Tarikat ve Cemaatler Direniş ve Diriliş Kaynağıdır

Altınoluk dergisinin 404. sayısında Yusuf Kaplan ile varlığı tartışma haline getirilen "Tarikat ve Cemaatler"in neden hedefe konulduğu, bu tablo karşısında İslami kurumların nasıl bir hareket tarzı benimsemesi gerektiği konuşuldu.

"Tarikat ve cemaatler direniş ve diriliş kaynağıdır" diyen Yusuf Kaplan ile yapılan röportajın tam metni.

H.S. Ercivelek: Muhterem hocam Türkiye’de 15 Temmuz sürecinden bu yana şiddeti artan bir surette, İslami yapılanmalara, cemaatlere, tarikatlara ve özellikle de ehli sünnet tasavvuf anlayışına dönük sistematik bir saldırı başlamış durumda. Sanki 15 Temmuz’un İslami bir cemaat tarafından seküler toplum yapısına, laik devlet anlayışı ve kurumlarına karşı yapılmış bir kalkışma gibi algılanmasına çalışılıyor. Bu operasyon ile İslami yapılara karşı girişilecek her türlü olumsuz hareketin kamuoyu nezdinde meşruiyet zemini oluşturuluyor. Oynanan bu büyük algı oyunu ile İslami cemaatle ve tarikatların, hedefi oldukları bir darbenin organizatörü olarak gösterilmesi gibi trajikomik bir durum ile karşı karşıyayız. Bu hususta neler söylemek istersiniz?

DARBE GİRİŞİMLERİNİ ORGANİZE EDEN AYNI ADRES

Yusuf Kaplan: Türkiye coğrafi ve ekonomik çevresi dış ve düşman güçler tarafından tam anlamıyla bir kuşatma altına alınmış durumda. Tam da böylesine kritik dönemde aynı güçler içerideki mukavemeti de kırabilmek için, toplumun sosyal dokusunu kaşıyacak, sinir uçlarını tahrik edecek böylelikle toplumsal huzuru ve dayanışmayı çökertip bir iç karışıklığa zemin oluşturacak operasyonlar yapmaktalar. Bu hareketler son derece örgütlü ve organize bir şekilde aynı akıl tarafından koordine edilmek suretiyle devam ediyor. 15 Temmuz’un artçı dalgaları diye görüyorum ben bunu. 15 Temmuz gecesi fiili darbe geri püskürtüldü ise de 16 Temmuz sabahından itibaren darbenin devam eden akınları ile saldırmaya başladılar. Hatırlayacak olur isek 16 Temmuz sabahından itibaren medyaya konuşmaya başlayan ulusalcı, resmi devlet ideoloji taraftarı ekipler 15 Temmuz hareketini gerçekleştiren FETÖ’nün görünen kimlik özelliklerinden hareketle hemen ülkemizdeki tüm İslami cemaatleri, tarikatları hedef tahtasına oturtmaya başladılar. Bu saldırıları organize eden merkez de -ki kanaatimce 15 Temmuz’u organize ettiren ile aynı adrestir- bir yandan bu algıyı oluşturur desteklerken diğer yandan da 15 Temmuz’un diğer dalgalarını oluşturdu.

15 Temmuz’un takip eden ilk dalgası ekonomik saldırı olmuştur. Bu saldırı ile 15 Temmuz’a direnişin fiili odağı olan muhafazakâr iktidar aleyhinde kamuoyu nezdinde bir memnuniyetsizlik halkası oluşturulmaya çalışıldı ki bunun kısmen de başarılı olduğunu görmekteyiz. Şimdilerde ise ikinci dalganın başladığını görüyoruz. Bu dalganın amacı sosyal kaos ve karamsarlık oluşturarak milli birlik ve beraberliği zedelemek, iç karışıklık ve huzursuzluk çıkartmaktır. Bunun gerçekleştirilmesi için de toplumun sinir uçları tahrik edilmektedir. Özellikle her türlü saptırmaya, manipülasyona açık bir ortam olan sosyal medya kullanılmaktadır.

Ben yeni bir 28 Şubat süreci tezgâhlanmaya çalışıldığını düşünüyorum. Ancak bu sefer ki daha tehlikeli. Zira öncekinde tankları sokaklara çıkartmışlardı. Bu durumda işimiz kolay idi; tankın karşısına çıkıp tepki vermek kolay ve anlaşılabilir. Bu sefer, az önce de beyan ettiğim şekilde toplumun sinir uçları kaşınarak belki de yeni Menemen hadiseleri, ‘vurun kahpeye’ senaryoları tertip edilerek bir haklılık zemini oluşturma ve bu zemin üzerinden birbirine düşürdükleri topluma, sosyal dokuya müdahale etme imkânı hazırlamaya çalışıyorlar kanaatindeyim.

H.S. Ercivelek: Bu tablo karşısında cemaatler, tarikatlar, İslami vakıflar sizce nasıl bir hareket tarzı benimseyip uygulamalı?

TÜRKİYE'DE AMAÇLANAN DARBE VE MÜDAHALE

Kaplan: Artık askeri darbe ve müdahale ihtimalinin – tamamen ortadan kalkmasa da – gittikçe azaldığı bir dönem yaşıyoruz. Bundan sonraki darbe ve müdahalelerin sivil, sosyal ve toplumsal olacağı kanaatindeyim. Az evvel de belirttiğim gibi bu tip müdahaleleri kotarmaya çalışan akıl bunu fark ettiğinden dolayı, 15 Temmuz’dan sonra dozu gittikçe artan şekilde toplumun sosyal dokusunu bozmaya, toplumda kamplaşma ve ayrımlar üretmeye dönük bir faaliyet içine girmiş durumdadır. Bunu engellemek için biz Müslümanların öncelikle basiretli ve ferasetli olmaları gerekir. Basiret ve ferasetin nasıl bir şey olduğunu göstermeliyiz insanlığa. Biz bunu bugüne kadar başarılı şekilde yaptık. Sakin olmalı, provokatif eylem ve söylemlere karşı sağduyumuzu muhafaza etmeliyiz. Toplumdaki ayrımı, sosyal dokuyu bozacak yaklaşımları ayırt etmeli ve bunlara prim vermemeliyiz.

H.S. Ercivelek: Hocam bu saldırıların nihai hedefini nasıl okumak lazım?

EN BÜYÜK FELAKET

Kaplan: Her zaman söylediğim bir söz var. Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket; başına ne gibi bir belanın gelmiş olduğunu bilmemek, algılayamamak, değerlendirememektir. Bizim başımıza gelen de maalesef budur. Bu toplum; Tanzimat ile başlayan ve cumhuriyet dönemi reform hareketleri ile devam edegelen süreçte başına nelerin geldiğini anlayabilmiş değil maalesef. Türkiye’nin, devletimizin, kurumlarımızın ipleri Tanzimat ile başlayan bir süreç ile bu toprağın çocuklarının, milletimizin elinden alınmıştır. Adeta gemimizin dümeni elimizden alınmış, rotamız, bizler, bizden olanlar tarafından değil emperyalist ve sömürgeci güçler tarafından, onların güdümünde maalesef bu toprakların ruh kökleri ile irtibatını kaybetmiş adeta mankurtlaşmış ekipler tarafından belirlenir hale gelmiştir. Aslında bu İngilizlerin şark meselesi adı altında 300 yıl önce başlattıkları ve tüm İslam coğrafyasını tarumar eden politikanın Türkiye’ye yansımış halidir. Buna direnenler ise bir şekilde hatta çoğu kez en acımasız şekilde tasfiye edilmişlerdir. Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesilerek hunharca şehit edilmesi, Sultan II. Abdülhamit’in tahtında yalnız bırakılarak bir darbe ile önce sürgün sonra Beylerbeyi sarayında hapis hayatına mahkûm edilmesi, Menderes’in asılarak şehadeti, Özal’ın şehit edilmesi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehit edilişi, Erbakan’ın yakın tarihimizin en ahlaksız darbelerinden biriyle görevden ayrılmak zorunda bırakılışı böyledir. Şimdi Erdoğan’ın aynı sultan II. Abdülhamit Han’a yapıldığı gibi hakkında diktatör iftirası çıkartılıp tüm dünya kamuoyunda mahkûm edilmeye çalışılması, bu zemin üzerine inşa edilen 17–24 Aralık, Gezi ve nihayet 15 Temmuz darbesi ile tasfiye edilmek istenmesi bunun örnekleridir.

Türkiye, son dönemde iktidarı olması gerektiği gibi, tekrar Müslüman Türk milletinin uhdesine tevdi etmek için oldukça önemli hamleler yapmış ve yol almıştır. Karşı tarafın tüm derdi bu alınan mesafenin, onlar için geri dönülemez bir hale gelmesinden önce milletin kazandığı mevziilerin tekrar elinden alınmasıdır.

Anlaşılacağı üzere aslında tüm mesele iktidar meselesidir. Türkiye’nin sanal ve kurgu siyasi iktidarının değil, gerçek anlamda siyasi, kurumsal, ekonomik, kültürel iktidarının kimin elinde olacağının meselesidir. Türkiye’de özellikle 2010 yılından bu yana yaşanan tüm çalkantıların, gerek siyasi, gerek sosyal gerekse de yukarıda da ifade ettiğim gibi ekonomik türbülansların nedeni adı konmamış bir iktidar savaşıdır. Bu çalkantılar düşman hamlelerinin tecessüm etmiş halidir.

H.S. Ercivelek: Hocam, tüm bu hengâmede tarikatların, cemaatlerin İslami yapıların hedef tahtasına oturtulması, yukarıda anlattığınız Türkiye aleyhtarı stratejinin hangi halkasını oluşturuyor?

TOPLUMUMUZUN YAPI HARCI VE SİGORTASI

Kaplan: Toplumumuzun yapı harcı ve sigortası İslam’dır, Müslüman kimliği ve onun ışığında şekillenen değerler manzumesidir. Sünni Türk devlet geleneğinin toplum ve sosyal doku projeksiyonunda, toplumun İslamiyet ile ilişkisinin temini, İslami değerlerin ferden ferda özümsenmesi daima tarikatlar ve İslami vakıflar vasıtası ile olmuştur. Anadolu’da yeşeren ve kök salan Türk İslam toplumunun ruh kökleri, Hazreti Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaş-ı Veliler ve emsali, sayısız Horasan ereni tarafından karılan manevi harç ile şekillenmiştir. Bu gerçeği en az bizim kadar bilen düşmanlarımız 1000 yılda oluşan bu manevi yapıyı bozabilmek için toplum ile İslamiyet arasındaki köprüleri atmak gerektiğini çok iyi bilmektedirler. İşte bu köprüler tarikatlar ve cemaatlerdir.

Türkiye’nin tüm kurumları laik, daha doğru bir ifadeyle lâ-dinidir, İslam’dan kopartılmış ve uzaklaştırılmıştır. Özellikle eğitim politikası tamamen dinden uzak ve kopuktur. Toplumun son 80 yılda İslam ile ilişkisini koruyan ve geliştiren tek kanal tarikatlar, cemaatlerdir. Tarikat ve cemaatleri toplumdan çıkartırsanız çok değil 20 – 30 yıl sonra toplumda İslam’dan eser kalmaz. Zira tarikatlar ve cemaatler toplumun köklerini oluşturur, toplumun hem direniş hem de diriliş kaynağıdır.

Son 200 yıldır, Tanzimat’tan bu yana Müslümanları İslami şuur ve yaşantı bakımdan ayakta tutan şey tarikatlardır. Cemaat dediğimiz aslında tarikatlardır. Cemaat tarikatın sosyolojik boyutudur diyebiliriz. Siz bu ülkeden tarikatları yok ettiğiniz zaman ne Mevlana kalır, ne Yunus kalır, ne de mürşitler elinde yetişen Itri kalır, ne Dede Efendi kalır, ne Şeyh Galip kalır, ne Fatih Sultan Mehmet Han kalır, ne II. Abdülhamit kalır; hiçbir şey kalmaz. Tarikatları, cemaatleri hedef tahtasına yatıran insanlar kesinlikle bu toplumun intihar etmesini, kendini inkâr etmesini ve neticede kendi eliyle kendisini yok etmesini istiyorlar.

Yukarıda sormuş olduğunuz bir soruya verdiğim cevaba yeri gelmişken bir eklemede bulunmak isterim. Müslümanlar olarak kurulan bu oyuna karşı yapacağımız en önemli hamlelerden biri de İslami yapılara, tarikatlara ve cemaatlere sıkı sıkıya sahip çıkmak onları desteklemek olacaktır.

H.S. Ercivelek: Nitelikli bir değerlendirme yapabilmek anlamında, iğneyi kendimize batırırsak tarikatlar, cemaatler genel olarak ise İslami hassasiyete sahip kesimler olarak bizim hatalarımız nelerdir sizce?

İMTİHAN SIRRI

Kaplan: Allah (cc) hakikati hak edene lütfeder; eğer hak edilmeden hakikat lütfedildi ise burada bir imtihan sırrı var demektir. Allah’ın bizlere lütfettiği iktidar nimetinin şükrünü gereği gibi ifa ettik mi diye baktığımız zaman en esaslı öz eleştiriyi de yapmış oluruz kanaatimce. Biz sadece yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan da mesulüz Allah indinde.

İktidar olmak bozar ve deforme eder. Özellikle son 15 yıllık iktidar ile birlikte artan ekonomik refah seviyesi ve zenginlik toplumun tamamında olduğu gibi İslami hassasiyeti yüksek kesimlerde de rehavete sebep oldu. Kazanımlar Türkiye’yi, toplumu hatta buradan başlayarak tüm insanlığı kurtarmaya matuf hamlelere değil, artan refahın daha da artması, zenginliğin daha da artması gibi dünyevi amaçlara harcanır oldu. Bu haller kanımca ilahi rahmetin tecellisinin, nusret ve tevfik-i ilahinin inkıtaa uğramasına sebebiyet verecek hallerdir.

Sosyal yapılar olması hasebiyle maalesef tarikatlar ve cemaatler de bu rehavet ve dünyevileşmeden etkilendiler. Esas ve en önemli işlevleri olan insan yetiştirme faaliyetleri insan-ı kâmil yetiştirme faaliyeti olmaktan çıkıp, makam, mevki ve pozisyonları kendi cemaatlerinden kişilerle doldurabilmek için adeta dolgu malzemesi insanlar yetiştirme sığlığına dönüştü. Hâlbuki cemaatlerin ve tarikatların en önemli görevi insan yetiştirmek ve yetişmiş insanlar marifeti ile İslam toplumu inşa etmek olmalı idi.

Tarikatlar bu ana işlevlerine dönmeli, iktidarın getirdiği nimetler ile oyalanmamalı ve topluma nitelikli insan-ı kâmiller yetiştirme görevlerini en iyi şekilde ifa etmeye çalışmalılar. Tabii ki tarikatlar ve cemaatler arasında deforme olmuş yapılar, muhtelif bozulmalar olabilir; bu son derece doğaldır. Doğal olmayan bu deformasyonların, bozulmaların tedavi edilip tamir edilmesini değil bu deformasyonların bahane edilerek toplumun İslami temellerinin kurucusu bu yapıların kaldırılması, kapatılmasını savunmaktır. Bu adeta hasta olan insanın tedavi edilmeyip öldürülmesini istemek gibi tuhaf bir durumdur.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 404

 

İslam ve İhsan

BÜTÜN CEMAATLERİ AYNI KEFEYE KOYMA!

Bütün Cemaatleri Aynı Kefeye Koyma!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.