Umeyr Bin Vehb (r.a.) Kimdir?

 Umeyr Bin Vehb radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kendisine göstermiş olduğu açık mûcize karşısında hayrette kalan ve derhal gönlünü İslâm'a açan bir yiğit...

Umeyr Bin Vehb, İslâm'la şereflenmeden önce Kureyşin azılılarındandı. Cesur, keskin görüşlü bir yiğitti. Bedir Gazvesinde müşrikler safında yer aldı. Kavmi onu müslümanların sayısını öğrenmek ve arkalarında yardımcı kuvvetleri olup olmadığını araştırmak üzere seçip gönderdi. Kavmine döndüğünde gördüklerini sanki bir müslüman gibi nakletti. Şöyle ki: "Ey Kureyş topluluğu!.. Onların sayıları azdır. Arkalarında yardımcı kuvvetleri de görünmüyor. Fakat onların her birini ölüme susamış kişiler olarak gördüm. Sizlerden birini öldürmedikçe onlardan birisinin öldürülmesi mümkün değildir. Onların sayısı kadar sizden de ölen olacaksa hayatın ne tadı kalır? Ona göre kararınızı veriniz..." dedi.

KUREYŞ'İN ŞEYTANI

Bu sözlerden Kureyş'in bazı ileri gelenleri etkilendi. Savaş yapmadan Mekke'ye dönmeyi bile gönüllerinden geçirdi. Fakat "Kureyş'in şeytanı" diye bilinen Ebu Cehil'in kin, kibir ve gururu baskın çıktı. Harb ateşi yakıldı. Başlarına gelen belaya ne kendisi ne de kavmi engel olamadı. Kureyş hezimete uğrayarak geri döndü. Umeyr Bin Vehb'de yara-bere içerisinde güç belâ Mekke'ye döndü. Oğlu esir olarak Medine'de kaldı. Zamanla Umeyr'in yaraları iyileşti. Ama İslâm'a düşmanlığı daha bir koyulaştı. Kendisinin Resûlullah'a ve ashabına yaptığı ezâ ve cefalar aklına geliyor ve oğluna işkence yapılmasından korkuyordu.

PEYGAMBERİMİZE SUİKAST GİRİŞİMİ

Bir gün amcazâdesi Safvan Bin Ümeyye ile Kâbe'de Hicir mevkiinde oturmuş hasbihal ediyorlardı. Bedir felaketinden ve esirlerden bahsediyorlardı. Safvan "Bedir'den sonra hayatın tadı tuzu kalmadı." dedi. Umeyr de: "Gerçekten öyle... Bundan sonra yaşamaya değmez. Şayet şu borçlarım olmasa, çoluk çocuğumu geçindirmek düşüncem bulunmasaydı, Medine'ye varır, Muhammed'i öldürürdüm. Oğlumun ellerinde esir olması da bu iş için iyi bir bahânedir." dedi.

Safvan çok zengindi. Bedir'de kaybettiği yakınlarının intikamını almak istiyordu. Umeyr'in bu sözlerini fırsat bildi ve ona: "Umeyr!... Eğer Muhammed'i öldürürsen, senin bütün borçlarını öderim. Çoluk çocuğuna da benimkilerle birlikte ölene kadar bakarım. Malım onların hepsine yeter" dedi. Umeyr'in istediği de buydu. Peki öyleyse dedi. Fakat bu anlaşmamızı gizli tut! Sakın kimseye söyleme diye tembih etti.

ALLAH HER ŞEYİ BİLİR

Umeyr kılıcını bileyip zehirledi. Devesine binip Medine'nin yolunu tuttu. Mescid-i Nebevî'nin kapısına yakın bir yerde devesini ıhdırdı. Hz. Ömer (r.a) onun devesinden inip, kılıcını kuşanmış olarak Mescide doğru gittiğini görünce: "Bu, Allah düşmanı Umeyr'dir. Buraya mutlaka bir kötülük yapmak için gelmiştir" dedi. Kendisi derhal Rasûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin huzuruna geldi ve durumu arz etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz: "Onu bana getirin." buyurdu. Hz. Ömer (r.a) geri dönüp Umeyr'in yanına geldi. Yakasından tuttu. Boynundaki kılıcı sımsıkı yakalayarak Rasûlullah'ın huzuruna götürdü. Efendimiz Umeyr'i bu halde görünce: "Onu serbest bırak Ömer!... Sen geri dur!... Sen de yakın gel ey Umeyr!... Yaklaş ya Umeyr!" buyurdu. Sonra aralarında şu konuşma geçti. Efendimiz ona: "-Ey Umeyr! Buraya niçin geldin?" dedi. O da "-Oğlum elinizde esir. Bir iyilik edip onu bırakasınız diye geldim" dedi. "Boynundaki şu kılıç ne oluyor?" "-Öyle kılıç olmaz olsun! Bize ne faydası dokundu ki... Bedir'de bir fayda verdi mi?" dedi. Efendimiz tekrar: "Bana doğru söyle! Buraya niçin geldin?" diye sordu. O da: "-Sadece bunun için geldim" dedi. Aldığı bu cevaplardan sonra Fahri Kâinat (s.a) Efendimiz ona: "-Peki öyleyse Hicir'de Safvan İbni Ümeyye ile yaptığınız anlaşma neydi? Orada, Bedir'de kuyuya atılan kimselerden bahsettiniz. Sonra sen, borcum ve şu çocuklarım olmasaydı, gider Muhammed'i öldürürdüm, dedin. Safvan da borcunu ödemeyi, çocuklarına bakmayı üstlendi. Sende kalkıp geldin. Fakat Allah Teâlâ yapmayı düşündüğün işe izin vermeyecektir." buyurdu.

Umeyr bu bilgiler karşısında hayretler içerisinde kaldı. Renkten renge girdi. Ürkek ürkek, kekeleyerek: "Bu konuyu sadece Safvan'la ikimiz konuşmuştuk. Yanımızda başka biri yoktu. Vallahi, kesin olarak inandım ki, sana bu haberi ancak Allah getirmiştir. Anlıyorum ki, sen Resûlullahsın. Müslüman olmam için beni sana gönderen Allah'a hamdolsun..." dedi. Peşinden kelime-i şehadet getirerek İslâm'la şereflendi.

İki Cihan Güneşi Efendimiz ashabına: "Kardeşinize dinini ve Kur'an'ı öğretin. Esirini de salıverin." buyurdu, Kısa zamanda dinini iyice öğrenen Umeyr (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a) Efendimizden izin alarak Mekke'ye döndü.

Safvan ibni Umeyye Mekke'de Kureyş'in toplantılarına katılıyor ve "Yakında Bedir acılarınızı unnutturacak bir haber vereceğim." diye ilan ediyordu. Umeyr'in dönüşü, gecikince merak edip yolcu kafilelerinden onu sormaya başladı. Onun İslâm'a girdiğini duydu. Ama inanamıyordu. Onun İslâm'a girişi ve Mekke'ye dönüşü büyük bir hadise oldu. İslâm'ı yaymak için çok çalıştı. Birçok müşrik onun sayesinde İslâm'ın nuruna kavuştu. Mekke fethinden sonra da Safvan'ın müslüman olmasına vesile oldu. Uhud'dan evvel Medine'ye hicret etti. Bütün gazalarda bulundu. Hz. Ömer (r.a) devrinde Amr İbni As (r.a)'a gönderilen yardımcı kuvvetlerin birinde komutanlık yaptı. İskenderiye fethinde büyük yararlılıklar gösterdi. Diğer bazı şehirlerin fethinde de bulunan Umeyr Bin Vehb (r.a) Hz. Ömer (r.a)'ın hilafetinin son zamanlarında vefat etti. Cenâb-ı Hak şefâatlarına nâil eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1998 - Temmuz, Sayı: 149, Sayfa: 026

MEKKELİ MÜŞRİKLERİN SUİKAST PLANI

https://www.islamveihsan.com/mekkeli-musriklerin-suikast-plani.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.