Rızka En Çok Kanaat Eden Kul

Dünyaya değer vermeyen ve Allah’ın kendisine verdiği rızka en çok kanaat eden kul...

Efendimiz’i ziyârete gelen Benî Tücîb heyeti, yurtlarına dönmek istediklerinde Resûlullâh bunlara, diğerlerine verilenden daha fazla ihsanda bulundu ve:

“–Sizden, hediye verilmeyen kimse kaldı mı?” diye sordu.

“–Evet, yaşça en küçüğümüz olan bir genci, binitlerimize bakmak üzere geride bırakmıştık.” dediler. Allâh Resûlü:

“–Onu da gönderiniz!” buyurdu. Onlar binitlerinin yanına dönünce, gence:

“–Resûlullâh Efendimiz’in yanına git de hediyeni al! Biz aldık ve kendisine vedâ ettik.” dediler. Genç, Peygamber Efendimiz’in yanına gelince:

“–Yâ Resûlullâh! Ben, Ebzâoğulları’ndan bir kimseyim. Biraz önce yanınıza gelen, dileklerini yerine getirdiğiniz cemaattenim. Benim talebimi de yerine getirir misiniz?” dedi. Habîb-i Ekrem Efendimiz:

“–Senin arzun nedir?” diye sordu. Genç:

“–Yâ Resûlullâh! Benim dileğim, arkadaşlarımınki gibi değildir… Ben, Allâh’a beni mağfiretine mazhar kılması, rahmetiyle muâmele etmesi ve bir de kalbime zenginlik vermesi için duâ etmenizi istiyorum!” dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

“Ey Allâh’ım! Onu affet ve rahmetinle muâmele eyle! Kalbine de zenginlik ver!” diye duâ ettikten sonra, ona da ötekiler gibi ihsanda bulunulmasını emir buyurdu.

Benî Tücîb heyeti yurtlarına döndüler. Bunlardan bir cemaat, hac mevsiminde Minâ’da Peygamber Efendimiz’le buluştu.

“–Biz Ebzâoğulları’yız.” dediler. Bir vefâ âbidesi olan Efendimiz:

“–Geçen sene sizinle birlikte bana gelen genç ne yapıyor?” diye sordu.

“–Yâ Resûlullâh! Yüce Allâh’ın verdiği rızka ondan daha kanaatkârını görmedik. İnsanlar dünyâyı aralarında bölüşecek olsalar, o genç ona hiç iltifat etmez.” dediler. Bu sözleri sevinçle dinleyen Efendimiz, Allâh’a hamd etti ve o genç için hayır temennîlerinde bulundu.

Bu genç, davranışlarıyla kavmi arasında bir fazîlet timsâli oldu. Dünyâya değer vermeyen ve Allâh’ın kendisine verdiği rızka en çok kanaat eden bir kul olarak hayâtını devâm ettirdi. Peygamber Efendimiz’in vefâtı üzerine Yemen halkının İslâm’dan döndükleri sırada, onlara Allâh’ı ve İslâm’ı hatırlatmaktan geri durmadı. Onun sâyesinde kavminden bir tek kişi bile irtidâd etmedi, yâni İslâm’dan dönmedi. Daha sonra Ebûbekir (r.a.) o genci araştırdı, hâlini sordu ve o bölgedeki vâlisine bir mektup yazarak, ona hayırla muâmele etmesini tavsiye etti. (İbn-i Kayyım, III, 650-652; İbn-i Sa’d, I, 323)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.