Salih Peygamberin Tevhîd Mücadelesi

Sâlih Peygamber, Allah'ı inkâr eden kavmine karşı azim ve kararlılıkla tevhid mücâdelesi verdi.

Sâlih -aleyhisselâm- kırk yaşına ulaştığında Cebrâîl -aleyhisselâm-, kendisine peygamberliği getirdi. Sâlih -aleyhisselâm- önce çekindi. Ancak Hazret-i Cebrâîl:

“–Ey Sâlih! Haydi kavmini tevhîde dâvet et!” buyurdu.

Ardından:

“–Ey Sâlih! Sen, Nûh ve Hûd zamanında olmayan hâlleri müşâhede edeceksin!” dedi ve semâya yükseldi.

Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm-, önce kavmin reîsi olan Cenda’ya giderek ona tevhîdi teblîğ etti. Cenda, bu dâvete gâyet insaflı ve mâkûl bir şekilde mukâbele ederek:

“–Bunu, kavmime bildireyim.” dedi. Bundan sonra Cenda, kavmini topladı. Onlara Sâlih -aleyhisselâm-’ın peygamberliğini ve tevhîdi bildirdi. Kavmi:

“–Ey Cenda, gelip kendisi söylesin!” dediler. Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm- gelip teblîğde bulundu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’in kavmini irşâdını şöyle beyân buyurur:

“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (duâlarını) kabûl edendir.»” (Hûd, 61)

Şuarâ Sûresi’nde de mevzuyla alâkalı şu âyetler bulunmaktadır:

“Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Sâlih, onlara şöyle demişti: «(Allâh’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allâh’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! Bu (tebliğime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (eş-Şuarâ, 141-145)

HAZRET-İ SALİH'İN TEBLİĞE BAŞLANGICI

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm- böylece dâvetini açıktan yapmaya başladıktan sonra kavminin kendisine karşı tavırları bir anda değişti. Kavmi, Sâlih -aleyhisselâm-’a karşı cephe almaya başladı.

Önceki peygamberlerde de olduğu gibi Hazret-i Sâlih’in davetini ve tevhîd akîdesini pek az kimse kabul etti. Diğerleri ise inkârlarına devâm ettiler:

“«Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümid beslenen birisiydin. (Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz.» dediler.” (Hûd, 62)

(Sâlih) dedi ki: «Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O’na âsî olursam, beni Allâh’tan (O’nun azâbından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız!»” (Hûd, 63)

“Sâlih dedi ki: «Ey kavmim! İyilik dururken, niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allâh’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.»” (en-Neml, 46)

Sâlih -aleyhisselâm-’ın bu hikmet ve hakîkat dolu nasîhatlere rağmen kavmi O’nu, büyülenmiş bir yalancı olarak ithâm etme bedbahtlığına düştü:

 “Dediler ki: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!»” (eş-Şuarâ, 153)

Sonra aralarında şöyle söylendiler:

 “«Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz!» dediler.” (el-Kamer, 24)

Sözlerine devamla:

 “Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır O, yalancı ve şımarığın biridir (dediler).” (el-Kamer, 25)

Semûd kavminin bu cehâlet dolu ithâmına, Cenâb-ı Hak büyük bir tehdîdle şöyle cevâb vermiştir:

 “Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.” (el-Kamer, 26)

 “Pek yakında onlar, mutlaka pişman olacaklar!” (el-Mü’minûn, 40)

SALİH PEYGAMBERİN TEVHİD AZMİ

Sâlih Peygamber, sabretti, ümitsizliğe kapılmadı. Her şeye rağmen gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulunmaya ve teblîğe devâm ediyordu:

 “(Ey kavmim!) Siz burada bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacağınızı mı (sanırsınız)? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allâh’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan (kâfirlerin) emrine uymayın. Onlar ki yeryüzünde fesat çıkarırlar ve (gerek kendilerini gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâha gayret göstermezler.” (eş-Şuarâ, 146-152)

Semûd kavmi, Hazret-i Sâlih’e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Sâlih -aleyhisselâm-’a inanan mü’minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allâh’ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler. Mü’minlere:

 “…Sâlih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor musunuz?..” (el-A’râf, 75) dediler. O, gerçek îman mutluluğuna eren insanlar da:

 “…Biz, onunla gönderilen her şeye îmân ederiz.” (el-A’râf, 75) dediler. Hiçbir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız îman karşısında Semûd Kavmi’nin inkârcıları şaşkınlığa düştüler:

 “…Sizin inandığınızı biz inkâr ederiz.” (el-A’râf, 76) diyerek dalâlet bataklığından çıkmamakta direndiler. Bu inkârcılar, Hazret-i Sâlih’i bozgunculukla suçlarken halkı da inkâra zorladılar.

Bir türlü îmân etmeyen Semûd kavmi, bir de Sâlih -aleyhisselâm-’a bunun için akıllarınca bâzı sebepler ileri sürdüler:

“–Sen bizim mallarımıza sâhip olmak, onları gasp edip elimizden almak istiyorsun. Bize reîs olma arzusundasın!” dediler.

Ardından ibtidâî bir mantık yürüterek:

“–Bizim putlarımız var. Şimdi biz görünenleri bırakıp, görünmeyen Allâh’a mı tapalım?!” dediler. Sonra şöyle devâm ettiler:

“–Görmediğin Allâh, seni ne şekilde vazîfeli yapar?!”

“–Eğer doğru söylüyorsan, bize hiç kimsenin yapamadığı bir iş yap!”

“Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” (eş-Şuarâ, 154)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.