çerçevesinde Libya’ya asker gönderme kararı sonrası, sahada ve diplomasi alanında Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti aleyhine olan konjonktür en azından dengelenmiş oldu. Türkiye’nin, Libya’ya asker gönderme kararı bile, Rus, Sudan, Nijer paralı askerlerinin yanı sıra Mısırlı pilotların desteğiyle Trablus kapılarına kadar dayanan Hafter güçlerini durdurmaya yetti. Hafter, Türkiye’nin kararlı duruşuyla önce Moskova’da sonra da Berlin’de gerçekleşen diplomasi masasına oturmak zorunda kaldı.

BERLİN SONRASI LİBYA’YA BARIŞ GELME İHTİMALİ VAR MI?

Libya’ya kalıcı barış getirmek maksadıyla düzenlenen Berlin’deki konferansta alınan kararların ne getirip ne götüreceği hâlâ şüpheli. Sonuç bildirgesini imzalayan ülke ve uluslararası kuruluşlar, Libya’daki gerilimin azaltılması, tansiyonun düşürülmesi ve kalıcı ateşkes için çabalarını yoğunlaştırma sözü verdiler.  Ateşkes şartlarını ihlâl edenlere de, BM Güvenlik Konseyi tarafından yaptırımlar uygulanması çağrısında bulundular. Libya’daki iç savaşta etkin rol oynayan silahlı militan grupların dağıtılması gerektiğini de ifade ettiler.

 Peki, darbeci General Halife Hafter’in imzalamadığı, Berlin’de alınan tüm bu kararların ardından Libya’ya barış gelme ihtimali var mı? Bu ihtimal açıkçası biraz zayıf gözüküyor. Hafter’i, Libya’nın Sisi’si yapmak isteyen BAE, S. Arabistan ve Mısır’ın Libya’da barış filan istedikleri yok. Onların istediği şey Hafter’i Libya’nın tek hâkimi yapmak. Bunun için ellerinden geleni artlarına koymayacaklarını öngörmek pekâlâ mümkün. Avrupalıların ve diğer küresel güçlerin derdi ise Libya’daki ekonomik çıkarlarını garanti alacak bir yol bulmak. Bunun için de Hafter’i kendilerine daha yakın görüyorlar, Türkiye’nin önünü kesmek adına Hafter’i kollamaya devam edeceklerini öngörmek mümkün.

Velhasıl, Türkiye’nin Libya konusundaki kararlılığı ve pozisyonu, Libya’daki gidişatta önemli ölçüde belirleyici olacaktır. Sadece Libya’nın geleceği açısından değil aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları açısında önemli olacak Türkiye’nin izleyeceği yol haritası…

 NE OLDU NASIL OLDU, KİM NE DEDİ ?

  • İran’ın, Ukrayna uçağını düşürdüğünü üç gün sonra itiraf etmesi ile “İran’ın binlerce yıllık devlet geleneği”, “Acem diplomasisi” miti tuzla buz oldu. İran, karizmayı fena çizdirmiş oldu.
  • Türkiye, Katar ve Suriye’den sonra “zorlayıcı dış politika” hamlelerine bir yenisi daha ekledi. Bütün tehditlere, itirazlara rağmen Libya’ya asker göndererek hem sahada hem diplomasisi masasında dengeleri değiştirmiş oldu.
  • ABD Başkanı Trump’ın “Biz olmasak iki haftada Farsça konuşurlar” dediği Suudi Arabistan yönetiminin ülkelerinde bulunan Amerikan askerlerinin maliyetini karşılamak için ABD’ye 500 milyon dolar haraç ödediği ortaya çıktı. ABD’li yetkililer bunun ilk kez olmadığını 1990-1991 yıllarında Körfez Savaşı’nın maliyeti olarak, Suudi Arabistan, Kuveyt ve diğer Körfez ülkelerinin ABD’ye 36 milyar dolar ödediğini açıkladılar.
  • Darbeyle Mısır’da işbaşına gelen Sisi rejimi, işgal devleti İsrail’in, Filistinlilerden çaldığı 85 milyar metreküp gazı 15 yıl boyunca, 20 milyar dolar bedelle satın almaya razı oldu. Sisi, Mısır’ı İsrail’in uydu devletine dönüştürme yolunda bir adım daha atmış oldu.
  • ABD’li Forbes dergisi, yıllardır bilinip dillendirilen bir gerçeğe ancak geçen ay uyanabildi. Dergi, Ortadoğu’daki her türlü karanlık işlerin ardındaki isim olan ve karanlıklar prensi olarak anılan Abu Dhabi veliaht prensi Muhammed Bin Zaid için; “MBZ, İslami radikallik ile mücadele adı altında ülkesinin askeri ve finansal kaynaklarını bölgedeki demokratik eğilimli yapıları yıkmak için kullanan bir diktatördür.” dedi.
  • Soçi ve Astana sürecini dünyanın gözü önünde paramparça eden, Rusya, Esed ve İran’ın şebbihalarından müteşekkil üçlü çete İdlib’te, “terörist” diye bebek öldürmeye devam etti. Esed ve İran’ın şebbihalarının katliamından Türkiye sınırına kaçan binlerce masumu Türkiye’de birileri “terörist bunlar sakın ülkeye sokmayın” deme fütursuzluğuyla, mezhebi körlüğün insanı hangi derekelere sürükleyebileceğini göstermiş oldu.
  • “Şii yapay zekâsı taşıyan İran füzeleri neden sadece Müslüman öldürür?” gibi ironik bu soruyu, Gerçek Hayat dergisinden Barış Tarımcıoğlu sordu ve yine kendisi cevapladı; “İran’ın füzelerinin üzerinde öyle gelişmiş bir “yapay zekâ güdüm kodu” var ki gidiyor sadece Müslüman bir hedef buluyor, öldürüyor. Eğer hedef İsrail veya Amerika ise bu kod devreye gidiyor, füzecik hemen kendi kendini ıskartaya çıkartıyor!”

Kaynak: Altınoluk Dergisi - Şubat 2020, Sayı:408

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.