Sohbetteki Feyz ve Ruhaniyeti Neden Kaybediyoruz?

Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sohbet sünnetini aynen devam ettirmiş ve buna çok ehemmiyet vermişlerdir. Efendimiz'in, ashabına yaptığı sohbette sahabeler manen doluyor fakat dünyevî maîşetle meşgûl olmaya daldıklarında da sohbette duyduklarının pek çoğunu unutuyorlardı.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Ensâr’dan bir komşum ile beraber Benî Ümeyye bin Zeyd yurdunda oturuyordum. Burası Medîne’nin Avâlî denilen semtindeydi. (Efendimiz’in feyz ve sohbetinden istifâde etmek maksadıyla) Allah Rasûlü’nün yanına nöbetleşe giderdik. Bir gün o gider, bir gün ben giderdim. Ben gittiğim zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dâir ne duyarsam onu komşuma anlatırdım. Komşum geldiği zaman da öğrendiklerini bana naklederdi.” (Buhârî, Mezâlim, 25)

MELEKLERİN METHETTİĞİ MECLİS

Ukbe bin Âmir şöyle anlatır:

Develerimizi sırayla güdüyorduk. Bir gün nöbet bana gelmişti. Vazifemi yaptım, develeri akşam yerlerine getirdikten sonra Peygamber Efendimiz’in yanına vardım. Allah Rasûlü ayakta insanlara konuşma yapıyordu. Şu mübârek sözlerine yetiştim:

«Güzelce abdest alıp, sonra iki rekât namaz kılan ve namaza bütün rûhu ve benliği ile yönelen bir müslümana, cennet vâcib olur!»

Bunları işitince:

“–Bu ne güzel!” dedim.

Önümde duran birisi:

“–Az evvel söyledikleri daha güzeldi!” dedi.

Baktım o Hazret-i Ömer imiş. Sözlerine şöyle devam etti:

“–Seni gördüm, daha yeni geldin. Az evvel Efendimiz şöyle buyurdu:

«Sizden kim güzelce abdest alır, sonra da:

“Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- O’nun kulu ve Rasûlü’dür.” derse, kendisine Cennet’in sekiz kapısı da açılır. Hangisinden isterse oradan Cennet’e girer.»” (Müslim, Tahâret, 17)

Ab­dullah bin Re­vâ­ha -radýyallâhu anh-, as­hâb-ı ki­râm­dan bi­riy­le kar­şı­laş­tı­ğı za­man:

“–Gel (kardeşim!) Allah için bir müddet oturup Rabbimize îmânımızı tazeleyelim (O’nu zik­re­de­lim).” derdi.

Bunun ne demek olduğunu anlayamayan bir sahâbî, gidip durumu Hazret-i Peygamber’e anlattı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona:

“–Allah, Ab­dullah bin Re­vâ­ha’ya rah­met et­sin! O, me­lek­le­rin med­het­ti­ği zi­kir mec­lis­le­ri­ni çok se­ver.” kar­şı­lığını verdi. (Ah­med, III, 265)

Müslümanların bir araya gelerek yaptıkları dînî sohbetler de bu zikir meclislerindendir.

SOHBETTEKİ FEYZ VE RUHANİYET

Hazret-i Ebû Bekir -radýyallâhu anh-, bir­ gün Hanzala -radýyallâhu anh-’a rastlamıştı. Hâl ve hatırını sordu. Hanzala -radýyallâhu anh- büyük bir teessür ve endişe içinde:

“–Hanzala münâfık oldu, ey Sıddîk!” dedi.

Hazret-i Ebû Bekir -radýyallâhu anh-:

“–Sübhânallah! Bu nasıl söz böyle?” deyince, Hanzala -radýyallâhu anh- sözlerine şöyle devam etti:

“–Biz, Peygamber Efendimiz’in sohbetinde iken, O bize Cennet ve Cehenne­m’i hatırlatıyor, hattâ onları gözle görüyormuş gibi bir hâle bürünüyoruz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûrundan çıkıp çoluk-çocuğumuz ve dünyevî maîşetimizle meşgûl olmaya dalınca da, duyduklarımızın pek çoğunu unutuyoruz. (O’nun sohbetindeki feyz ve rûhâniyetimizi kaybediyoruz.)”

Hazret-i Ebû Bekir -radýyallâhu anh-:

“–Vallâhi, buna benzer hâller bizde de oluyor.” dedi.

Bunun üzerine ikisi de kalkıp Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzûruna vardılar ve durumu kendisine arz ettiler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim yanımdaki hâlinizi devamlı muhâfaza edip, zikr-i dâimî üzere ola­bilseydiniz, yatakta yatarken de, yollarda yürürken de melekler sizinle musâfaha ederlerdi. (Üç defa tekrarlayarak):

«–Yâ Hanzala! Bâzen öyle, bâzen de böyle olur!»” (Müslim, Tevbe, 12)

İLİM, HİKMET VE MARİFET DOLU SOHBETLER

Sahâbeden İbn-i Mes’ûd -radýyallâhu anh-, insanlara perşembe günleri vaaz ederdi. Bir kimse ona:

“−Ey Ebû Abdurrahmân! Keşke bize her gün vaaz etsen!” dedi.

İbn-i Mes’ûd -radýyallâhu anh- ona şunları söyledi:

“−Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı.” (Buhârî, İlim, 11, 12)

Ammâr bin Yâsir -radýyallâhu anhumâ- özlü bir konuşma yapmıştı. Konuşmayı zevkle dinleyen müslümanlar, ona künyesiyle hitâb ederek:

“–Ebu’l-Yakzân! Çok güzel konuştun. Sözlerini biraz daha uzatsaydın iyi olurdu!” dediler.

O zaman Ammâr -radýyallâhu anh- şöyle dedi:

“–Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken işitmiştim: «Bir adamın namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi, dîni iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz! Zira öyle sözler vardır ki insanı âdeta büyüler.»” (Müslim, Cuma, 47)

Halîfe Muâviye, bir gün Medîne halkından bir kişiye Hazret-i Hasan’ın ne durumda olduğunu sormuştu. O da şöyle anlattı:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Hasan -radýyallâhu anh-, sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar mescidde kalır. Mescidde bulunan ne kadar şerefli, saygıdeğer insan varsa onun yanına gelir ve güneş yükselinceye kadar sohbet eder, konuşurlar. Güneş yükselince iki rekât namaz kılar, ardından mü’minlerin annelerinin yanlarına uğrar ve onlara selâm verir, hâl ve hatırlarını sorar. Onlar da ona yanlarında bulunan yiyeceklerden ikram ederler. İşte Hasan bin Ali’nin günleri böyle geçer.”

Bunları dinleyen Muâviye derin bir teessürle:

“–Biz onun gibi olamadık.” dedi. (İbn-i Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dımeşk, VII, 23)

Görüldüğü üzere sahâbe-i kirâmın hayatında sohbetin mühim bir yeri vardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onları sohbet iklîminde yetiştirdiği gibi, onlar da fırsat buldukça vakitlerini ilim, hikmet ve mârifet dolu sohbetlerin gönül feyziyle değerlendirme gayreti içinde oldular. Böylece İslâm nîmetinin gelecek nesillere intikâlinde hayâtî bir hizmet îfâ ettiler. Allah hepsinden râzı olsun!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.