Sahte Din Alimlerine Dikkat!

Tarih boyunca toplum planında güzel ve iyi olan her şeyin hemen sahtesi ortaya çıkmıştır. İnsanlığın medarı iftiharı olan peygamberlerin, velilerin, âlimlerin yanında sahte peygamberler, müteşeyyih dediğimiz sahte şeyhler ve sahte din âlimleri zuhur etmiştir. Hakeza doktorun, subayın, mühendisin, kısaca toplumda makbul olan her mesleğin na-ehil olan fırsatçıları her daim ortalıkta dolaşa gelmiştir. Bu sebeple halkımız “yarım doktor candan, yarım hoca da imandan eder” diyerek meseleyi arifane bir şekilde özetlemişlerdir.

Maddi konularda aldatılmanın telafisi bir şekilde bulunur, ama dini konuda aldatılanlar Allah muhafaza imanlarını kaybedebilir, ebedi azaba müstahak olabilir. Bu sebeple mutasavvıfların büyükleri, saf Müslümanları korumak için maneviyat dolandırıcılarının vasıflarını, gerçek sufiler ile sufi geçinenlerin özelliklerini ayrıntıları ile açıklamışlardır. Tasavvuf erbabı diğer ilim dallarında olmadığı kadar otokritik yapmış, yollarının safiyetini koruma hususunda çok hassas davranmışlardır. Sufilere göre ahirette en büyük azabı görecek olanlar dünya menfaati ve gücü elde etmek için dini kullananlar olacaktır, bu konuda İmam Rabbani şöyle der:

EN ŞİDDETLİ AZABI İLMİ KENDİSİNE FAYDA SAĞLAMAYAN ALİMLER GÖRECEK

“Kıyamet günü insanların en şiddetli azap göreni ilmi kendisine fayda sağlamayan âlimlerdir.”1 buyurur Allah Resulu (s.a.v)… Zira onlar, Allah katında en değerli şey olan ilim rütbesini, alçak dünyanın mal, mevki, eş, dost ve makam gibi gelip geçici menfaatlerini sağlama aracı haline getirmişlerdir. Hâlbuki dünya Allah katında çok değersiz bir şey olup yaratıkların en nefret edilenidir. Allah katında alçak olanı üstün görüp, üstün olanı alçaltmak çok büyük bir suçtur. (33. mektup)

Sufilere göre tasavvuf erbabına yakıştırılamayacak bir kötü ahlak varsa o da dünya sevgisidir, zira tasavvufun amacı insanı dünya sevgisinden kurtarmaktır. Bu sebeple para ve akçe işlerinin yoğun olarak konuşulduğu yerlerde sufiler bulunamaz. Ahmed Yesevi Hazretleri madde için her şeyi yapan bu tür kimseleri şöyle tanıtır: O sahte şeyhler ki müritlerinden açgözlülükle bir şeyler isterler… değersiz bir şekilde ve inleyerek müritlerinin eşiğinde dolaşırlar, bu vaziyette müritlerinden yardım alırlar. Eğer müritleri bağış ve yardımda bulunmasa, onlarla dövüşürler ve derler ki “Ben usanmışım, Tanrı da usanmıştır.” 2 Nitekim Yesevi’nin tarif ettiği bu tür kimseler yakın zamanlarda ortaya çıkmış ve Müslümanların İslam’a hizmet aşkını kullanarak nice hayır paralarını istismar etmiştir. Onun kullandığı dövüşmek sözü, din dolandırıcılarının menfaatleri söz konusu olduğunda işi ne boyuta götürebileceğini göstermesi açısından önemlidir.

DİNİ YAŞATMAK YERİNE HEVA VE HEVESİ YAŞAMANIN ÖNÜNÜ AÇMAK

Sahte din önderlerinin başka bir özelliği ise dini ve şeriatı yaşatmak yerine heva ve hevesi yaşamanın önünü açmalarıdır. Müteşeyyihler insanların nefsani arzularına sınır çekmek bir tarafa onların nefsaniyetlerini daha da azdırırlar. Taraftarlarını kandırmak ve onlardan daha çok maddi çıkar sağlamak için kendilerine makam, mevki ve para dağıtır, hatta onların haramları rahatça işlemesi için fetvalar verirler:

Hevasına uyma şüphesi bulunan müteşeyyihin mürid üzerinde bir tesiri olamaz, olsa da bu ancak müridin hevasına destek olur ki bu karanlık üstüne karanlık demektir... Bu durumda kendisi saptığı gibi elindeki müridi de yoldan saptırmış olur. (23. Mektup)

Sufilere göre din yoluna girenlerin şeytanın tuzaklarından kurtulması için gittikleri yol hakkında bilgi sahibi olmaları elzemdir. Sağlıklı bir din anlayışı her şeyden önce fıkhın çerçevesi içinde, Kur’an ve sünnet ışığında yaşanan mânevî bir hayatla ele geçer. İmam Mâlik’in dediği üzere “Kim fıkıhsız tasavvuf öğrenirse zındık olur, kim fıkıh öğrenir de tasavvuftan uzak kalırsa fasık olur. Kim de ilim ile maneviyatı kendisinde cem ederse dinin hakikatine erişir.”

Zındık, kendini Müslüman zannettiği halde dinden çıkan, fasık ise günaha düşen demektir. Demek ki dini bir gruba giren eğer fıkhi ve akidevi bilgileri eksik olursa kolayca İslam dairesinin dışına çıkabilmektedir. Günümüzde yaşadığımız sıkıntıların altında yatan başlıca sebep dini yaşamaya arzulu olanların dini ilimlerden bihaber olmasıdır. Öyle ki din adına haramlar kolayca helal kabul edilmekte, esas vazifesi Peygamber efendimize bizi taşımak olan lider ve rehberler Peygamberin bile önüne geçirilebilmektedir. Hâlbuki ehli sünnet ve’l-cemaat akidesi tam olarak bilinse Müslüman her tür aşırı fikirlerden kolayca kendisini kurtarabilecektir.

EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT İNANCI ÜZERE OLMAK

Sufilere göre önemli olan şeriatı yaşamaktır. İnsanın yaşantısı fıkha yani Kuran ve sünnete uygun olduğu sürece keşif ve keramet gösterememesi bir eksiklik değildir. İmam Rabbani bu konuda Nakşi tarikatının büyüklerinden Hâce Ahrar Hazretlerinin şu sözünü aktarır:

Her tür vecid ve manevi haller bizlere verilse, ama iç dünyamız mesela Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat inancı üzere olmasa, bütün o halleri şakavetten ve hüsrandan başka bir şey saymam, Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancı üzere olduktan sonra da, (sufiyâne) hallerden tamamiyle mahrum kalsam asla buna üzülmem.”

Netice olarak dini kullanarak insanları kandırma sadece bugün ortaya çıkmış yeni bir hadise değildir, tarih boyunca her zaman bu tür insanlar bulunagelmiştir.

Bununla beraber olumsuz birkaç örnekten yola çıkarak tüm dini grupları kötü gösterenler iyi niyetle hareket etmemektedir. Abdülkadir Geylani, Bahauddin Nakşibend, Mevlana, Yunus emre, Akşemseddin gibi nice büyük Allah dostlarını yetiştiren maneviyat mekteplerini nasıl zararlı görebiliriz ki! Yukarıda ismi geçen sufiler zamanında da pek çok sahte müteşeyyih ortaya çıkmış, şeylikten şahlığa geçmek için uğraşmışlardır. Ama o zaman hem devlet hem de millet bu kötü örneklere bakarak tasavvuf yolundan vazgeçmemişlerdir. Başka bir deyişle pire için yorgan yakalım diyenlerin derdi pireyi yakmak değil ev sahibini mağdur etmektir. Allah Teala tüm Müslümanları sahte din rehberlerinden korusun, gerçek din alimleri ve mürşidlerin de sayısını artırsın.

Dipnotlar: 1) Et-Teberâni, es,Sağir, nr. 507. 2) Fakrname, s.74.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 368. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.