Ramazan’ı Daha İyi Nasıl Değerlendirebiliriz?

On bir ayın sultânı olan Ramazân-ı Şerîf’i idrâk ediyoruz. Bu ayı daha iyi nasıl değerlendirebiliriz? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'den tavsiyeler...

Evvelâ biz âciz kullarını; “evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennem azâbından kurtuluş”[1] vesîlesi olan Ramazân-ı Şerîf’e kavuşturan Rabbimiz’e, sonsuz hamd ü senâlar olsun.

Ubâde bin Sâmit -radıyallâhu anh-, Ramazan ayının yaklaştığı bir günde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle dediğini naklediyor:

“Ramazan ayı size bereketiyle geldi. Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duâları kabul eder.

Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ’ya kendinizi gösterin.

Ramazan ayında Allâh’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse, (gerçekten ne) bedbaht kimsedir.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 344)

Bu sebeple bir mü’min, bilhassa bu mübarek ayda, Allah Teâlâ’ya yaklaşabilmek için elinden gelen bütün gayreti sarf etmelidir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm ile bu ayda daha ayrı bir yakınlık kurmalıdır.

Zira hidâyet rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm, bu mübarek ayda indirildi. Âyet-i kerîmede;

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır…” (el-Bakara, 185) buyruluyor.

Ebû Ümâme el-Bâhilî -radıyallâhu anh-, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü kendisiyle hemhâl olan kişilere şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252)

Bizler de bilhassa bu günlerde Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetine ehemmiyet verip, mânâ iklîmine girmeye çalışalım. Muktezâsınca amel etmeye gayret gösterelim. Hâl ve tavırlarımızı, bu ilâhî tâlimatlar önünde mîzân edelim. Eksiklerimizi telâfîye gayret edelim.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu duâsını bizler de vird edinelim:

“…Yâ Rabbi! Her bir güzel ismin hürmetine, Sen’den niyâzım şudur ki;

Kur’ân’ı;

  • Gönlümün baharı,
  • Sadrımın nûru,
  • Hüzün ve kederimin çaresi eyle!” (Ahmed, I, 391)

–Yine müstesnâ bir rûhî olgunluk vesîlesi olan oruç ibadeti, bu aya mahsus bir farz kılınmıştır.

Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” buyuruyorlar. (Buhârî, Îmân, 28)

Bu hadîs-i şerîfteki müjdeye nâil olabilmek için bizler de oruçlarımızı aslâ ihmal etmeyelim. Onu bedenimize tutturduğumuz gibi, gözümüze, kulağımıza ve dilimize de oruç tutturalım. Dilimiz kalplere saplanan bir diken değil, bir rahmet lisânı olsun. Elimizden, dilimizden ve gönlümüzden ümmet-i Muhammed müstefîd olsun.

Unutmayalım ki, Ramazân-ı Şerîf’te tutulan oruçlar, mahrûmiyet ve açlık temrinleriyle bizlere nîmetlerin kadrini bildirip şükür duygularımızı kuvvetlendirir. Açların, muhtaçların ve kimsesizlerin hâllerini düşündürür. İnfak ve ikram yoluyla, onların gönüllerini ve duâlarını alma temâyülleri uyandırır. Bizleri “veren el” olmaya sevk eder. Cömertlik de Rabbimiz’in çok sevdiği ve her müslümanda görmeyi arzuladığı bir vasıftır.

Ayrıca Ramazan ayı, güzel bir infak ayıdır. Bu infâkı da gönül vecdi içerisinde îfâ etmek zarûrîdir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyruluyor:

“…Sadakaları Allah alır…” (et-Tevbe, 104)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu aydaki infâk heyecanını Abdullah bin Abbas -radıyallâhu anhumâ- şöyle anlatıyor:

“Allâh’ın Rasûlü insanların en cömerdi idi. Ramazan ayında ise cömertliği daha da artardı. Çünkü Cebrâil -aleyhisselâm-, her sene Ramazan’da gelir, ayın sonuna kadar beraber olur, Efendimiz ona Kur’ân-ı Kerîm’i arz ederdi. İşte bu günlerde Allah Rasûlü, esen rüzgârlardan daha cömert olurdu.” (Müslim, Fezâil, 50)

Şayet maddî bakımdan infak edecek durumumuz yoksa, “hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir.”[2] buyruluyor. Bu sebeple hayra aracı olmaya gayret edelim.

Ayrıca infak, sadece maddî şeylerden olmaz. İnfak; malın, canın ve bütün imkânların Allâh’a adanışıdır. Bu sebeple, meselâ cehâlet karanlığında kalmış kimseleri, İslâm’ın nurlu iklimine kavuşturmak da bir infaktır. Depremin vurduğu şehirlerimizde bedenen çalışarak, din kardeşlerimize sahur ve iftar sofraları açmaya çalışmak da bir infaktır. “Rezzâk” olan Rabbimiz’in bize verdiği rızıkları kardeşlerimizle paylaşmak da ecri büyük bir infaktır.

Câbir -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

“Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (Cehennem ateşinden) âzâd edilenler vardır. Bu (âzâd etme işi Ramazan’da) her gece olur.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 2)

Bazen bir tek hurma bile Cennet’e vesîle olabilir. Zira Âişe Vâlidemiz şöyle naklediyor:

“Yoksul bir kadın, iki kızını yüklenmiş kapıma geldi. Ben de kendisine üç kuru hurma verdim. Kızların her birine birer hurma verdi. Yemek için bir hurma da ağzına attı. Derken kızları, annelerinin ağzındaki hurmayı da yemek istediler. Kadın yemek istediği hurmayı hemen ikisinin arasında pay etti. Onun bu hâli benim pek hoşuma gitti. Allah Rasûlü’ne kadının bu davranışından bahsettim.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“Bu hurma hatırına Allah ona Cennetʼi vâcip kılmıştır. Veya bu hurma hatırına onu Cehennemʼden âzâd etmiştir.” (Müslim, Birr, 148)

Rabbimiz bizlere de rızâsına medâr olacak amelleri kolaylaştırsın -inşâallah-.

Bu ayda yapılan her türlü ibadetin ecri, diğer aylarda yapılan ibadetlerden daha üstün. Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

“Ramazan’da herhangi bir özür ve hastalık olmaksızın bir gün oruç tutmayan kimse, bir ömür oruç tutsa yine de o farz orucun sevap ve fazîletini elde edemez.” (Buhârî, Savm, 29; Ebû Dâvûd, Savm, 38/2396)

Bu sebeple, son nefesimizin meçhul olduğu şu fânî dünya hayatında Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu ile ulaştığımız bu Ramazân-ı Şerîf fırsatını en güzel şekilde değerlendirmeye gayret edelim. Zira hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

“Eğer kullar, Ramazan’ın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi…” (Heysemî, III, syf. 141)

Dolayısıyla, bu feyizli gün ve gecelerde ibadetlere daha büyük bir titizlik gösterelim. Nitekim Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in haber verdiğine göre, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazan ayında, ibadet husûsunda diğer aylarda görülmeyen bir gayret içerisinde olurdu. Ramazan’ın son on gününde ise, kendisini daha fazla ibadete verirdi. Bu günlerde (daha büyük bir iştiyakla) geceyi ihyâ eder, âilesini de uyandırırdı. (Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 5)

Ayrıca şunları da ifade edelim ki;

Aldığımız gıdalara ve beraberinde bulunduğumuz kimselere de çok ehemmiyet gösterelim. Zira bunlar, mâneviyatımıza ve davranışlarımıza tesir eder.

Bununla birlikte, üzerimizde kul hakkı bulunmamasına da çok îtina edelim. Muhakkak o kişi ile helâlleşelim. Şayet o kişiyi bulamıyor isek, onun nâmına sadakalar vererek Cenâb-ı Hakk’a istiğfar edelim. Çünkü kul hakkı kıyâmete kalıyor.

Velhâsıl Ramazân-ı Şerîf, Cenâb-ı Hakk’ın ümmet-i Muhammed’e bahşettiği, mânevî kıymetlerle dolu, ilâhî bir hazine…

Senenin kalbi mesâbesinde bulunan bu ay, iç ve dış dünyamızı maddî ve mânevî kirlerden arındırmanın en bereketli zamanı. Âdeta mânevî bir rehabilite mevsimi…

İlâhî af, rahmet ve mağfiretin âdeta coşup taştığı mübarek bir ay.

Rabbimiz’e tekrar hamdolsun ki bu senenin Ramazân-ı Şerîfʼine mülâkî olabildik. Lâkin gelecek senenin Ramazanʼına da erebilecek miyiz, meçhul… Zira geçen Ramazan’da aramızda olup da bu Ramazan’da olmayan nice kardeşimiz var. Bu sebeple, ömrümüzün kalan kısmını, geçen kısmından daha hayırlı kılabilmek için, elimizden gelen hiçbir hayrı ertelemeyelim. Başta arz ettiğimiz hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere, iyilik ve hayır nâmına elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışalım. Zira ecel senedinin vâdesi meçhul. Ve ömür nîmeti bir defaya mahsus; tekrarı da yok, telâfisi de…

Cenâb-ı Hak, Ramazân-ı Şerîfʼin feyz ve rûhâniyetini ömür boyu devam ettirebilmeyi, son nefesimizin de ebedî bir bayramın müjdecisi olmasını, cümlemize lûtf u keremiyle ihsân buyursun.

Âmîn…

Dipnotlar:

[1] Ali el-Müttakî, VIII, 477/23714.

[2] Bkz. Tirmizî, İlim, 14.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Nisan Sayı: 199

İslam ve İhsan

RAMAZAN GECESİ SAHURDA YAPILACAK DUA VE İBADETLER

Ramazan Gecesi Sahurda Yapılacak Dua ve İbadetler

RAMAZÂN-I ŞERÎFİ İDRAK VE İHYÂ HAKKINDA OSMAN NÛRİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ İLE MÜLÂKAT

Ramazân-ı Şerîfi İdrak ve İhyâ Hakkında Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ile Mülâkat

RAMAZAN AYINDA YAPILACAK İBADETLER

Ramazan Ayında Yapılacak İbadetler

ORUÇ VE RAMAZAN İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Oruç ve Ramazan İle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.