Suudi Arabistan İçin Dönüm Noktası

Türkiye’de konsoloslukta Suud’un eli kana bulandı Veliaht Prens Selman, bu işin içinden nasıl çıkacak?

Salman bin Abdülaziz Ocak 2015’te kral olduğunda oğluna da krallıkta daha iyi bir pozisyon verecek hızlı değişiklikler yaptı. 29 yaşındaki oğlunu ilk etapta Savunma Bakanı olarak atayan kral Selman, çok geçmeden “Beyaz/Yumuşak Darbe” diye nitelendirilen kraliyet operasyonu ile de veliaht prens ilan etti.

Bin Selman babası tarafından Suudi Arabistan’ın müstakbel kralı ilan edildiğinde henüz otuz bir yaşındaydı. Yeni veliaht prens savunma bakanı olmasının yanı sıra başbakan yardımcılığı ve bir çok görevi daha üstlendi.

Muhammed bin Selman’ın veliaht prens olarak atanmasının ardından Ortadoğu medyasında onun genç ve tecrübesizliğine sıklıkla vurgu yapılırken “Ben çok zeki bir devlet adamı ve barış insanı değilim” şeklindeki kendi sözlerine dikkat çekiliyordu. Bu sözleri onun döneminde Suudi Arabistan’ı neler beklediği sorusuna ilişkin önemli ipuçları veriyordu aslında.

Batılı çevrelerde ise daha çok müstakbel kralın Suudi Arabistan’ın imajını değiştirecek liberal ve reformist görüşlere sahip olduğu ön plana çıkartılıyordu.

Beklendiği gibi Suudi Arabistan’ın oldukça genç, tecrübesiz, liberal ve reformist görüşlere sahip veliaht prensi Muhammed bin Selman çok kısa sürede hem Batılı hem Ortadoğu’daki kimi çevrelerin tahminlerini yanıltmayan bir tablo çizmeye başladı.

Babası Selman’ın yaşlılığından dolayı defacto olarak krallık tahtına biraz erkenden oturan Bin Selman, üstlendiği diğer yetkiler sayesinde ülkesinin tek hakim gücü haline geldi. Elde ettiği bu güç ile de Suudi Arabistan’ın imajını son sürat değiştiren adımlar attı. Tabiȋ genç veliaht prens ilk planda, icraatlarının ve krallığının önündeki taşları temizlemekle işe koyuldu. İktidarını sağlam zeminlere oturtmak için muhaliflik potansiyeli taşıyan tüm çevrelere karşı demir yumruğunu çok ama çok erkenden gösterdi. İşadamlarından, din adamlarına, entelektüellerden gazetecilere varıncaya kadar iktidarına karşı seslerini yükseltebilecek herkesi zapturapt altına aldı.

Din adamları, kanat önderleri ve entelektüelleri “radikalizm ile mücadele”, işadamlarını ise “yolsuzlukla mücadele” gibi hem içeride hem de dışarıda kolaylıkla satın alınabilecek gerekçelerle tutukladı.

Veliaht prens demir yumruğunu iktidarına tehdit olarak gördüğü, yerli yersiz herkesin başına indirirken onun bu tutumu Batı dünyasını çok fazla rahatsız etmedi. Onlar açısından öncelik “radikalizm ile mücadele” ve onun da ötesinde Suudi Arabistan ile olan ekonomik ilişkilerdi. Bu yüzden Bin Selman’ın keyfe keder tutuklamalarını, insan hakları ihlallerini değil, Suudi kadınların araç kullanabilmesinin önünü açan, Suudileri sinema salonlarıyla tanıştıran, Riyad meydanlarında özgürce müzik konserleri dinlemelerini sağlayan “reformist girişimleri” konuşuyordu Batılı çevreler.

Batılı yayın organları ise Bin Selman’ın 2030 vizyonunu köpürtüyordu. Yeni veliaht prensi sadece Suudi Arabistan’ı değil tüm bölgenin imajını değiştirecek, Ortadoğu’nun en önemli siyasi figürü diye takdim ediyordu.

Ancak, hem iç hem dış politikalarındaki tercihleri veliaht prens Muhammed bin Selman’ın Batılı çevrelerde de yavaş yavaş tartışılmasının hatta sorgulanmasının önünü açtı. Özellikle Yemen’de İran ile giriştiği güç mücadelesinin uzaması, Riyad yönetiminin Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte daha çok güç kullanmasına neden oldu. Aşırı güç kullanımı ise daha çok katliamı beraberinde getirdi. Batılı çevrelerde Yemen’de yaşanan insanlık dramının müsebbibi olarak veliaht prens görülmeye ve eleştirilmeye başlandı. Batı dünyasında Yemen üzerinden başlayan bu eleştirilere insan hakları aktivistlerine yönelik tutuklamaların ardı arkasının kesilmemesine yönelik eleştiriler de eklenmeye başladı.

Riyad yönetimi ile Batı dünyası arasındaki ilk ciddi kriz Kanada ile yaşandı. Kanadalı yetkililerin Suudi Arabistan’da bazı insan hakları aktivistlerinin gözaltına alınmasını eleştirmesinin ardından iki ülke arasında kriz patlak verdi. Suudiler, Kanada Büyükelçisi’ni istenmeyen kişi ilan etti, Kanada ile tüm ticari ilişkileri dondurma kararı aldı.

Veliaht prens Muhammed bin Selman ile Batılı çevreler arasındaki balayını bitiren asıl gelişme ise insanın aklının havsalasının alamayacağı bir gelişme sonucu yaşandı. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim’de giriş yaptığı Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’ndan bir daha çıkamadı.

İddialar Cemal Kaşıkçı’nın içeride vahşice öldürüldüğünü söylüyordu. Ancak bu iddiaları reddeden Sudi yetkililer ki -buna veliaht prens de dahil- Kaşıkçı’nın konsolosluğa girdikten yirmi dakika sonra ayrıldığı konusunda ısrar ediyorlardı. Hatta Suudi Arabistan’ın resmi yayın organlarında ve sosyal medya kanallarında Cemal Kaşıkçı’nın ortadan kaldırılmasının arkasında Türkiye, Katar ve Müslüman Kardeşlerin olduğu tezi işleniyordu.

Riyad’ın inkârı ve suçu başkalarına atma ısrarı 18 gün sürdü. Türkiye’nin ortaya koyduğu daha doğru ifadeyle sızdırdığı bilgiler ve bu bilgiler ışığında dünyadan gelen baskılar sonucunda Riyad yönetimi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın konsoloslukta yaşanan bir “arbede”  sonucu öldüğünü dünyaya ilan etmek zorunda kaldı. Riyad yönetimi, 60 yaşını geçmiş Cemal Kaşıkçı’nın, 15 profesyonel asker arasında yaşanan arbedede hayatını kaybettiği iddiasına dünyayı inandırmaya çalışıyordu.

Riyad’ın Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi hadisesine ilişkin anlattığı hikâyeye ABD Başkanı Donald Trump ve Riyad’ın uydusu kimi Arap rejimleri haricinde kimse inanmadı. Trump bile daha sonra kuşku ve endişelerini belirtmek zorunda kaldı kendi, istihbarat örgütünün bilgileri ışığında ve kamuoyundan gelen baskılar nedeniyle.

Velhasıl, Riyad’ın eksik ve yığınla soruyu cevapsız bırakan itirafları, cinayeti aydınlatmayı değil Suud yönetimini özellikle de Muhammed bin Selman’ı cinayetin sorumluluğundan kurtarmaya yönelik bir adım olarak okundu dünya kamuoyundu.

KAŞIKÇI CİNAYETİ SUUDİ ARABİSTAN AÇISINDAN DÖNÜM NOKTASI OLABİLİR Mİ?

Kaşıkçı sonrasının muhtemel sonuçlarına geçmeden önce Riyad yönetiminin  böyle bir cinayete teşebbüs edebilmesinin psikolojik arka planına değinmeye çalışalım. Suud istihbaratı, neredeyse her bir karışı kameralarla gözetlenen, İstanbul’un göbeğinde, gönderdiği 15 istihbarat elamanı ile dünyadan gelebilecek tepkilere de aldırış etmeden bir gazeteciyi tasfiye etmeye nasıl cüret edebilmiştir?

Riyad’ın insan hakları ihlallerini sınırlarının dışına taşıma cüretini en çok ABD Başkanı Donald Trump’dan aldığını söylemek için uzman olmaya gerek yok herhalde. Dünya, “Biz olmasak iki haftada yıkılırsınız. Bunun bedelini ödemelisiniz” şeklinde tehditler savuran Donald Trump ile Suudi Arabistan’ın ilişki tarzına bakanlar kaba bir mafya liderinin haraca bağladığı bir ülke görürken. Suud yönetimini savunan kalemler ise daha farklı şeyler görüyor. Onlara göre Suudi Arabistan Trump’ı parayla satın almıştır ve dilediğini yaptırmaktadır. Bu mantıktan yola çıkarak Riyad’ın, “Paramızın gücü her türlü hukuksuzluğu örter” yaklaşımının arkasına sığınarak, dünyadan gelecek tepkilere aldırış etmeden Cemal Kaşıkçı’yı tasfiye edebileceklerini vehmettiği yorumu Ortadoğu medyasında ön plana çıkartılıyor.

Ancak Cemal Kaşıkçı cinayetinin ortaya çıkardığı korkunç tablo öyle milyarlarca dolarla örtülecek gibi görünmüyor. Buna Trump’ın bile gücü yetmeyeceğini dünya kamuoyunun tepkileri net bir biçimde ortaya koydu. Artık Batı dünyasının hemen hemen genelinde Kaşıkçı hadisesinin arkasında veliaht prensin olduğu yönünde güçlü bir kanaat var. Riyad yönetiminin özellikle Muhammed bin Selman’ı temize çıkarma çabası sonuçsuz kalmış gözüküyor.

ABD Başkanı Donald Trump, altın yumurtlayan tavuğundan olmamak için yoğun bir çaba sarf etse de gerek Demokratlar gerekse Cumhuriyetçi senatörler, Cemal Kaşıkçı cinayetindeki rolü sebebiyle ABD’nin Suudi Arabistan’ı cezalandırmasını talep ediyorlar. Siyasilerden ve medyadan gelen yoğun baskı altında Donald Trump.

Eski CIA Direktörü John Brennan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin Prens Muhammed Bin Salman’ın bilgisi ve izni olmadan işlenebileceği ihtimalinin inanılması güç ve zorlama bir fikir olduğunu söyleyenlerden biri mesela.

Brennan’a göre Suudi Arabistan ile ilişkiler ABD için önemli ancak Eğer bu ilişkideki kanser Bin Salman ise bu kanserden kurtulup, bu önemli ilişkiyi sürdürmenin yollarını aramalıyız.” diyerek Muhammed bin Selman yönetimindeki Riyad ile yürümenin mümkün olmadığına işaret ediyor.

Şimdi gündemdeki soru; gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrası Washington yönetimi ne yapacak? Suudi Arabistan ile ilişkileri devam ettirmek için Eski CIA direktörünün tasviriyle vücuttaki kanlı bölümden kurtulması gerektiğini mi dillendirecek? Daha düz ifadeyle gelen baskılara boyun eğip kral Selman’dan oğlunun azledilmesini mi isteyecek yoksa bildiğini okuyup hiçbir şey olmamış gibi Bin Selman ile devam mı edecek? İç dengeler göz önüne alındığında yaşlılığı dolayısıyla ne olup bittiğinin farkında olmadığı söylenen Kral Selman bu azli gerçekleştirebilir mi? Bütün muhaliflerini tasfiye etmiş Bin Selman öyle kolay kolay pes eder mi?

Cemal Kaşıkçı hadisesi öyle gözüküyor ki hem Suudi Arabistan hem de bölge açısından önemli bir dönüm noktası olacak. Yazımızı kaleme aldığımız günlerde Türk emniyetinin dünya kamuoyunca merakla beklenen Cemal Kaşıkçı raporu henüz açıklanmamıştı. O rapor ve dolayısıyla Türkiye’nin bu oldukça vahim cinayet karşısındaki yaklaşımı bu dönüm noktasında kuşkusuz çok önemli rol oynamış olacak. Bu raporun Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin seyrinde de önemli rol oynayacağı muhakkak. Skandalın patlak verdiği günlerde Türkiye’yi, Katar’ı, Müslüman Kardeşleri suçlayan Suudi Arabistan gayri resmi kanalları Riyad yönetiminin itirafının gelmesinin ardından Türkiye’ye yönelik çok ciddi söylem değişikliğine gitmişti. Kaşıkçı cinayetinin aydınlatılmasıı konusunda sergilediği işbirliğinden dolayı “kardeş Türkiye’ye ve liderine teşekkür etmeleri” dikkat çekmişti. Bu üslup değişimi önümüzdeki günlerde devam mı edecek yoksa tekrardan Türkiye’yi suçlayan yaklaşıma geri mi dönülecek?

Sonuç olarak önümüzdeki dönemde dünya gündeminde Suudi Arabistan’ı ve Riyad yönetimi ile bağlantılı gelişmeleri çokça konuşmayı sürdüreceğiz. Tablo onu gösteriyor.

“ORTADOĞU’DA İSRAİL’İ KORUMAYA YARDIM EDECEK BAŞKA KİMSEMİZ YOK”

Katledilen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın yazarlık yaptığı Washington Post’a konuşan Trump, Veliaht Prens Selman’ı “Ülkesini sadakatle seven, çok iyi kontrole sahip, güçlü bir kişi” ifadesiyle tanımlıyor. Bin Selman’ın 300 milyar doları aşan silah alımını öven ve veliaht prensin İran’ı köşeye sıkıştırmada kullanıldığını söyleyen ABD Başkanı Trump, kendisini niye savunduğunu şöyle açıklıyor: “Orada (Ortadoğu’da) İsrail’i korumaya yardım edecek başka kimsemiz yok.”

Kaynak: Beytullah Demirci, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.