Sâlik Ve Meczûb Kime Denir? Aralarındaki Fark Nedir?

Sâlik ve meczûb kime denir? Aralarındaki fark nedir? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor.

Sâlik ve meczûb kavramları hakkında tasavvuf klâsiklerinden Avârifu’l-maârif ile Hânî’nin Âdâb adıyla tercüme edilen eserinde birtakım bilgilere rastlanmaktadır:

Sâlik: Seyr u sülûke girmiş, riyâzat, mücâhede ve muâmele ile nefsini arıtıp rûhunu yüceltmeye ve müşâhedeye ermeye çalışan kimsedir. Sâlik önce kâinâttaki ilâhî kudret ve âsâra bakar, onun delâletiyle Hakk’ın isimlerine, isimlerinin delâletiyle sıfatlarına, sıfatlarının delâletiyle zât-i Bârî’ye vuslata ererek sülûkünü tamamlar ve “vâsıl” adını alır. Vuslat noktasına gelmemiş bir sâlikin şeyhlik makâmına yükseltilmesi uygun değildir.

Meczûb: Hakk’ın tecellîleri kendisine seyr u sülûksüz zuhûr eden kimsedir. Bu yüzden meczûb, önce zâtı müşâhede eder, müteâkiben kâbiliyetine göre kendisine birtakım sırlar keşfolunur. Ardından sıfât-ı ilâhiyye ve esmâ sırları açılarak kâinâtın sırlarını görmeye başlar. Çünkü cezbe, Hakk tarafına çekilme anlamında bir kavramdır. Meczûb da Hakk tarafına çekilen “âşık” demektir. Meczûb, önce cezbe ve aşk ateşiyle Hakk cânibine çekilir, sonra seyr u sülûk ile işi sahv ve temkîne bağlar. Türkçe’de yarı mecnûn anlamında kullanılan meczûb ile bu anlamdaki meczûbu karıştırmamak gerekir.

Sâlik ile meczûb, seyr u sülûk ile yetişme bakımından birbirinin tam tersidir. Sâlikin en son geldiği noktaya, meczûb ilk başta gelmektedir. Sâlikin hâli Allah’a vuslat için eşyâyı müşâhededir. Meczûbun hâli ise eşyâyı Allah ile müşâhededir. Meczûbun sülûkü mahv ve fenâ ile, sâlikin sülûkü ise sahv ve bakâ ile sona erer. Biri aşağıdan yukarı, diğeri yukarıdan aşağı seyr ederek bir noktada buluşur. Ancak ikisi de birbirinin sıfatlarından vâreste olmamalıdır. Yâni sâlik aşk ve cezbesiz, meczûb da seyr u sülûksüz olamaz.[1]

[1].     Sühreverdî, a.g.e., s. 110-115.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MÜRİD EVRÂD VE EZKÂRINI YAPMAZSA BAĞLI BULUNDUĞU YOLDAN ÇIKMIŞ OLUR MU?

Mürid Evrâd ve Ezkârını Yapmazsa Bağlı Bulunduğu Yoldan Çıkmış Olur mu?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.