Sami Efendi’nin Son Günleri

Musa Topbaş Efendi’nin (k.s.) anlatımıyla merhum Üstaz Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Hazretleri’nin son günleri.

Musa Topbaş Efendi kuddise sirruh Sultanü’l Ârifîn eserinde Üstaz Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Hazretleri’nin Medine-i Münevvere’deki son günleri naklediyor:

MAHMUD SAMİ RAMAZANOĞLU HAZRETLERİ’NİN SON GÜNLERİ

1976 yılının sonbaharı idi. Muhterem Üstaz Hazretleri’nin Erenköyü’ndeki devlethânelerine giderek hem ziyaret etmek hem de zamanın gönlümüzde yer ettiği keder ve sıkıntıları onun nazar ve sohbetleri sayesinde izâle ederek huzura kavuşmak arzusunu duymuştum. Güler bir yüz ile huzurlarına kabul buyurmuşlardı. Hiç ziyaretçi yoktu. Münferit olarak bazı nasihatlerini müteakip, kapalı olan odanın kapısına bakarak -kapıya bakmak mahrem işareti idi- “Medine-i Münevvere’ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla. Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın” buyurdular.

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin nusreti ile arzuları, dilekleri semere vermiş, ilk işaret buyurdukları andan itibaren bir buçuk sene sonra Medine-i Münevvere’ye, Belde-i Tayyibe’ye, bütün aile efradı ile vâsıl olmuşlar ve Şehrin Harre-i Şarkıyye semtinde, sâlih bir zâtın yaptırmış olduğu yeni devlethanelerine yerleşmişlerdi.

“BU MÜBAREK BELDEDE DİKKATLİ OLUNUZ”

Elhamdülillah, Üstâz Hazretleri kuddise sirruh’un arzuları tahakkuk etmiş olduğu cihetle çok mesud ve mesrurdular. On-onbeş gün kadar bir istirahattan sonra, az sayıda olmak şartıyla ziyaretçi kabul ediyorlardı. Ve sohbetleri arasında bu mukaddes Belde-i Tayyibe’de, gayet edebli, ta’zimkâr olmak icâb ettiğine işaretle şâir Urfa’lı Nâbi Efendi’nin meşhur “Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hüdadır bu” nâtını irticâlen sonuna kadar okuyorlardı. Aynı hususta Medine-i Münevvere’de ikâmet eden meşhur Mevlânâ Ziyâeddin el-Hindî el-Kadirî kuddise sirruh da ziyaretçilerine: “Aman bu mübarek beldede dikkatli olunuz, yolunuz yalnız, iş yeriniz, Mescid-i Nebevi ve hâneniz olsun. Bu mübârek yerin halkına fazla tecessüs etmeyiniz. Olur ki birinin hatalı hâlini görürsünüz, gönlünüz değişir, bu da sizin için zararlı olur” buyurmuşlardı.

“GÖNLÜMÜZ CENNETÜ’L BAKİ’Yİ İSTER”

Böylece seneler birbirini takip ediyor, muhterem Üstaz Hazretleri kendilerini tam bir inzivaya verip vakitlerini devamlı olarak, dua, zikir, murâkabe ve istiğfarla geçiriyorlardı. Rahatsızlıkları da günden güne artıyordu. Tıbbî müdahale ve ihtimamlar semere vermiyor, zâten pek nâzik, hafif olan bedenleri adetâ eriyordu. Tansiyonları sık sık yükseliyordu. Bu ağrı ve ıztıraplara rağmen bir defa olsun “vücudumda şöyle bir rahatsızlığım var, başım ağrıyor” gibi en ufak bir şikâyette bulunmuyordu. Hatta gözlerindeki zâfiyet ziyâdeleşmiş, göremez hale gelmişlerdi. Bu hâlini sezen bir yakını tarafından hâzik bir doktor celbedilerek, ameliyat edilmiş ve görmeye başlamışlardı. Bu gâile ve rahatsızlıklarında bile daimî olarak dua ve istiğfara devam etmişlerdi. Sevenleri yirmi beş sene kadar evvel Eyüp Sultan Hâlid ibn-i Zeyd radıyallâhu anh Hazretleri’nin kabristanında kendileri için bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan muhterem Üstaz Hazretleri “Bizim re’yimizi sorarsanız, gönlümüz Cennetü’l-Bâkîa’yı ister” buyurmuşlardı. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin bu has, lekesiz kulu son günlerini yaşıyordu.

“ALLAH ALLAH” DİYEREK VEFAT ETTİ

“Sen Rabbin’den, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir!” (Fecr, 28-30) âyet-i kerîmelerine imtisâlen, meşhur şâir Urfalı Kemal Edib Beyefendi’nin “Fahru’l-Urefâ, Bedr-i Hafâ Hazret-i Sâmî - Âriflerin kendisiyle iftihar ettikleri bulutun altına gizlenen, gizli ay” olarak tesmiye ettiği insân-ı kâmil, asırların yetiştirdiği Mürşid-i Mükemmil Hazretleri’nin, nûr hazinelerinden olan ruhu muazzezleri, 10 Cemaziyel evvel 1404 -12 Şubat 1984 tarihinde sabaha karşı saat dört buçukta; “Allah Allah” kelime-i tayyıbesini zikrederek Âlâ-i illiyyine tayerân etmiştir. Yâni fâni dünyadan ebediyet âlemine intikal etmiştir. Gasl ve tekfinini müteakib cenaze namazları Mescid-i Nebevî’de edâ edildikten sonra, Fahr-i Kâinat sallallâhu aleyhi ve sellem’- in bu has evlâdı Türbe-i Saadet önünden geçirilerek büyük bir sessizlik içinde güzîde, sâlih bir topluluğun elleri üzerinde, ileriden beri cân ü gönülden arzu ettikleri, Cennet-i Bakîa’da Osman Zinnûreyn ve Ebû Sâid el-Hudrî radıyallâhu anh Hazretleri’nin kurbundaki mukaddes toprağa defnedildiler. Mübârek rûhu için bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs-ı Şerîf isritham ederiz.

Kaynak: Sâdık Dânâ, Sultanü’l Ârifîn-4, s.107, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MAHMUD SAMİ RAMAZANOĞLU (K.S.) KİMDİR?

Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.